VASİYETİMDİR

VASİYETİMDİR…

            Vasiyetim okunmaya başladığınıza göre, şu an beni çukura bırakıp üzerime toprak dolduruyor olmalısınız. Belki de her hangi bir sebepten dolayı, gömebilmeniz için bir parçamı bile bulamadınız. Böyle bir durum olmuşsa da, ne diyeyim; Rabbim neylerse güzel eyler. Yüce Allah’tan ölümümün hayırlısını dilemiştim. İnşallah hayırlısını nasip etmiştir. Sizlerin de yaşamınızın ve ölümünüzün hayırlı olmasını, Yüce Allah’tan niyaz ederim.
            Bana karşı son vazifelerini yapmak için gelen, başta ailem, akrabalarım olmak üzere tüm dost ve arkadaşlara teşekkür ederim. Mezarlıkta uzun zamandır görmediğiniz yakınınızı gördünüz. Bir köşede, arada bir iki cümle kurmaya çalışıyorsunuz. Bir süre sonra da bir gün buraya kendinizin de geleceğini kara kara düşünüyorsunuz. Mezarlıkları ziyaretin en güzel yanı, unutulan ölümün mutlak bir gün sizin de yakanıza sarılacağını hatırlatmasıdır. “Külli nefsin zâikatü'l-mevt", yani "Her nefis ölümü tadacaktır." (3/185)
Yüce Allah’tan, bu düşüncenizin hiç yok olmamasını diliyorum. Bu anı unutmadığımız sürece hazırlıklarınızı da, aklınız ve düşünceniz doğrultusunda yapacaksınız… Ben Rabbimden böyle diliyorum… İnşallah mezarlıktan çıkmadan sizdeki bu düşünceler uçup gitmez. Şeytana yenik düşmemenizi dilerim. İçinizdeki şeytana fırsat vermeyin.
            Vasiyetimi yerine getirecek kişi en yakınım kim kalmışsa o’dur. İnşallah yavrularımdır…
            Son cümle biraz ağır geldi…  Bir süre yazamadım. Onlar benim dünyada bıraktığım tek servetim. Herkese Yüce Rabbim böyle evlatlar nasip etsin. Onların da Allah’ın ipine sımsıkı sarılmalarını ve hiç bırakmamalarını dilerim. Rabbimden geride bıraktıklarımın, cümlenizin takva yolunu açmasını, ilminizi artırmasını, göğsünüzü genişletmesini, Allah yolunda yapmış olduğunuz cihatta, dilinizin bağını çözmesini dilerim.
            Ölümü düşünmek tabii ki kolay değil… Geride bıraktığın sevdiklerini düşünmek elbette zor; fakat herkesin dönüp dolaşıp geleceği yer burası. Bugün ben, yarın sen. Diğer gün o… En büyük teselli kaynağım, en sevgiliye kavuşuyor olmaktır.
            İzninizle vasiyetime geçeyim: Bir kişinin ölümünü duyurmak adına okunan, hiçbir dayanağı olmayan selanın okunmasını istemedim. Şu an içinizden kim bilir neler geçiyordur? Çünkü eski köye yeni adet getirmiş oldum. Gelenek dışında her şeye tepki veririz ya… Bundan dolayı tepkinizi de normal karşılıyorum. Dinimize en büyük zarar veren unsurlardan birisi de gelenektir. “gelenek” Adı üstünde gelen-ek… Herhangi bir şeyin üzerine gelmiş ilave bilgi. Bu doğru üzerine yapılmış, yanlış bir yama da olabilir. Onun için dışardan gelen eke dikkat etmemiz gerekmektedir.
            İncelemeden, sorgulamadan, araştırmadan atalarımızdan neyi görmüşsek uyguladık, uyguluyoruz. Şimdi bir ayetle devam edelim:
Bakara Suresi 170. Ayet;
Onlara, "Allah'ın indirdiğine uyun!" denildiğinde, "Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)a uyarız!" derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı (onların yoluna uyacaklar)

            Kimse atalarının yaşadığı dini incelemez. Atalarını taklit ederler. Kulaktan duydukları ile dini vecibelerini yerine getirdiklerini sanırlar. Düşünelim… Demek oluyor ki, Hristiyan ana babadan doğsaydık Hristiyan, Yahudi anadan babadan doğsaydık Yahudi olacaktık. Yüce Rabbim Kitabında boşuna “Çoğunluğa uymayın.” demiyor. Çoğunluk almış başını atasının peşinde gidiyor.
En’am Suresi 116. Ayet;
Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar sadece yalan uyduruyorlar.

            Selayı okutmamamın sebebini açıklasam da çoğunuz inanmayacak, inanmadığı gibi araştırmayacak da… Ben yine de denemek istedim. Benim çırpınışımı bir kişi bile duysa, ne mutlu bana… İnşallah, Yüce Rabbimin yardımıyla sizlere en güzel şekilde sela ve diğer konuları hakkıyla açıklayabilirim.
            Artuklu döneminde başlayıp Selçuklular, Memlükler ve Osmanlı dönemine kadar devam eder. 1300-1301 yılında Memlük Sultanı Kalavun’un iradesiyle Cuma ezanından önce, 1389’da Eşref Zeynüddin II. Hâccî döneminde akşam ezanı dışında bütün ezanların ardından salâ verme usulü konuldu. Nebi Muhammed’in ölümünden 668 yıl sonra oluşumu devam ettiriyoruz. İncelemeden, araştırmadan, sorgulamadan, düşünmeden…
            Bu konuda Diyanet İslam Ansiklopedisi’nde şu bilgi var: [Müezzinlerin önemli günlerde bilhassa yatsı ve sabah namazlarından önce, cuma ve bayram gecelerinde minareden tesbihatta bulunmaları, cuma ezanından evvel salâ okumaları âdeti ilk defa Mısır’da Mesleme b. Muhalled’in (ö. 62/682) valiliği esnasında Amr b. Âs Camii’nde uygulanmıştır. Daha sonra bu uygulama Kur’ân-ı Kerîm tilâveti, dua, kaside ve ilâhiler de ilâve edilerek bütün İslâm dünyasında yaygınlaşmıştır (Makrîzî, IV, 51; Nuaymî, II, 130). Memlükler devrinde büyük camilerde Hz. Peygamber’e salâtü selâm getirmeyi emreden Ahzâb sûresinin 56. âyeti cuma geceleri ezandan sonra başmüezzin tarafından okunur, diğer müezzinler de bunu tekrarlardı (İbn Kesîr, XIV, 205).]
            Daha detaylı bilgi isteyen kardeşlerim TDV İslam Ansiklopedisi’nden faydalanabilirler. Kısaca sela, Sevgili Muhammed’imizin ölümünden yaklaşık 6 -7 asır sonra ortaya çıkmıştır. Bize gelişi 10 -11. asrı bulmuştur.
            “Mescitler kimindir?” desem, herkes Allah’ındır der. Doğrudur. Yüce Allah da öyle buyuruyor:
Cin Suresi 18. Ayet;
“Mescitler Allah’ın’dır; öyleyse Allah ile birlikte kimseyi yardıma çağırmayın!”

Yüce Allah’ım “Benden başkasından yardım istemeyin” diye buyuruyor. Cin Suresinin gereğini yerine getiriyor muyuz? Her gün asgari kırk defa okunan Fatiha Suresi 5. Ayet de
“İyyake nağbudu ve iyyake nesteîn.” deriz; fakat anlamından haberimiz bile yoktur.
 “Yalnız Sana kulluk eder; ve yalnız senden yardım dileriz.” Bugün mescitlerimizde sadece Allah’tan mı yardım istiyoruz. Başka kimseden yardım (şefaat) istemiyor muyuz? Yetmemiş gibi bir de sela okutuyoruz.

Önce selanın latin harfleriyle Arapçasını okuyalım:
Es Salatu Ve's-Selamu Aleyke Ya Resulallah! Es Salatu Ve's-Selamu Aleyke Ya Habiballah! Es Salatu Ve's-Selamu Aleyke Ya Nûre Arşillah! Es Salatu Ve's-Selamu Aleyke Ya Hayra Halgillah! Es Salatu Ve's-Selamu Aleyke Ya Seyyidel Evveline Vel Ahirin! Vel Hamdü Lillahi Rabbil Alemin!"

Mealine bakalım:
Salat ve selam üzerine olsun ey Allah'ın Resulü. Salat ve selam üzerine olsun ey Allah'ın sevgilisi. Salat ve selam üzerine olsun ey arşın nuru. Salat ve selam üzerine olsun ey mahlûkatın en hayırlısı. Salat ve selam üzerine olsun ey öncekilerin ve sonrakilerin efendisi. Bütün övgüler Âlemlerin Efendisi olan Allah'a mahsustur.

Şimdi de mealin mütalaasını yapalım:
Birinci satırda, “Salat ve selam üzerine olsun ey Allah’ın resulü” denilmekle, Ahzab 56. Ayet’in sorumluluğunu, yerine getirdiklerini sanıyorlar.

Dinayet Vakfı Meali
Ahzab Suresi 56. Ayet;
Allah ve melekleri, Nebî’ye çok salevât getirirler. Ey müminler! Siz de ona salevât getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.
            Bu ayet Cuma hutbesinde de okunur. Ayetin sonunda, Nebî Muhammed’in adını duyan cemaatin sağ eller göğüste bir uğultu oluşur. “Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammed” derler. Bunu yapan kişiler, mealin yukarıdaki gibi çevrileceğine inananlardır.
Ahzab 56. Ayetten “Allah ve melekleri nebîye salâvat gönderirler. Ey iman edenler, siz de ona salâvat gönderin.” Bu çıkarım; “salat” kelimesinin “salavat” diye yanlış çevrilmesinden kaynaklanmaktadır.

 اِنَّ اللّٰهَ وَمَلٰئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِىِّ يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلٖيمًا
İnnallâhe ve melâiketehû yusallûne alen nebîyy, yâ eyyuhellezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ.

Orijinal ve latin harfiyle Arapça’sında “salat” kelimesi geçmektedir. Salat kelimesi: Eğitim, namaz, ibadet etmek, yardım, destek, dua, kişinin arkasında durmak gibi cümlenin durumuna göre anlam değiştirir; ancak kesinlikle salavat anlamı taşımaz.

            Bazı mealciler de "salat” kelimesi gördüğü her yeri “namaz” diye çevirmişlerdir. Yüce Allah Nebî için namaz kılar mı? Haşa… Bu ayete geldiklerinde akılları başlarına gelmiş olacak ki, “namaz” diyememişler, farklı ama yine yanlışla devam edip “salavata” çevirmişlerdir. Aynı şekilde devam etselerdi, Haşa Allah’a Muhammed için namaz kıldırırlardı. Şimdi de ayetimizin normal çevirisine bir bakalım.
Ahzab Suresi 56. Ayet;
Allah ve melekleri, Nebî'ye salât ediyorlar (destek veriyorlar). Ey iman edenler! Siz de ona salât edin (destek verin) ve tam teslimiyet gösterin!

Bu meali biraz açarsak; Allah ve melekleri Nebî Muhammed’i destekliyor. Sizler de nebîye destek verin. O’nu örnek alın, Nebî’nin arkasında olun, güvenliğini sağlayın deniliyor. Biz ne yapıyoruz. “Allahümme salli ala seyyidine Muhammed.” diyoruz.
Yüce Allah “Nebî’ye destek, yardımcı olun!” diye bize emrediyor. Buna karşılık biz “ Sen yap Allah’ım” demiş oluyoruz.
            Tekrar söylüyorum. Bu ayete “Allah ve melekleri nebîye salavat getiriyor” şeklinde anlamak büyük bir hatadır. Buradaki yusallüne fiili ile sallü emir kalıbı, tıpkı Ahzab 43 ve Tevbe 103’teki ilgili kelimelerde olduğu gibi “ yardım etmek, destek olmak demektir. Allah’ın meleklerine yardım yaptığı gibi, müminlerin de Nebi Muhammed’e samimiyetle, tam teslimiyet göstermelerini, destek olmalarını buyuruyor. Bu anlamın delili olarak Enfal 62 ‘yi gösterebilirim.


1) Sela da baştan sona kadar Muhammed övülüyor.
Bakın Bakara Suresi 285. Ayet ne diyor:
"…O’nun resullerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz…”
Yüce Allah’ta böyle emrediyor; ama resulleri birbirinden ayırıp ayırmadığımızı aşağılarda daha iyi göreceksiniz.

2) Nebî Muhammed’e “göklerin nuru” yakıştırması var.
Hâlbuki Nur Suresi 35. Ayet: ” Allah bütün göklerin ve yerin nurudur.” diyor. Göklerin nuru olan Allah’sa nebi de onun yanına yakıştırılmış olmuyor mu? 14. Yüzyılda Nemlük sultanı bunu göz ardı etmiş, günümüze kadar da olduğu gibi gelmiştir. Artık bu şirk değil de nedir?

3) Nebî Muhammed için, “Yarattıklarının en hayırlısı.” deniliyor.
Yukarıda Bakara 285. ayeti belirtmiştim. Altını tekrar çiziyorum. Hiçbir resulünü diğerlerinden ayıramayız.

4) Nebî Muhammed’e “Öncekilerin ve sonrakilerin efendisi.” diye hitap edilir.
Fatiha Suresi 2. Ayet: “Hamd âlemlerin rabbi (efendisi) Allah’a mahsustur…” der. Alemlerin efendisi Allah mı, yoksa haşa Muhammed mi? Bu apaçık bilerek veya bilmeyerek Nebi Muhammed’i ilahlaştırmaktan başka bir şey değildir. 17/22
            Allah Arapça bir kelimedir. Rab İbranice, Mevla Farsça, Tanrı ise Türkçedir. Aslen İbranice olan “Rab” kelimesinin Türkçe karşılığı "Efendi" anlamına da gelmektedir. Bundan sonra bazı kişiler, bazı kişilere “Efendi hazretleri” derken bir kez daha düşünsünler…

            Sağlığımda tenkit edilirdim. Muhammed’in adı geçtiğinde önüne “Hz.” (hazreti) kelimesi ve sonuna da “sav.” (sallalahu aleyhi ve sellim) koymadığımda bazı insanlar çıldırıyor “Muhammed düşmanı, Muhammed senin babanın oğlu mu?” gibi cümlelerin muhatabı olurdum. Güzel söylüyorsunuz da, “Allah” kelimesini çıplak kullandığımda neden tepki göstermiyorsunuz?

https://aydinorhon.blogspot.com/2021/09/nebi-muhammed-babanin-oglu-mu.html

Bu söylemlerden Nebi Muhammed’i dışladığım düşünülmesin. Ben Kur’an’dan anladıklarımı aktarmaya çalışıyorum. Allah’ın elçisi olmasaydı, bugün yaşadığımızı sandığımız din de olmazdı… Nebî Âdem’den bu güne elçi olmadan vahiy inmemiştir.

https://aydinorhon.blogspot.com/2021/05/hz-muhammed-devre-disi-birakilamaz_22.html

            Cenaze töreni bittikten sonra, çoğunuz ilk karşınıza çıkan hocaya, bu vasiyetimle ilgili sorular yöneltecektir. Ben alacağınız cevabı çok iyi biliyorum. Allah rızası için onlara sormayın. Kendiniz araştırın. Bilgisayar çağında yaşıyorsunuz. Sizden ne fayda, ne de zarar görmeyecek olan mevtaya kulak verin. Size yalvarıyorum… Ölüyü de yalvarttınız ya helal olsun size… Ama ölünün arkasından konuşmazsanız iyi olur. J
            “radıyallahu anh” da çok kullanılır. Anlamı: “Allah, Muhammed’den razı ol” demektir. Muhammed’den razı değil miydi? Önemli olan Allah’ın gösterdiği istikamet doğrultusunda yaşamaktır. Bunu başarabilen herkesten Allah zaten razıdır. Benim kimseden herhangi bir beklentim yok. Olsa da faydası yok… Ben hayattayken ne yaptıysam (iyi veya kötü) o da benimle şu an ahirette ve din gününü bekliyorum. Sizler imtihandasınız. Vaktinizi boşa harcamayın. Ben, karneyi almayı bekliyorum. Sınıfı geçtimse sürekli cennet, (3/136) sınıfta kaldımsa da sürekli cehennem… (2/39) Yüce Allah’ın rahim sıfatına sığınırım…
            Rabbimden cümlemizin amel defterini sağ elinden alanlardan eylemesini dilerim. (17/71) Benim için Kur’an okuyup, okutup sevabını göndermeyin. İlla benim için bir şey yapmak isteyeniniz varsa, Kur’an’ı anlayacağınız dilden okusun. Düşünsün… Aklını kullansın… Okuduklarından anladıklarınızı hayatına taşısın. Çünkü Kur’an’dan hesaba çekileceğiz. İmtihan soruları o kitapta:
Zuhruf Suresi 44. Ayet;
Kur’an, hem senin için, hem de halkın için doğru bilgidir. Yakında bu konuda sorguya çekileceksiniz
.
            Bana gusül abdesti aldırmışlardır. Belki yaşadığım ömrüm buyunca hiç gusül abdesti almadım. Peki neden aldırıyorlar? Allah’ın huzuruna temiz çıkmam için. Ömrü pislik içinde geçmiş ölüye bin defa abdest aldırsanız temizlenir mi? Mantığı görüyor musunuz? Sonra kefene sarıp tabuta koyup camiye musalla taşının üzerine getirmişlerdir. Sonra buyurun cenaze namazına… Adına cenaze namazı demeseler olmazdı. Hani namazda kıyam, rükû, secde farzdı? Cenaze bir türlü törendir. Cenaze namazı dedikleri de duadır.
Hoca sorar:
-Hakkınızı helal ettiniz mi?
Hep bir ağızdan:
-Helal olsun.
Diyelim ki ben, gelen cemaatteki kişileri her türlü kandırdım, aldattım, dolandırdım. Farkında bile değiller. Onların helal ettik demeleriyle helal olur mu? Önemli olan oradaki kişilerin değil, Allah’ın rızasını kazanmaktır. Eğer Yüce Allah’ın rızasını kazanmışsanız cemaatin tamamı “haram olsun” dese de rahat olun. Yüce Allah’ın affetmeyeceği tek günah Allah hakkıdır. O da şirk’tir.
           
Allah’ın kitabında ölmüş kişinin yıkanması, abdest aldırılması, kefene sarılması, cenaze namazı yoktur.
            Sonrasında itinayla mezara koyarlar. Koyarken yukarıdan müdahalelerde olur.
-Başını biraz daha kıbleye doğru çevir.
“Böyle oldu” deseler de olmaz tam çevireceksin.
-Öyle değil de şöyle yapsak.
-Olmaz kardeşim usulü böyle.
Kardeşlerim ölen kişi kalkıp namaz mı kılacak. Gömdüler. İş bitti mi? Hayır. Kur’an’dan bazı sureler okunur. Kimse anlamasın diye Arapça okunur. Hoca arada cemaate küfür etse cemaat, farkında bile olmaz. Cemaat namelere kendini kaptırmıştır. Nameler uyutur; fakat mana uyandırır.
Yüce Allah’ın kitabında mezarda yönünün kıbleye çevrilmesiyle ilgili tek bir işaret yok. Ben bunların yapılmasını da istemiyorum. Ancak cenazemle ilgilenen yakınlarımın bunun için çok zorlanacaklarını düşündüğümden, vasiyetim içerisine bunları sokmadım. Rabbim benim içimdekileri biliyor. Oluruna bırakıyorum. Eğer yapabilselerdi hiç de fena olmazdı. Ben çocuklarıma “Sizin kolayınıza ne geliyorsa onu yapın, olduğum gibi her hangi bir yere de gömebilirsiniz.” demiştim. Tabi buna da insanların koyduğu yasa karşı çıkar. En kolay ve uygun defin işlemi, şehitlerin gömülmesi gibidir. Şehitler yıkanmıyor, abdest aldırılmıyor, kıbleye çevrilmiyor, kefene sarılmıyor da ne oluyor?

            Arkamdan Mevlut okunmasını da istemiyorum. Süleyman Çelebi tarafından 1409'da yazılmıştır. Asıl adı "Vesîletü'n necât" (Kurtuluş vesilesi)'dir. 16 kısım ve 770 beyitten oluşur.
Mevlüt’u Allah’ın vahyettiğine inananlar bile var. Nebi Muhammed’in doğumu anlatılır; öyle bir anlatış tarzı var ki gerçeklerle alakası yok. Arkasından bir de Kur’an anlamadan okunur. Sevap kazandık zannedilir. Mevlüt’te kazandıklarını sandıkları sevabı da ölenin ruhuna gönderirler. İşimiz gücümüz kısa yoldan sevap kazanmak. Anlamadan bir fatiha okursak şu kadar sevap üç de İhlas eklersek muhteşem… Salih kullar arasına böyle giremeyiz.
            Kaside şeklinde yazılan eserin içinde gazel formunda yazılan bölümler de vardır. Günümüzde okunan Mevlut 6 bölümden oluşuyor.

Kısaca Mevlutten örnek verelim:
Pes Muhammed’dir bu varlığa sebep
Sıdk ile ânın rızasına kıl talep
[Bu varlıkların (varoluş) sebebi (nedeni) yalnızca Muhammed’dir.
Sen de doğrulukla onun rızasını iste]...
Anun için oldı bu varlık kamu
Ay ü yıldız yir ü gök uçmak tamu
(Bu varlık âlemi, ay ve yıldızlarıyla, yerleri ve gökleriyle, cenneti ve cehennemiyle hep onun yüzü suyuna var oldu).
Senin için yaratıldı nüh felek
İns ü cinn ü hur ü cennet hem melek
(Dokuz kat gök senin için yaratıldı;
insanlar, cinler, hatta huriler ve cennet, üstelik melekler de).

            Mevlud’e göre, varlıkların sebebi Muhammed’dir. O var olmasaydı hiçbir şey var edilmezmiş. Eğer Nebi Muhammed için kâinat yaratılmış olsaydı, İlk Nebi Âdem değil Muhammed olmalıydı. Resulleri birbirinden ayırmamamızı emreden Yüce Allah, kendisi mi ayırmış.  Neden en sevdiği nebiyi en son yaratmış.
            Oysa, Kur’an’a göre Yüce Allah; kâinatı hiçbir kişinin hatırı için yaratmamıştır. Allah her şeyi tüm insanlık için yaratmıştır. (2/29) İnsanları neden yaratmıştır? O’na kulluk etmemiz, (51/56)
bizleri sınaması (67/2)  ve imtihan içindir. (11/7) Şunu çok iyi bilmemiz gerekiyor. Ahirette bize sadece Allah’ın rızası bir yarar sağlayacaktır. (4/114).
           
Bir insanın yazmış olduğu şiiri ibadet haline getirmişiz. Kısa da olsa metindeki söylemleri duydunuz. Bunu okuyanlar bilmiyor mu? Gerçi bilmeden okuyan hocalarımız da yok değildir... Kesin bilinen bir şey var, kimse gelip de bunları bedava da okumuyor. Sevgili Muhammed’imiz dine davette hiçbir karşılık beklememiştir. Hani Nebî Muhammed’i örnek alıyorduk… Önderimizdi… Rivayete göre dinlerini yaşayanlar, istedikleri rivayeti alır, işine gelmeyeni bırakırlar. Başkalarına da hadis inkârcısı demekten geri kalmazlar. Asıl hadis inkârcısı kim, aşağıda ki makaleden okuyabilirsiniz.

https://aydinorhon.blogspot.com/2020/01/hadis-inkarcilari_12.html

            Evinize çağırdığınız hocalardan kaçına para verdiniz de almadı? Aşağıda paylaşacağım ayeti, hiçbir hocanın ağzından duydunuz mu?
Bakara Suresi 41. Ayet;
Bunun için de, size geçmişte bildirilmiş olan haberleri doğrulayıcı nitelikte indirdiğim bu vahye inanın; onun gerçekliğini inkar edenlerin öncüsü olmayın; mesajlarımı küçük bir kazanca değişmeyin; ve Bana, yalnızca Bana karşı sorumluluk bilinci taşıyın!

            Ölümümün 7’si 40’ı hiçbir şey istemiyorum. Diğer ölmüşlerimiz gibi benim de amel defterim kapanmıştır. Sizin yaptıklarınızın bana zerre kadar faydası yok. Kazandığım ne varsa onu da Allah bilir. Onun dışında bana gelecek de, benden sizlere dönecekte hiçbir şey yoktur. Şu andan sonra Aydın Orhon kapsam dışıdır. Sizlerin de kimseden beklentiniz olmasın. Kendi yol azığınızı, kendiniz hazırlamak zorundasınız. 
Casiye Suresi 15. Ayet;
Her kim doğru ve uygun bir şey yaparsa kendi iyiliği için yapmış olur; kim de kötülük işlerse kendi aleyhine işlemiş olur; ve sonunda hepiniz Rabbinize döndürüleceksiniz.
            “Dünya hayatında bir çeşme yaptırırsanız, çeşme orada var olduğu sürece amel defterine sevap yazılır. Yani amel defteri açıktır.” denir. Ben de diyorum ki, “Yüce Allah o çeşmenin ömrünü biliyor. Kaç kişinin o çeşmeden yararlanacağını da biliyor. O zaman çeşmeden toplamda ne kadar sevap kazanacağınız da belli… Öyleyse kazanacağınız bütün sevaplar, toptan amel defterine yazılacaktır. Amel defterinin kapanışını ben böyle anlıyorum. Aksini söyleyenleri de anlayabiliyorum. Kapıyı aralık bırakacaklar ki, bu açıklıktan nemalanabilsinler. Her birey iyi de yapsa, kötü de yapsa kendisine yapar. Hiçbir kimse, başka birisine fayda sağlayamaz.

Fussilet Suresi 46. Ayet;
Kim salih bir amelde bulunursa, kendi lehinedir, kim de kötülük ederse, o da kendi aleyhinedir. Senin Rabbin, kullara zulmedici değildir.

Bakara Suresi 123. Ayet;
Hiç kimsenin bir başkasının yerine bir şey ödeyemeyeceği, hiç kimseden fidye kabul edilmeyeceği ve hiç kimseye şefaatin fayda vermeyeceği ve hiç kimseye yardım edilmeyeceği günden korunup sakının.

            Ben ve benim gibi Ahirete göç etmişlerin tamamı kapsam dışıdır. Kur’an’dan bir ayet daha paylaşarak devam edelim:

İbrahim Suresi 41. Ayet;
"Rabbimiz! Hesap görülecek günde, beni, ana babamı ve inananları bağışla."

            İşte şimdi film koptu…
J Birileri homurdanmaya başladı… “Hani kimseden kimseye fayda yoktu!L  ”Diyenleri şu an duymuyorum; ancak yazarken tahmin edebiliyorum. Keşke
duyabilseydim. Keşke daha çok Allah yolunda çalışabilseydim...
Furkan Suresi 77. Ayet;
De ki: 'Duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi? Fakat siz gerçekten yalanladınız; artık (bunun azabı da) kaçınılmaz olacaktır.'

            Gittikçe batıyorum galiba… “Eeee… Oldu mu şimdi!” Yüce Rabbimiz bizden dua istiyor. Öyleyse duayı ağzımızdan eksik etmeyeceğiz. Yüce Allah’a karşı yapmış olduğumuz ibadetlerden birisi de duadır. Tabi ki ölmüşümüze de dua edeceğiz; fakat duanın yalnız dua edene faydası vardır. Kur’an’dan benim anladığıma budur. Ölmüşe yaptığımız dua, bizim Allah’a karşı aczi yetimizi göstermek içindir. Çünkü kim ne yaparsa yapsın kendisi için yapar.

https://aydinorhon.blogspot.com/2021/10/kurana-gore-nasil-dua-yapmaliyiz.html

            Bir an için tam tersini düşünelim. Yani ölenlerin amel defterleri açık kalsın. Melekler de, ha babam de babam, sevap hanesine sürekli yazsınlar. Normal bir kişi en kabadayısından ayda bir hatim gönderebilir. Onu da anlamadığı dilden okuyorsa ne fayda sağlar onu da Allah bilir. Zengin bir kişi, “Üç vardiya 7/24 saat en güzel sesli hocalara Kur’an okutun. Sevabını da bana gönderin.” diye vasiyet yazsa, cennete mi gider? Yoksa mertebesi mi yükselir? Bir kişi daha düşünelim; dünyada soyu tükenmiş, fakir, cenazesini kaldıracak bile kimse yok. Dolayısıyla arkasından sevap gönderecek de yok. Böyle bir şey adil olabilir mi? İşçinin hakkını yiyen bir iş adamıyla, hakkını alamayan işçi nasıl aynı kefeye konulamazsa, böyle bir şey de adil olamaz. Yüce Allah haksızlık beklenir mi? Biz yine en iyisi Kur’an’a müracaat edelim:

Ahkaf Suresi 19. Âyet;
Asla kendilerine haksızlık yapılmaz.
Enbiya Suresi 47. Âyet;
Hiç bir şekilde haksızlık edilmez.
Nisa Suresi 40. Âyet;
Allah zerre kadar haksızlık etmez.
Nisa Suresi 49. Âyet;
Hiç kimse kıl payı kadar haksızlık görmez.

            İmtihanı devam eden sizlerin, karnesini almak üzere bekleyen (ölmüş) yakınınıza zerre kadar faydanız dokunmaz. Sizi anneniz babanız hayırlı bir evlat olarak yetiştirmişse o da amel defterinizde zaten kayıtlıdır. Öğrencilik yıllarımda, çamaşır suyu ile karnesinde not değişikliği yapan arkadaşlarımı duymuştum. Ahiret hayatında benim notumu değiştirebilecek Allah’tan başka hiçbir güç yoktur. Dahası, Yüce Allah’ın haksızlık olmayacağını buyurması, nota müdahale etmeyeceğinin teminatıdır.
Bize şefaat edecek olan da kendi amel defterimizdir.

https://draft.blogger.com/u/0/blog/post/edit/2335951231424687696/3135696209605249965

Bunları böyle düşünmenizi ve toprağın altına girmeden önce azığınızı hazırlamanızı dilerim.
            Bizim için en önemli olan, Yüce Allah kitabın da sürekli uyardığı, düşünmek ve akıl kullanma konusunu önemsememizdir.  Çünkü düşünmek, akletmek de ibadetin bir parçasıdır.  İslam’ında şartlarındandır. “İslam’ın şartı beştir.” denir ya haşa… İslam’ın şartı Kur’an’ın tamamıdır.
            Akletmenin yanında, onu destekleyici tedebbür, tezekkür, tefakkuh, tefekkür kavramları da kullanmıştır. Yüce Allah “Hala tedebbür etmeyecek misiniz? (4:82), Hala tezekkür etmeyecek misiniz? (6:80) Dala tefekkür etmeyecek misiniz? (6:50) Hala akılınızı kullanmayacak mısınız? (11:51)” diye serzenişte bulunmaktadır. “Akıl” kelimesi Kur’an’ın yaklaşık 72 yerinde geçmektedir. Akıl etmeyi destekleyici yukardaki kavramları da düşünürsek, yaklaşık her on ayette bir bize düşünüp akletmemiz emredilmektedir. Buna rağmen akletmek zorunlu ibadet olarak görünmez. Aksine birileri “Aklını bir kenara koy, öyle gel.” diyerek cenneti vaat ederler.
Kur’an’da “Aklınızı kullanın, aklınızı kullanmaz mısınız? Hiç mi düşünmezsiniz?” gibi ayetler önemsenmez. Yunus Suresi 100. ayette bakın bizi nasıl tehdit ediyor.

Yunus Suresi 100. Ayet;
“ Allah, aklını kullanmayanların üstünde inançsızlık pisliği oluşturur.”

            Yaşamımız da sürekli aklımızı ön plana almamız gerekmektedir. Yüce Allah’ın böyle bir emri varken başkalarının aklına ne kadar güvenilir ki?

https://aydinorhon.blogspot.com/2021/07/dusunmek-akletmek-de-islâmin.html

            Sürekli aklınızı kullanın diye ikazlarında bulunan, Yüce Allah tarafından bana eğer konuşma izni verilirse, “Lütfettiğiniz aklımla, emirleriniz doğrultusunda dinimi yaşama gayreti içerisin de oldum. Eğer günahlarım varsa, Rahim sıfatınıza sığınıyorum.” diyebilirim. 65 yaşından daha öncesi, toprak altına girseydim, inanın ne derdim bilmiyorum… “Şu câminin hocası şöyle diyordu… Dedem böyle diyordu… Şeyhim bana şu görevleri vermişti… İlahiyatçı profesör yanlış mı söylemiş? Bizim cemaate torpil var, demişlerdi… Benim çalıştığım başkalarının kitabı mıymış? Kur’an‘ı anlayamazsın diyenler yalan mı söylemiş? Benim şefaatçim gelmedi mi? Kem… küm…”
En’am Suresi 94. Ayet;
Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi teker teker bize geldiniz. Size verdiğimiz dünyalık nimetleri de arkanızda bıraktınız. Hani hakkınızda Allah’ın ortakları olduğunu zannettiğiniz şefaatçilerinizi de yanınızda görmüyoruz? Artık aranızdaki bağlar tamamen kopmuş ve (Allah’ın ortağı olduklarını) iddia ettikleriniz, sizi yüzüstü bırakıp kaybolmuşlardır.

En’am Suresi 159. Ayet;
“Gerçek şu ki, dinlerini parça parça edip kendileri de gruplaşanlar, sen hiç bir şeyde onlardan değilsin. Onların işi ancak Allah’adır. Sonra O, işlemekte olduklarını kendilerine haber verecektir”

            Kendini düşünüyorsanız kendi aklınızı kullanmalısınız. Başkalarının aklından da faydalanabilirsiniz. Başkalarının aklıyla edindiğiniz bilgileri Kur’an ve kendi akıl süzgecinden geçirdikten sonra uygulamaya geçmelisiniz.  Allah’ın vahyini hayata taşımadan önce bizzat kendiniz düşünüp akletmelisiniz. Yönünü Kur’an’a çeviren kardeşlerim, kısa bir süre sonra bana hak vereceklerdir. Kur’an’ın terki dinin terkidir. Allah’ın gerçek olan emirleri Kur’an’ı içindedir.
Furkan Suresi 30. Ayet;
O gün Elçimiz diyecek ki, “Ey Sahibim, benim kavmim bu Kur’ân’ı kendilerinden uzak tuttular.

           
Sizden, kardeşiniz olarak tek bir dileğim var. Allah’ın size gönderdiği kitabı rahatlıkla ulaşabileceğiniz yere indirin. Oturduğunuz koltuğun yanı başında, masanızın üzerinde, yatağınızın yanında, sürekli elinizin altında olsun. Korkmayın, Kur’an çarpmaz! Kur’an asıl çarpıklıkları düzeltir. O’nu Arapça okumayın da demiyorum. Fakat lütfen mealini de okuyun.
Kur’an okuyabilmeniz için abdest almanıza gerek yoktur. Abdest sadece namaz kılmak için gereklidir. Vakıa 79. Ayeti abdeste delil olarak gösterirler. Ayet bedensel temizlik için değil,  zihinsel temizlik için gönderilmiştir. Anlayamazsınız dedikleri Kur’an’a, bir engel de abdestle koymuşlardır. Yüce Allah Kur’an’ı anlaşılmasın diye mi göndermiş? Günümüzde herkesin cebinde yüzlerce Kur’an var. Hafızlar ezberindeki Kur’an’la her türlü yaşamlarını devam ettiriyorlar. Eğer abdest emri olsaydı, kimse abdestsiz dolaşamazdı. Bakalım konuyla ilgili ayet ne diyor?
Vakıa Suresi 79. Ayet;
Ona ancak temizler, arındırılmış olanlar dokunabilir:

Bu ayetin abdestle alakası olmadığını başka bir ayetle destekleyelim. Yüce Allah Nebî Davut’a nasıl bir talimat veriyor. Bakalım:
Nâziyât Suresi 17-18. Ayet;
Firavun'a git; çünkü o, azdı.'
Ona de ki: “Temizlenmek ister misin?'

Bu ayette; Nebî Davut, Firavuna “Abdest almak ister misin?” demiyor. Kâfire neden böyle bir şey söylesin ki?... Hamama da davet etmiyor. Burada ki temizlik de zihinsel temizliktir. Nebi Davut, “Küfürden temizlenmek ister misin?” diye soruyor? Kafasındaki kötü bilgilerden arınmaya davet ediyor. İşte bizden istenen abdest değil, zihinsel temizliktir. Bakara 269. Ayet gibi birçok ayette de Yüce Allah, “temiz akıl sahipleri”  diye hitabından da, zihinsel temizlikten söz ettiği anlaşılmaktadır. Önce kafamızdaki bütün dini kirli bilgilerden temizleneceğiz. Sonra Kur’an’la tanışacağız. Ancak bu şekilde Kur’an’ı çok iyi şekilde anlayabiliriz. Böyle bir temizliği başaramazsanız, ister istemez Kur’an’ı bilgilerinizle harmanlamaya kalkarsınız. Ya da bilgilerimize, Kur’an’ı uydurmaya çalışırsınız. Bakarsınız ki çelişki olmayan Kur’an’da, bir sürü çelişki oluşmuş. O zaman da, Allah’ın kitabına iman etmemiş olursunuz. Sadece iman ettiğinizi sanırsınız. Kur’an’a samimiyetle inanmalıyız, güvenmeliyiz. İmanın gereği budur.
            Kur’an’ı okurken tek bir meal üzerinden gitmeyin. Başka meallerle karşılaştırarak okuyun. Cep telefonunuzda bile onlarca meal var. Google’da yazsanız bir sürü meal siteleriyle karşılaşırsınız. Mesela: “Zuhruf Suresi 36. Ayet” diye yazdığınızda, ayetle ilgili adresleri görürsünüz.
Bir kaç internet adresi vereyim:
(
www.acıkkuran.com; www.kuranmeali.com; www.kuranvemeali.com; www.mealler.com; www.kuranayetleri.net)

Zuhruf Suresi 36. Ayet;
Kim Rahman'ın Zikri'nden (Kur'an'dan) yüz çevirirse, başına bir şeytan sararız; o, onunla beraber olur.
Burada zikir’in de Kur’an olduğunu bilmeyen kardeşlerim öğrenmiş oldu.
Halk arasında zikir nasıl biliniyor: Zikir çekmek için, önce tövbe edilir. Sağa-sola, öne-arkaya yatarak tempolu ve hep bir ağızdan “estağfurullah” kelimesini tekrar etmekle başlar.  Çekilmek istenen zikir, daha sonra alim denilen kişilerce uygulanan yönteme göre de devam edilir. Zikir çekilirken sadece Allah’ın isimleri değil, nebilerinin isimleri de zikir edilir. Özellikle de Nebi Muhammed için salavat çekmek oldukça kıymetlidir; çünkü salavat çekmek, Nebi Muhammed’e şefaatine nail olmakmış.
            Ben çocukluğumda bu kişilerin arasında bir kez bulundum. Bir yanağından şişi sokup, diğerinden çıkarttıklarını, kızgın metal parçasını dillerine sürdüklerini dehşetle izlemiştim. Bu insanlara, Kur’an’dan bir ayet sorsanız haberleri yoktur. Kendince zikir çekiyor, yaptıklarını ibadet sanıyorlar.
Kur’an’ı elinizden düşürmediğiniz, üzerine eğildiğiniz sürece içinizi bir huzur kaplayacaktır. Yüce Allah’ta “Tane tane, güzelce okuyun.” diyor. (73/4) Eğer Kur’an’ı bırakırsak şeytanı musallat etmekle tehdit ediyor. (43/36)
            Okudukça görecesiniz ki yapılan yanlışlar sadece benim size aktardıklarım kadar değil. Benim anlattıklarım deve de kulak… Kur’an’ı anlamaya başladığınızda, artık kimse sizi kandıramayacak. Çok geç olmadan Allah’ın mesajlarını hayatınıza geçirmenizi diliyorum. Kur’an’ı Nüzul sırasına göre okumanız, anlamanızı daha da kolaylaştıracaktır.

 
https://aydinorhon.blogspot.com/2021/04/neden-nuzul.html

 
           Kur’an’ın orijinalinde nebî, resul geçmektedir. Meallerin çoğunda Kur’an’da olmayan farsça “peygamber” kelimesini görürsünüz. Bu şekilde okunan mealde anlam karmaşası oluşur. Kur’an’da olmayan çelişkiler görürsünüz. Onun için “nebî ve resul” kavramını çok iyi bilmeliyiz. Resule itaat şartı vardır. Nebi’yi tabi ki örnek alabiliriz. Örnek alırken de rivayetlerin doğruluğundan emin olmamız gerekir. Bunu anlayabilmenin tek yolu da Kur’an’dır. Nebi’ye itaat şartı yoktur.

Nebi resul kimdir

Kur’an’ın ne dediğinden daha çok, ne demek istediğini anlamaya çalışın. Tek bir ayetle yola çıkarsanız yanılabilirsiniz. O ayetin önünde ve sonundaki ayetlere de bakın. Hatta Kur’an bütünlüğünde düşünerek, anlamaya çalışın. Birilerinin söylediği gibi Kur’an anlaşılmaz ve eksik değildir. Yüce Allah anlaşılmayacak ve eksik kitabı bize neden indirsin ki? Ben 65 yaşından sonra Kur’an’ı anlayabiliyorsam, inşallah sizler de anlayacaksınız.

Hadid Suresi 17. Ayet;
(Ama) bilin ki Allah cansız hale gelen toprağa yeniden hayat verir! Ve aklınızı kullanabilesiniz diye mesajlarımızı sizin için kolay anlaşılır kıldık.

Kamer Suresi 17,22,32,40. Ayet;
“Andolsun biz Kur'an'ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. (Ondan) öğüt alan yok mu?”

Maide Suresi 3. Ayet;
“… Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim…”
           
Ayetlerde, Yüce Allah öldükten sonra tekrar dirileceğimizi, öğüt almamızı ve dinini kemale erdirdiğini, tamamladığını yani eksik olmadığını buyuruyor. Biz de bir an önce anladığımız dilden okuyup, Kur’an’dan aldıklarımızı hayatımıza taşımamız gerekmektedir. Kur’an’ı okudukça ufkumuz genişleyecek, bir süre sonra da, Kur’an sizinle konuşmaya başlayacak. Ona da bak, şuna da bak diyecektir. Hangi konuda kitap önermişse sonra da onlara bakabilirsiniz. Ama önce Kur’an. Kur’an’a başlamadan da zihinsel temizliği unutmayalım. (56/79)  Kur’an meallerine gerektiğinde kelime kelime incelemeliyiz.

            Sevgilinizden mesaj beklediğiniz anı düşünün. Sık sık heyecanla telefona bakarsınız. Gelir gelmez cevap yazar, yine heyecanla beklersiniz. Kâinatın sevgilisinden 6236 mesaj gelmiş ve kapalı duruyor. Ne yazık ki açıp bakmıyoruz. Zerre kadar heyecanımız yok. En çok sevdiğinin mesajına bakmamak nasıl bir duygudur, anlamak güç. Yoksa sevmiyoruz da sevdiğimizi mi sanıyoruz? Bu günden itibaren âlemlerin sevgilisinin mesajlarını açmaya başlamazsanız, bir daha hiç açamayabilirsiniz. Benim konumuma her an düşebilirsiniz. Bu kısa dünyada, pişman olacak davranışlar içerisinde olmayın. Sonuçta, “Dünya’da bir gün veya daha az kaldık” demeyecek miyiz?

Müminun Suresi 112, 113. Ayet;
Allah onlara, “siz yeryüzünde yıl sayısı olarak ne kadar kaldınız?” diye soracak; onlar da “Ya bir gün, ya da günün bir kısmı kadar kaldık; onu sayanlara sorabilirsin” diyeceklerdir.

            Geriye doğru baktığınızda bu yaşlara ne kadar kısa zamanda geldiğinizi düşünmüyor musunuz? Sevgili Allah’ın huzuruna nasıl çıkacağız? Kalp temizliği mutlaka önemlidir; ancak sadece kalbin temiz olması cennetin kapısını açmıyor ki… Sakınmamız gereken en önemli nokta şirktir. Maalesef çoğunluk, şirk bataklığında yüzmekte, fakat bunun farkında bile değil. Bir şirkin bütün doğruları götürdüğünü unutmayalım.
Zümer Suresi 65. Ayet:
Yemin olsun ki sana da senden öncekilere de şöyle vahyolunmuştur: Şüphesiz ki (Allah'a) ortak koşarsan, işlerin elbette boşa gider ve elbette kaybedenlerden olursun!

Yusuf Suresi 106. Ayet;
Ve onların çoğu başka varlıklara da tanrısal nitelikler yakıştırmaksızın Allah'a inanmazlar.

            Her şeye sıfırdan başlamanız gerekiyor. Ben artık yalvarsam da, yakarsam da dönüşüm yok. Doğrularımla, yanlışlarımla yüzleşeceğim. Hala fırsat sizlerin elinde, yol yakınken Allah’ın mesajına kulak verin istiyorum.
            Kur’an, Nebî Muhammed Türk olsaydı Türkçe, İngiliz olsaydı İngilizce, Rus olsaydı Rusça inecekti. Aksi takdirde Nebî’de kavmi de hiçbir şey anlayamazdı. Kutsal olan Arapça değildir. Kitabın içeriğidir.

Fussilet Suresi 44. Ayet;
Eğer bu (ilahi kelamın) Arapça dışında bir dilde (indirilmiş) bir hitabe olmasını dileseydik, onlar, (şimdi onu reddedenler,) bu defa, "Neden onun mesajları anlaşılır bir şekilde ifade edilmemiş? Hayret! Arapça dışında bir dil(de indirilmiş bir mesaj bu) ve (tebliğ eden de) bir Arap (elçi)?" diyeceklerdi. De ki: "Bu (ilahi kelam,) iman edenler için bir rehber ve bir şifa kaynağıdır; ona inanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir sağırlık var ve bundan dolayı (Kuran) onlara kapalı, anlaşılmaz gelir. Onlar çok uzaklardan seslenilen (insanlar gibi)ler."
           
Allah her ulusa, kendi dilini konuşan nebi göndermiştir. kendi diliyle de kitap indirilmiştir. Nebi Musa İbrani'dir, İbranice konuşurdu. Ona gönderilen Zebur’da İbranice, Nebi İsa’ya İncil, kendi ve kavmi dilinde Aramice,  Muhammed’in ve ulusunun da, bildiği dilde Kur’an inmiştir. Kur’an’ın Arapça inmesine sebepte Kur’an’ın anlaşılabilmesi içindir. Bizler rivayetleri anladığımız dilden okurken, Allah’ın vahyini anlamadığımız dilde okumamaya inat ediyoruz. Bu Allah’ın emirlerini reddetmek anlamına gelmiyor mu?
Nahl Suresi 103. Ayet;
Andolsun ki biz onların, "Kur'an'ı ona bir insan öğretiyor" dediklerini biliyoruz. İma ettikleri kimsenin dili yabancıdır. Bu Kur'an ise gayet açık bir Arapçadır.
           
Anlamadığımız dille Kur’an’ı seslendirmek, kendinizi kandırmaktan başka bir şey değildir. Allah’ın emirlerine kulak vermeden dini nasıl yaşayabiliriz? Bakara Suresi 222. Ayeti veya benzer ayetler okunurken, huşu içinde dinleyen, dinlerken gözyaşı döken kişilere şahit olanınız vardır. İçeriğinden ne okuyan haberdar, ne de dinleyen. Kim bilir ne düşünüyor da ağlıyordur. Ağladığı ayetin mealini o kişiye okusanız, morarır kalır. Yüce Allah’ın emrinden bihaber, ağlasa ne olur, ağlamasa ne olur? Bir de ağlıyormuş gibi yapanlar var. Onlara hiçbir şey demiyorum.
           
Allah cümlenizi Kur’an’ı anlayarak okuyan, anladığıyla yaşayan kullarından eylesin. Rabbimiz, “Belgelerle açıklanmış, anlaşılır, rehber, rahmet olarak Kur’an’ı indirdik.” diyor. Düşünün, aklınızı kullanın diyor. Ne düşünür, ne de aklımızı kullanırız.

Nahl Suresi 44. Ayet;
(O resulleri) apaçık belgeler ve kitaplarla gönderdik. İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu Kur’an’ı indirdik.”

Zuhruf Suresi 3. Ayet:
Gerçekten Biz onu, belki aklınızı kullanırsınız diye Arapça bir Kur'an kıldık.

Nahl Suresi 89. Ayet;
“(Ey Muhammed!) Her ümmetin kendi içinden üzerlerine bir şahit göndereceğimiz, seni de onların üzerine bir şahit olarak getireceğimiz günü düşün. Sana bu kitabı; her şey için bir açıklama, doğru yolu gösteren bir rehber, bir rahmet ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.”
           
Bu ayetlerden haberi olmayanlar, paşa paşa akıllarını bırakıp malum kişilere teslim oluyorlar. Tabii olduğu kişileri, tasvip etmedikleri durumda da görseler “Bunda da vardır bir hikmet” deyip, umursamıyorlar. Çok ahlak dışı duyumlarım da var. Gözümle görmediğim için bahsetmek istemiyorum. Gayem bu insanların ne derece, akıllarını bıraktığını anlatabilmektir. Bu kişilerin en kısa zamanda akıllarını başlarına almaları gerekir ki, bu onlar için artık oldukça zordur. Çoğu aklını kullanma yeteneğini kaybetmişlerdir.
           
Dinimi yaşadığım kısa dönemde çevreme anlatmaya çalıştım. Atalarımızın dini o kadar ağır basmış olacak ki, beni dinden çıkmış gibi bile görenlere rastladım. Hiç Allah’ın emirlerini hayatına taşımaya çalışan, Yüce Allah’ın vahyi Kur’an’ı Kerim’e bütün kalbiyle katkısız, şartsız iman eden kişi, dinden çıkmış olabilir mi? Ama doğru olanı, onların yaşadıklarını sandığı dinden çıkmamdır. İnşallah, kulaktan dolma yaşanan uydurulmuş, atalarımızın dininden, dilediğim gibi çıkabilmişimdir. İnşallah, katıksız Müslüman olarak toprağa girmişimdir. İnşallah, uydurulmuş dinden kendimi kurtarabilmişimdir.
           
Şimdi beni toprağa attınız. Biraz sonra çekip gideceksiniz. Çok yakın bir zaman da, sizler benim olduğum yerde, sizlerin bulunduğunuz yerde de başkaları olacak. Sakın, “Adam gitti, bizi de arkasından çağırıyor!” demeyin. Benim öyle bir gücüm yok. Allah’tan başka kimsenin de buna gücü yetmez. Yaprak sarması gibi, ayaklarınızın altında yatıyorum.  Ayrıca sizlere kıyar mıyım? Sadece, ömrün çok kısa olduğunu söylemek istedim. Ahirette sorulduğunda hani diyeceğiz ya… “Bir gün veya bir günden daha az kaldık.” (28/113) Onu hatırlatmak istedim. 
            Kur’an’a paralel binlerce kitap oluşturulmuş. Güya aynı yola çıkarmış. Birisinin “ak” dediğine diğeri, hayır “kara” derse bunlar nerede buluşacaklar da Allah’ın yoluna girebilecekler. Allah’ın değişmez tek yasası vardır. (17/77) Din yalnız Allah’a aittir. (39/3) Hüküm yalnız Allah’ındır. (12/40) Hükümü Allah’tan başkasına bırakan, dinden sapılmış olur. Her hüküm için, Kur’an’dan referans almak zorundayız.

Kehf Suresi 27. Ayet:
Rabbinin kitabından sana vahyedileni oku. O'nun kelimelerini değiştirecek hiçbir kimse yoktur. O'ndan başka asla bir sığınak da bulamazsın.

            Yüce Allah’ı bırakıp,  Nebî Muhammed’den şefaat beklentisine giriyorlar. Ölmüşlerin yüzü suyu hürmetine, Allah’tan istekte bulunuyorlar. Şeyhi, gavsı, kutubu olanlar, onlardan cennet pasaportunu almadılar mı?
            Bilim adamlarına göre, 386 bin yıl önce yaratılan insanoğluna bilgilerin verilmesiyle birlikte, kâinattaki bütün varlıklar Âdem’in (insanların) emrine sunulmuştur. Benim bugün dünyayı terk edişim gibi 386 bin yıl önce ölen kişiler de var. Yüzbinlerce yıl içinde ölenlerde… Ben de diğer ölenlerde din gününü beklemekteyiz. Kur’an’i dayanağı olmayan bir inanç var. Ölen amel defterine göre cenete veya cehenneme gidecek diye düşünülür. Bir tarafta yüzbinlerce yıl önce günahkârlar cezasını çekmeye başlamış, beni daha yeni gömdünüz, sizler de hayattasınız. Bu adil değil. Âdem döneminde ölenle, kıyametin son anında ölen arasında, zaman açısından hiçbir fark yoktur. Zaman dünya hayatında yaşayanlar için vardır. Âdem döneminden beri kabirde bekleyenler, son kişinin ölümünden sonra hep birlikte ayağa kalktıklarında; “bir gün veya bir günden daha az kaldık.” diyecekler. 386 bin yıl önce ölmüş kişide, en son ölen kişi de, din günü aynı anda ayağa kalkacaktır. Yüce Allah darı tanesi kadar bile, haksızlık yapılmayacağının taahhüdünü veriyor. (21/47) Bu bağlamda, ilk yaratılışta bile insan akıllarının eşit olduğunu düşünüyorum. Kimisi aklının yüzde birini kullanırken, kimisi de yüzde onunu kullanıyor. Kimisi de hiç kullanmıyor, kiraya veriyor. Bence farklılık böyle oluşur. Doğrusunu Allah bilir.
            Ömrümün çok büyük bir bölümünde kulaktan duyduklarımla dinimi yaşadım. Daha doğrusu yaşadığımı sandım. Yaşadığım uydurulmuş bir dindi. Allah’ın kitabıyla alakası olmayan bir din… Mekkeli müşriklere kendimi benzetmek istemiyorum; fakat pek farkım da yoktu. Atalarımın dinine uymuş gidiyordum. Tarikatlar, cemaatleri arası ayrım yapmazdım. Hemen her cemaatin sohbetinde bulundum. Cemaatlere tek kızdığım nokta, birbirlerinin arkalarından atmalarıydı. Her cemaat diğerini ötekileştiriyordu. Her biri kendisinin doğru, diğerinin yanlış yolda olduğunu savunuyordu.
Rum Suresi 32. Ayet:
(yahut) inançlarının bütünlüğünü bozarak parçalara bölünen ve her grubun yalnız kendi sahip olduğu (ilkelerle) övündüğü kimselerden olma!

            Sevgili Nebî Muhammed’in ölümünden 60 yıl sonra, çıkmaya başlayan bir kısım kişiler tarafında, Allah’ın dinindeki yasalar delinmeye başladı. Mezheplere, o da yetmedi, tarikatlara bölündü. 200-250 yıl sonra dinimiz tamamen çığırından çıkarıldı. Allah’ın haram kıldıkları dışında, haramlar belirlediler. Birisinin haram dediğine, diğeri helal diyebildi. Yüce Allah ayetlerinde Ben’im kanunum değişmez diyor. (48/23) Yani Nebî Âdem’e neyi helal neyi haram kılmışsa Nebî Muhammed’e ve arada kalan bütün nebîlere de aynı şeyleri haram ve helal kılmıştır. Hâlbuki Biz kendi kafamıza göre bize şu helal, size şu haram diyerek fırkalara ayrılabiliyoruz. (3/103) Allah’ın Âdem’den günümüze tek bir dini var. O’da İslam’dır. (3/19).

Fatır Suresi 43. Ayet;
Yeryüzünde büyüklük taslamak ve kötü tuzak kurmak için (böyle davranıyorlardı). Oysa kötü tuzak, ancak sahibini kuşatır. Onlar ancak öncekilere uygulanan kanunu bekliyorlar. Sen Allah'ın kanununda hiçbir değişiklik bulamazsın. Sen, Allah'ın kanununda hiçbir sapma bulamazsın.

            Allah’ın kitabına paralel kitaplarla, dinimizin rotasını değiştirdiler. Yüce Allah’ın kitabı bir kenara bırakıldı. (25/30) Bırakmayanlar da anlamadığı dilden, haşa şarkı gibi namelerle okudular. Okuduklarını da ölmüşlerine gönderdiler. Kendilerinin fayda sağlamadığı Kur’an’dan, ölüler ne fayda sağlayabilir ki… (35/22) ; (36/70) Farklı kitaplarla dinimizi yaşadığımızı sanıyoruz. Utanmadan, Allah’ın helal ettiklerini, haram ediyoruz. Yahudiler de aynı şekilde deve etini, sütünü, iç yağ vb. yiyecekleri kendilerine haram etmişlerdir.

Al-i İmran Suresi 93. Ayet;
Tevrat indirilmeden önce, İsrailoğulları'nın [günah diyerek] kendine yasakladığı şeyler dışında bütün yiyecekler onlara helal idi. De ki: “Eğer söylediklerinizde samimi iseniz Tevrat'ı getirin de onu okuyun!”
Aynı şekilde bize de soracak ben bunları size helal kılmıştım. Siz benim dışımda ilahlarınıza uydunuz. Çağırın ilahlarınızı da şimdi sizi kurtarsın demeyecek mi?

Maide Suresi 87. Ayet;
Ey iman edenler, Allah'ın sizin için helal kıldığı güzel şeyleri haram kılmayın ve haddi aşmayın. Şüphesiz Allah, haddi aşanları sevmez.

            Güneyimizde şu an savaş devam ediyor mu? Cevap vermeseniz de olur. Nasıl olsa duymayacağım. Suriye ve Irak da çok ilginç şeyler oluyordu. İkisinin de Müslüman ülke olduğunu biliyoruz. İnsanlar “Allah-u Ekber” diye tetiği çekip öldürürken, ölen de tekbir getirerek ölüyordu. Hani Allah katında tek din İslam’dı? Buna iman ediyorduk. Bir Müslüman diğer Müslüman’ı öldürür mü? Müslüman’ın nefsi müdafaa dışında insanı öldürmesi yasaktır. (2/190-193) Öyleyse neden Müslümanlar birbirini öldürüyor? Müslümanlığın alt sürümleri var da ondan. Yüce Allah’ın kitabına imanımız tam değil de ondan… Kur’an bir insanı haksız yere öldürmenin, bütün insanlığı öldürmek olduğunu söyler. (5/120) Burada ki problem Müslümanların Kur’an’ı terkinden kaynaklanmaktadır. Her grup kendine göre bir din oluşturmuş ve o istikamette gidiyor. Bunların rehberi kesinlikle Kur’an değil. Kur’an olsa yol da aynı olur. Her fırka “Müslüman’ım” diyor ama inançları farklı… Her hangi bir Müslüman’ım diyene “Senin Kur’an’a karşı imanın yok.” deseniz korkunç tepki alırsınız. Aynı kişiye bir ayet okusanız ve sorsanız: “Bu ayete iman ediyor musun?” alacağınız cevap muhtemelen “hadis var, icma var, kıyas var” olacaktır. Genellikle “hadis” Nebî Muhammed’in ağzına başkaları tarafından yakıştırılmış sözdür. Bütün güzel hadisler (sözler) Allah’ındır. (35/10) “İcma” İslam müçtehitlerinin, dini bir konuda ortak hüküm vermeleridir. Müçtehitlerin belirlediği hükümdür. “Kıyas” İki şey arasında benzerlik tespit etmektir. Müçtehitler, güya kendilerini garanti altına almışlardır. Bir müçtehit, içtihat eder ve içtihadında isabet ederse iki sevap, hata ederse bir sevap kazanır. Her türlü sevap kazanıyor. Öyle diyorlar da, sevabın delili yok, kaynağı yok… Kendin çal, kendin oyna hesabı… Her ne kadar kitabımız tek diyorlarsa da, Kur’an’a güvenimiz yok.
            İstanbul dışında oturan bir yakınımın, sürekli meal okuduğunu duydum. Çok sevindim. İstanbul’a geldiğinde görüştük. Kur’an’dan bilgi birikiminin oluşu, beni daha da mutlu etti. “Abdesti nasıl alıyorsun.” Diye sordum. Abdest alış şeklinde hiçbir değişiklik yok. Kur’an’la tanışmadan önce nasıl alıyorsa aynen devam ediyor… Kur’an’da ağız, burun, kulak ve ense yoktur. “Bunlar Kur’an’da var mı?” Dedim. “Ben fazladan onları da yapıyorum.” Diye cevap verdi. Ağzınız, burnunuz pisse, zaten temizlemek zorundasınız. Yüce Allah her şeyi açıklamışta, haşa onları unutmuş mu? Biraz önce söylemiştim. Biz Kur’an’a güvenmiyoruz. Sadece, iman ettiğimizi sanıyoruz… Buradan bir şey daha çıkıyor. Kur’an’a abdest almadan dokunabileceğimizi ve okuyabileceğimizi söylemiştim. Bu kardeşimiz Kur’an okumadan önce abdest almış olduğunu sanıyorum. Asıl yapması gereken zihnindeki bilgilerin temizliğini yapmadığı anlaşılıyor. (56/79) Bu defa da Kur’an’ı, zihnine yerleşmiş olan kirli bilgilerine uydurmuştur.

            Bakın Yüce Allah Kitabında neler buyuruyor? Kur’an’da öğüt için her türlü örnek vardır. (39/27) Kur’an her şeyi açıklayıcı ve yol gösterici rehberdir, rahmettir. (16/89) Onda her örnek, müjde mevcuttur. (39/23)  Hidayet rehberi Kur’an’ı beyan (açıklama) Allah’a aittir. (75/19) Her şeye hâkim, her şeyden haberdar olan Yüce Allah’ın kolaylaştırdığı, sonrada açıkladığı bir kitaptır. (11/1) Kur’an’da hiçbir şey eksik bırakılmamıştır. (6/38) Kur’an’dan başka hiçbir hadise iman edilmez. (45/6) Sadece Kur’an’dan hesaba çekileceksiniz. (43/44) Allah kelime sıkıntısı çekmez. (18/109) Hüküm koyucu, yalnız Allah’tır. (12/40)
            Bu ayetlerden haberleri olup da inanmamak nasıl bir şeydir anlayamadan dünyayı terk ettim. Çözebilirseniz, alın size kocaman bir problem bırakıyorum.
            Allah’a binlerce şükürler olsun ki tevbe ettim. İndirilmiş dini, aklımın yettiği ölçüde hayatıma taşıma gayreti içinde oldum. Tabiri caizse Kur’an talebesi olmaya çalıştım. Bilemediklerim için, ilim sahibi (profesör) etiketi olan veya kendisini yetiştirdiğine inandığım dost kardeş kişilere sordum, yorumlarını inceledim. Şahıslardan ve rivayetlerden etkilenmeme gayreti içinde oldum. Etkilenmediğimi de sanıyorum. Bence doğrusu da budur. Dinde en önemli unsur şirke bulaşmamaktır. Allah’ın kitabına iman etmektir. Düşünmek ve akletmektir. Kur’an’dan anladıklarımızı hayata taşıyabilmektir.
            Bir önemli noktanın altını çiziyorum. Yapılan tek bir yanlış olan şirk, bütün doğruları götürüyor. Bu çok önemli çünkü şirke bulaşanlar bunun farkında değiller.
            Ey dünyada bıraktığım kardeşlerim, ben vasiyetimi yazdığımda niyetim mezarımın başında okutmaktı. Sonra yağmuru, karı, fırtınayı, güneşin kızgın sıcağını düşünerek vazgeçtim. Biraz daha ilavelerle elinizdeki duruma geldi. Sizi de sıkmadıysam çok daha iyi oldu diye düşünüyorum. Yaşantınızda Rabbimden yar ve yardımcınız olmasını dilerim.
            Vasiyetime geri dönelim: Telkin yapılmasını istemiyorum. Bu konuyla ilgili hayatım boyunca hiçbir paragrafını paylaşmadığım, paylaşmak da istemediğim kişiden alıntı yapıyorum. Bu da ölüme nasip olacakmış.
            22 Ekim 2010 Hürriyet Gazetesi Prof. Nihat Hatipoğlu’nun makalesinden bir paragraf:
“Telkin, mezardaki kişiye iman ile ilgili hakikatleri hatırlatmak anlamında yapılan bir duadır. Telkin geleneksel bir uygulamadır. İslam âlimleri bu usulün kullanılmasını tavsiye etmişlerdir. Hanefiler bunu meşru görürler. Şafiiler ve bazı Hanbeli fıkıhçıları ise bunu müntahap sayarlar. Telkin her ne kadar hadis kitaplarında yer almasa da ders verici bir uygulamadır.”
            Övüyor mu, yeriyor mu anlayamadan paylaştım. Madem hadis kitapların da bile yok. Bu uygulamayı neden yapıyoruz? Sırf atalarımız yapmış diye… Güzel, başka: Toprak altında ölmüş kişiye imanla ilgili hakikatler anlatılacakmış. Geç kaldınız kardeşim. Ben ne sizi duyacak, ne duyuracak, ne de kıpırdayacak haldeyim. Benim işim bitmiş. Dahası, İslam âlimleri telkini tavsiye etmişler. Sonra ne olmuş? Hanefi’ler bunu kabul etmişler. Diğer mezhepler telkin yapılmasının sevap olduğunu, terkinin günah olmayacağını söylemişler. Farkında mısınız, burada bir tek Allah’ın kelamı yok? Çünkü ortada Kur’an yok. Bunlar Allah’a dinlerini mi öğretiyorlar. (49/16)
            Çoğumuzun detaylı bildiği telkin masalını, kısaca hatırlatmak istiyorum. Masal olduğunu birazdan anlayacaksınız. Münker ve Nekir denilen iki melek, soru sormak için ölen kişinin yanına varırlar. Ölü canlanır. Sorular hazır. Soruların bir nüshası da tepemde ki hocada… Hocamız bu soruları nereden buldu bilmiyorum. Merak edenler sorsunlar… Hoca cevap anahtarı da hazırlamış bekliyor. Aynen Feto’nun dünyada yaptığı gibi… kabirde de kopyacılık aynen devam ediyor. Melekler aşağıda soruyor, hocamız yukardan kopya veriyor. Mevta cevabı anında yapıştırıyor. Ne kadar güzel, her şey tıkır tıkır işliyor. Tamam, hocamızın kopyası sayesinde, ben paçayı kurtardım diyelim. Denizde boğulan, heyelan, sel, depremde toprak altında kalmış, yanmış cesetleri bulunamamışlara kim kopya verecek? Bunlara da kader kurbanı deyip geçelim. Kader konusuna girmiyorum. İsteyen kardeşlerim aşağıdaki adresten ulaşabilirler.

https://aydinorhon.blogspot.com/2019/07/kadere-iman.html

            Sizi düşünmeye ve aklınızı kullanmaya davet ediyorum. Kopya verilme esnasında hoca hangi ses frekansıyla veriyor? Ben bilmiyorum. Ben nasıl duyarım, hiç aklım kesmiyor. Üzerimde yaklaşık bir-iki metre toprak var. Hele bir de mevtanın işitme problemi varsa bitti demektir. Bir an için toprak altında canlandık diyelim. Daracık alanda oksijen yetersizliğinden kaç dakika yaşanabilir ki? Ondan da vazgeçtim. Yaşadım ve duydum diyelim. Hoca kopyayı Arapça veriyor. Ben Arapça bilmiyorum ki… Ayrıca sorguya çeken melekler işitme engelli mi? Melekler de duymuyor diyelim. Şah damarımızdan daha yakın, (50:16) bize bizden daha yakın olan Allah… Canım Allah’ımın karşısına ne yüzle çıkacağız. Kulu kopya çekerek huzuruna geliyor. Ne kadar utanç verici… Hocam lütfen bana telkin vermesin.
            Allah’tan korkutularak büyütüldüm. Öyle de yaşadım. Size Mevtadan bir öğüt: Allah’tan korkmayın demiyorum; ama daha çok sevin… Sevgili Allah’ın karşısına ne yüzle çıkacağınızın endişesini yaşayın.
            Olmayan bir şeyi varmış gibi uyduruyorlar, sonra da ona çareler arıyorlar. Güya bu kopyalar neticesinde herkes kurtulacak. Kardeşlerim, atalarımızın hatalarını ayıklayıp, doğru yaptıklarını örnek alalım. Mekkeli müşriklerin konumuna düşmeyelim. Kur’an’da bir tane kabir azabıyla ilgili ayet bulamazsınız. Kur’an sadece ahirette ki cehennem azabını bildirir. Tek diriliş vardır o da kıyamet sonrası diriliştir.

https://aydinorhon.blogspot.com/2022/08/kabir-azabi-var-mi.html

Bakara Suresi 175. Ayet;
“... Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar, ateşe nasıl sabredecekler"

            Iskat (devir) istemiyorum. Iskat, “bir kimsenin sağlığında ifa edemediği bazı ibadetlerle ilgili sorumluluğunun vefatından sonra fidye ödenerek düşürülmesi” anlamlarında kullanılır. Iskat: Düşürmek, atmak, izale etmek manasına gelir. İslâm hukukunda ise bir hak veya mükellefiyeti düşürmeyi ifade eder. Iskat, kişinin sağlığında çeşitli sebeplerle eda edemediği namaz, oruç, kurban, adak, kefaret vb. gibi dini mükellefiyetlerinin, ölümünden sonra fidye ödenerek düşürülmesi, böylece o kişinin bu tür borçlarından kurtulması anlamını taşır.
            Ben yaşarken dini vecibelerimi yerine getirmeyeceğim. İmtihan olmuşum her şey bitmiş. Toprağın altına da girmişim. Arkamdan yavrularım benim yapmadığım Allah’a karşı sorumluluğumu yerine getirecekler. Nasıl olacak bu iş? Para karşılığı… Yüce Allah’ın “ihtiyaç fazlasını infak edin” (2/219) emri var. Çocuklarım kendi adlarına infak edeceğine, analarını, babalarını kurtarmaya çalışacaklar. Hem de yaptığının ölmüşlerine bir faydası olmayacak. İyilik yaparsanız faydası kendinize, kötülük yaparsanız da zararı kendinizedir. (17/7) Bu din diye yaşadığımız şeyler gelenektir. Ben şu an dünyadan gittim. Dünya ile iletişimim de bitti. Siz de böyle bir duruma düştüğünüzde, kapsam dışında olacağınızı bilerek yaşamalısınız. Yoksa hüsrana uğrarsınız.
            Yüce Allah sık sık aklımızı kullanmamızı istiyor. Hiç düşünmüyor musunuz diyor. Kuran’ın açıklayıcı, anlaşılır olduğunu defalarca tekrar ediyor. Kur’an’dan imtihan olacağımızı buyuruyor. Kur’an’ın eksiksiz olduğunu, dini tamamladığını bildiriyor. Kur’an’ın kendi korumasında olduğunu buyurmasına rağmen, Kur’an’ı yaşamımıza taşımıyoruz. Yüce Allah’ın vahyine bir an önce kulak verin. Emirleri direkt merciinden Kur’an’dan alın. Aldığınız emirlere itaatsizlik yapmayın. Tek kurtuluş yolu budur…
              Son bir ilave yapmak istiyorum. Ben üç yıl üç ayrı hocadan tecvitli
            Benzer sohbete pek rastlamadığınızı sanıyorum. Bu vesileyle ölüden de sohbet dinlemiş oldunuz. Hayattayken çoğunluğa dinletemedim. Bir de öldükten sonra denemek istedim. Hani ressam öldükten sonra tabloları değerlenir, rağbeti artar ya… Belki benim sözlerim de değer görür diye düşündüm.
J

            Dilimin döndüğünce Kur’an’dan anladıklarımı, anlatmaya çalıştım. Son yıllarımda Müslüman olarak, katıksız Müslüman olarak toprağa dönme gayretinde oldum. İnşallah başarmışımdır. Hocam, yapacağınız dualarda lütfen Allah’tan başka şefaatçi adı geçmesin. Benim şefaatçim kendi amel defterimdir.  Benim için Allah’tan rahmet dileyebilirsiniz. Ben şimdiden “İnşallah” diyorum.

            Rabbimden sizlerin Kur’an’ı anlayarak okuyan, okuduğunu hayatına taşıyan kullardan olmanızı dilerim. Her şey gönlünüzce olsun. Hayırlı uzun ömür, hayırlı ölüm diliyorum.

            Yazdıklarım da doğrularım Allah’a, yanlışlarım ise bana aittir.

                                                                                         Hoşça kalın…                                               

 

 

 

 

                                                      

 

 

  Kur’an Bütünlüğünde Melek Anlayışı – Derinlemesine İnceleme Bilim insanlarının açıklamalarına göre, evrenin başlangıcı yaklaşık 13.8 mil...