“Kur’an’ tek başına yeter” diyebiliriz. Çünkü Kur’an bütünlüğünde düşünüldüğünde bu anlam çıkıyor. Yüce Allah, eksiksiz, kendisinin açıkladığını, imtihan olacağımız kitabın Kur’an olduğunu buyuruyor. Bu İslam tarihinin ürettiği tüm eserleri ortaya döküp yakmak anlamı vermez. Kur’an dışı bütün kitapları devre dışı bırakmak anlamı taşımaz. Kur’an dışı kitaplar; Nebi Muhammed’in hayatı, İslam tarihi, vb. insanın ufkunu daha da açar. Zaten Kur’an, okuyan kişiye “Şunu da araştırmanda fayda var” der. Akla gelmeyeni, düşünme yeteneğini geliştirir. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu, bilmek adına önce Kur’an’dan başlamalıyız ki, bizi yardımcı bilgiler etki altına almasın.
“Kur’an tek başına yetmez” dememeliyiz. Diyemeyiz. Bunu dersek haşa Allah’a eksik sıfat vermiş oluruz.“ 29.51
“Kur’an tek başına yetmez” dediğimizde; Kur’an dışında kocaman bir alan açmış
oluruz. Kur’an’a uyumlu olmayan şeyleri, Kur’an ile reddedemez bir hale gelmiş
oluruz. Her iki anlayışı da terk edip “Önce Kur’an” dememizde fayda görüyorum. Müslüman
hayatının merkezinde Kur’an olmalıdır. Müslümanın anayasası Kur’an’dır. Kur’an
hiçbir kaynak ile mukayese edilemez.
“Kuran yetmez demek” diyen gelenekçilerin, asırlardır süregelen hurafelerine,
sıkıca sarılmak için kullandıkları yöntemdir.
Yukarıdaki bahsi toparlarsak:
Sloganımız “Önce Kur’an” olacak. Kur’an’la çelişen hiçbir bilgiye itibar
etmeyeceğiz. Kur’an’ı Kerim’i imtihan olacağımız ana kitap olarak çalışıp
hayata taşırken, yardımcı kitaplardan da faydalanacağız.
Yüce Allah vahyinden öğüt almamız ve düşünmemiz için Kur’an’ı kolaylaştırdığını buyuruyor. Ardından da “öğüt alan yok mu?” Diyor. (54:32)
Ne yazık ki Yüce Allah’ın bu mesajını duymuyor, bilmiyoruz. Biz farkında olarak
veya olmayarak “Kur’an yetmez” diyenlerin peşine takılmış gidiyoruz.
Ben camilerde Kamer Suresi 32. Ayetinin mealini okuyan bir hocaya rastlamadım;
ama “Siz Kur’an’ın Türkçesini anlamazsınız. Bize soracaksınız.” Diyenleri çok duydum.
“Aklını kullanmayanların üzerine pislik yağdıracağını (10/100) buyuran Yüce
Allah’ı duymayan; “Dinini yaşayacaksanız aklınızı bir kenara koyacaksınız.” diyenleri
de duydum.
Nebi Muhammed’in ölümünden 60 yıl sonra uydurulmuş dinin kıvılcımları çıkmaya başlamıştır.
200-250 yıl sonra da çığ gibi büyümüştür.
Günümüzde çoğunluk uydurulmuş dine (atalarının dinine) iman etmektedir.
Yüce Allah “Eğer yeryüzündeki insanların çoğuna uyarsan, seni Allah'ın yolundan
saptırırlar; onlar zandan başka bir şeye uymazlar ve onlar sadece yalan
uydururlar.” (6/116) diye buyuruyor.
Kitabımızın tek olması rağmen, Dünya kadar paralel kitap yazılmıştır. Kur’an’a terk
edilmiş, (25/39) o kitaplara göre din yaşanır hale gelmiştir. Allah’ın kitabı
da; hadis, fıkıh kitaplarına uydurulmuştur. Kur’an’ da ki ayet bu kitapları desteklemiyorsa
ayetin yok hükmüne sokulmuştur. Bu demek oluyor ki genellikle uydurulmuş (söz)
hadis, Yüce Allah’ın hadisinin (sözünün) önüne geçmiştir. Tevbe haşa sanki
Allah vahyinde sıkıntı yaşadı. Yüce Allah kelime sıkıntısı çekmez. (18/109) Bilmiyorlar
mı ki, “Yeryüzündeki ağaçlar kalem, denizler mürekkep olsa ve arkasından yedi
deniz eklense yine de Allah'ın sözleri bitmez? (31/27)
Hadis, sünnet ve âlimlerin içtihatları dine dönüşmüştür. Birisinin haram
dediğine, diğeri helal demiştir. Yüce Allah’ın yasasının tek olmasına rağmen
dini parçalara ayırdılar. Mezheplerin hak olduğunu iddia ettiler.
Mezheplerden bir örnek verelim:
KONU……………………………... HANEFİ
MALİKİ ŞAFİİ HANBELİ
Erkeğin kırmızı elbise giymesinin
hükmü nedir?........................................Mehruh Helal Haram Mekruh
"Yoksa Allah'a dininizi mi öğretiyorsunuz?” Allah her şeyi çok iyi
bilmektedir. (49/16)
Allah bize kitabında, neyin yasak olup olmadığını açıklamıştır.
Yasaklamadıkları ise helaldir. Yasaklamadıklarını tamamen kendi tasavvurunuza bırakılmıştır.
İster giy, ister giyme; ister ye, ister yeme…
Tebliğ edilen buyruklar dışında sizi sıkıntıya sokacak gereksiz ve
yaşamımıza uymayan şeyler hakkında sorular sormamamız gerekiyor. Yüce Allah
bunları gerekli görseydi Kur’an’ı indirirken bize açıklardı. Açıklamadıklarını
bizim özgür irademize, güç ve
imkânlarımıza bırakmıştır. Yüce Allah açıklanmayanlardan olacak günahları
bağışlayandır. (5/101)
Mezhepler, Nebi Muhammed’den asırlar sonrası beşeri oluşumlardır. Mezhepler din değildir. Siyasi kavramdır. Mezhepler dinle özdeşleştirilemez. İslam’ı da tekeline kimse alamaz. Müslüman'ın mezhebi Kuran'ın mezhebidir. Müslüman Kuran'ın dışında başka bir mezhebe tabi olamaz.
Hüküm koyucu, yalnız Allah’tır. (12/40)
Gelenekçiler, çevirileri kendilerine göre yaparak yol almaktadırlar.
Kur’an’da “Resul’e itaat Allah’a itaattir.” (4/80) der. Bu meal, “Peygambere itaat Allah’a itaattir.”
diye çevrilir.
Ayet de geçen “Resul” kelimesi çoğu mealde Kur’an’da geçmeyen farsça
“peygamber” olarak çevrilmiştir. Hâlbuki Arapça “resul” olarak meale taşınmalı
veya “elçi” olarak çevrilmelidir. Doğrusu budur. Yanlış çeviri ayetin anlamı
tamamen değiştirmiştir. O zaman ne oluyor? Günümüzde ki, gelenekçilerde görüyoruz.
Nebi Muhammed’in yediğine, içtiğine, giydiğine, yattığına, kalktığına itaat
etmektedirler. Onlara o da yetmez; hırkasını, sakalını ilahlaştırırlar.
Kur’an’da bir de “Nebi” geçer. Nebi’nin vahiy dışında, din adına hüküm
koyma yetkisi yoktur. “Nebi” Muhammed’in unvanıdır. Nebi vahyi alan kişidir.
“Resul” elçi demektir. Muhammed’in görevidir. Nebi olarak almış olduğu vahyi,
Resul Muhammed olarak bizlere tebliğ eder. Hem nebi hem de resul Muhammed’in
Yüce Allah adına bağımsız hüküm vermesi mümkün değildir.
Nebi Muhammed, Yüce Allah’tan vahyolunana uyar.(33/2) Vahyin gelmediği dönemlerde de hiçbir şey uydurmaz, uyduramaz. Sadece rabbinden
indirilene uyar.(6/150) Nebi Muhammed, yalnız vahy edilene uyar.(7/203) Eğer bunu yapmazsa resul (elçilik) görevini yerine getirmemiş olur.(5/67) Resulün görevi sadece vahyi tebliğ etmektir.(5/92) Vahyin dışında bir şeyleri din adına tebliğ edemez. İlave de eksiltme de
yapamaz.(38/86) Eğer Allah’a isnat ederek bazı sözler uydurmuş olsaydı, Yüce Allah onu
kudretiyle yakalar, sonra da şah damarını keserdi.(69/44, 45, 46) Yüce Allah hükmüne kimseyi ortak etmez.(18:26) Kur’an
her şeyi açıklayıcı ve yol göstericidir. (16/89) Kur’an’da her örnek mevcuttur. (39/23) Kur’an’ı beyan (açıklama) Allah’a aittir.(75/19) Her şeye hâkim, her şeyden haberdar olan Yüce Allah’ın kolaylaştırdığı, sonrada açıkladığı bir kitaptır.(11/1) Kur’an’da
hiçbir eksik yoktur.(6/38) Allah bizim için, Kur’an’dan başka hiçbir hadise iman edilmez.(45/6) Sadece Kur’an’dan hesaba çekileceğiz. (43/44)
Dinimiz tevhit dinidir. Biz Yüce Allah’ın kitabına yönelip
hayatımıza taşımaz, başkalarının kitabına yönelirsek hesap günü hüsrana
uğrayanlardan oluruz.
Hesap günü Yüce Allah şöyle diyecek: “İns ve cin topluluklarından sizden önce
gelerek şirk koşup, küfre sapmış olanlarıyla birlikte girin ateşe.” Ve her
topluluk ateşe doğru ilerledikçe kendilerini şirke bulaştırmış olup, günahları
nedeniyle olumsuz puanları fazla bulunanlara lanet edecek ve “Ey Rabbimiz, işte
bizi bunlar yanlış yola sürükledi. Bu nedenle de onlara vereceğin ateş azabını
kat kat ver” diyeceklerdir. O zaman Yüce Allah “ zaten hepsi için kat kat azap
kararlaştırılmış bulunmaktadır. Tabi siz bunu bilemezsiniz.” Diyerek, insanları
şirke bulaştıranların ek günahları olacağını açıklamıştır. Önce ateşe doğru
gitmekte olanlar da, sonra gelenlere şöyle diyecekler: “Sizin de yapılan
yanlışı önemsemeyip direnmekte olan bizden kalır bir yanınız yoktur.
Yaptıklarınıza karşılık, sizde tadın bakalım azabı.” Denilecektir. (7/38, 39)
Hesap günü yüzleri ateşte ıstırap içinde değişirken, “Eyvahlar
olsun! Keşke Allah’ın gönderdiği ve Resulün bildirdiği ayetlerini değişmez amaç
ve hükümlerini ret etmeseydik” diye pişmanlıklarını belirtecekler. (33/66) Ayrıca Yüce Allah’a “Rabbimiz, biz dini liderlerimize ve idarecilerimize uyduk.
Onlar da bizi saptırırdılar.” Diyecekler. (33/67)
Deseler de son pişmanlık fayda vermeyecektir.
Gerçek şu ki, Allah’ın kabul edip tüm nebiler aracılığı ile gönderdiği tek din,
şirk koşmadan tek ilah olarak Allah’a teslim olmak temelli din olan İslam’dır.
Daha önce kitap verilmiş olanlara (Yahudiler ve Hristiyanlar) gerekçelerle
birlikte bilgiler gelmişti. Buna rağmen hırs ve çekemezlikleri nedeniyle,
bildirilen dini kuralları muhkem,
(değişmez) ve müteşabih (değişken) hükümleri, farklı olan yorumlarına
dayatarak farklı gruplara ayrıldılar. Ve farklı dini görüşleri oluşturdular. Hâlbuki
kim, Yüce Allah’ın ayetlerindeki gerçeklerini kabul etmez ve değiştirecek
olursa hesabının hızla yapılıp cezalandırılacağını bilmeleri gerekir. (3/19)
İnsanlar şeyhini, gavsını, kutubunu ilahlaştırdığının farkında
bile değiller. Mekkeli müşriklerden farklı savunma yapmazlar… “Biz onlara
sadece, bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz” derler.
(39/3)
Camiye gittiğinizde dikkat etmenizi rica ediyorum. “Allah”
kelimesi geçtiği zaman cemaati inceleyin, bir de Nebi Muhammed’in adı
geçtiğinde, bakın neler oluyor. Ayrıca
camilerde Allah’tan başkasına dua edilemez. (72/18) Onların çoğu Allah’a ancak
ortak koşarak inanırlar. (12/106) Fakat ortak koştuklarının farkında bile
değillerdir. (6/22, 23)
Başımızı iki elimizin arasına koyup düşünelim. Nebi Muhammed’i Allah’tan daha
mı çok seviyoruz? Kendisine aşırı sevgimizden dolayı fazladan güç mü pompalıyoruz.
Yüce Allah ve sevgili Muhammed’imizle ilgili birkaç ayet numaraları paylaşalım:
Yücelik Allah’ındır. (74/ 3) Allah'ın indirdiği dine göre bütün
övgü Allah'a mahsustur. (1/2) İzzet ve şeref Allah’ındır. (35/10)
Nebi Muhammed etrafındaki münafıkları dahi seçemez. (9/101) Kendine
ve bize gelecek bir zararı önlemeye gücü yetmez. (7/188) Nebi Muhammed Allah’ın
kulu ve resulüdür. (3/144) yeri gelir arkadaşımızdır. (53/2) Nebi Muhammed’in mucizesi sadece Kur’an’dır. (17/59)
Yarın kendisine ne yapılacağını bilmez. (46/9) Nebi Muhammed, gaybı bilmez,
melek değildir. (6/50)
Bizim gibi beşerdir. (18/110) Nebi muhammed, kimsenin koruyucusu, kurtarıcısı,
vekili değildir.
Birazda haşa Allah’a öğretilen dine bakalım. (49/16)
Âlimler Nebinin varisidir. Âlimler doğru
içtihat yaparlarsa 2, yanlış içtihada 1 sevap verilir. Yani dini bozmalarına
rağmen sevap kazanıyorlar.
İhtilafta rahmet olduğuna inanırlar. Bu da dini ne kadar bölsen de
parçalasan da problem yok demektir. (6/159)
Mezhep âlimlerinde ki farklı görüşlerde, doğrulu yanlışlı sevap furyası vardır.
Nebiler
için “günah işlediler” deseniz pek sorun etmezler; fakat Allah’ın vahyi
Kur’an’ı işaret ettiğimizde de kıyamet kopar.
Buhari, Müslim hakkında bir kelime söyleseniz, kelimeyi ağzınıza
tıkarlar. Kur’an’a ters düşen bir rivayeti öne çıkartsan, hadis inkârcısı olup
çıkıyorsun; ama Buhari, Müslim iki bin’in üzerindeki hadisi elinin tersiyle itmeleri
sorun olmuyor.
Youtube’da bir video izledim. Kelime kelime yazmaya çalıştım.
Bakınız Ebubekir Sifil ne diyor?
“Önünüze yüzlerce Kur’an ayeti koysalar ve deseler ki, “kader diye bir şey
yoktur. 1400 sene önce uydurmuşlar. Kader inancı yoktur dense ve önünüze
yüzlerce ayet koysalar, hemen yelkenleri indirmeyin. Sünnette ve senette bu var
mı deyin? Sahabe, tabiin ve tebe-i tabiin de kader inancı var mı? Yoksa, ayette
de varsa bidattır. Terk edilmelidir. Reddedilmelidir. Tek başına ayete
dayandırılıyor olması, ona meşrutiyet kazandırmaz. İsterse 500 tane ayet
okusunlar. Kur’an’da şu vardır, bu vardır diye 500 tane ayeti delil
gösterseler, sünnetten ve senetten dayanağı, tasdiki yoksa bidattır.”
Sonuçta rivayetler insanların kararıyla vahyin önüne geçiyor… Bir tarafta Allah’ın ayetleri, diğer tarafta
beşerin verdiği hüküm. Böylece iş çığırından çıkıyor. Eğer beşerin yazdıkları
Allah’ın kitabını onaylamıyorsa o ayet yok hükmüne geçiyor. Şimdi ne oldu? Hani
hüküm Allah’ındı. (12/40) Hani Kur’an’a
iman ediyorduk. Şimdi, Ebubekir Sifil ve onun gibi düşünenler Allah’ın kitabı mı,
yoksa beşerlerin yazdığı kitaplar mı iman ediyorlar? Buraya da bir soru işareti
koyalım…
Sahabeye Kur’an yeterken nasıl oluyorsa 200-250 yıl sonra haşa
Kur’an yetersiz oluyor. Ebubekir Osman’a yetti. Bize yetmiyor. Olacak iş değil… Her namaz sonrası otuz üç
defa “suphanallah” diyen; gerçi böyle başlayıp, “sup, sup” diye bitiren
insanların çoğunluğu “Allah’ım her türlü eksiklikten münezzehsin” dediğini
bilmez. Söylediğini bilmediği için de Kur’an’ın yetersiz olduğunu savunurlar.
Haşa Allah’a eksiklik sıfatı yakıştırırlar. Kur’an bizler için bir hayat kitabı
ve mucizedir.
Kendilerine
okunan kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi? Şüphesiz bunda inanan bir kavim için bir
rahmet ve bir öğüt vardır. (29/51)
“Şimdi, eğer yeryüzünde yaşamakta olanların çoğunluğuna uyacak
olursak, bizi Allah'ın yolundan saptırırlar: Onlar ancak başkalarının zanlarına
tâbi olurlar ve kendileri hiçbir şey yapmayıp sadece tahmin yürütürler.”(6/116)
Öylede oluyor.
İşin kötüsü bunların ardı arkası kesilmiyor.
Sahneye İhsan Şenocak çıkıyor: “Buhari, Müslim çökerse bin çöker” diyor.
Şenocak, İslam dinini Allah’ın değil Buhari’nin Müslim’in dini olduğunu
sanıyor. Dine böyle bir yaklaşım olabilir mi? Hangi akıl bunu kabul edebilir?
Son cümlemi geri alıyorum. Şenocak ve benzer kişiler etrafına topladıkları
kişilere şart koşuyorlar. “Önce aklınızı bir kenara koyacaksınız…” diyorlar. Kabul
olmasa bu kişi böyle konuşabilir miydi?
Bu söylem rivayetleri Kur’an’a; ruhbanları Allah’a ortak etmektedir.
(9/31)
Ruhban sınıfı kişilerin mevkilerinin bir kaçını paylaşıyorum:
Kutbu’l-aktab: Zirvelerin en zirvesi.
eyyidü's-sâdât: Efendilerin
efendisi.
Gavsul evtad: Orduların imdadına yetişen.
Gavs-üs-sakaleyn: İki cihanda, imdata yetişen.
“üçler, yediler, kutup ve gavs” inançları hakkında Kur’an’da hiçbir karşılığı
olmayan, kendileri tarafından uydurulmuş görüşlerdir. Bu sapık iddiaların İslam
inançlarıyla uyuşması imkânsızdır. Şimdi aşağıdaki tamamı hurafe, sapık ve
batıl iddiaları dikkatlice okuyalım.
Üstün hizmet sayılan kutuplar kutbu olma görevi Allah tarafından her asırda tek
değerli zata verilir. Tek kişiye havale edilir. Tek kişiye bırakılır. Bundan
sonra o kimse yüce Subhan’ın lutfu ile Allah’ın halifesi olur. Açıkçası iki
cihanın yönetimi bizzat kendisine ihsan edilir.
Onları
dilediği gibi yönetir. En büyük Gavs olan zata gelince… Bu değerli zat kutublar
kutbunun emrin-dedir. Bu zat da, her ne kadar muktedir, yönetme yetkisinde
güçlü olsa da destur almadan ne dil oynatabilir ne de bir şeye el atabilir.
İzinsiz karışmaz. İlk kutub tabir olunan zata gelince… Diğer kutubların ilki
demektir.
Buraya
kadar anlatılan zatlar halk arasında: ‘Üçler’ diye anlatılan zatlardır. Yani
ilki kutublar kutbu, ikicisi en büyük gavs, üçüncüsü de ilk kutubdur.
Anlatılanlardan başka yediler kırklar diye anlatılan zatlar dahi vardır.
Bunlarında her biri kutup olup ancak, Allah’ın ihsanı ile kutuplar kutbuna
hizmetçi olmuşlardır. Bunların her biri, haline göre bir yere memur edilmiştir.
Mesela:
ilk kutup Bağdat, Şam, Halep beldelerde tasarruf ederler. Diğer kutublar da
hallerine göre birer ikişer yerde tasarruf ederler. Oraları yönetirler. Hatta
kâfirlerin ülkelerini dahi yönetirler. Ancak bunların tasarrufu, yönetimi kutublar
kutbunun emri ile olmaktadır. Zira kutublar kutbunun tasarrufu dışında kalan
iki cihan içinde hiçbir şey yoktur. Bütün eşyayı, bütün eh-lullahı
kuşatmıştır. İki cihanda iyi kötü her ne olursa onun bilmesi, dilemesi,
kalbinin hareket etmesi ile olur. O anlarda, memurları gereken ne ise onu
yaparlar.”
[Bakınız: MİFTAHU’L-KULUB/KALPLERİN ANAHTARI. Sayfa: 83-84, Yazarı: Şemseddin Nuri Nakşibendî. Tercüme:
Abdulkadir Akçiçek Yayınevi: Huzur Yayınevi. Tel-Fax: (0212) 513 50 57–513 01
71]
“Şeyhi olmayanın, şeyhi şeytandır”, “Gavsın izni, haberi
olmaksızın bir kedi bir fare yakalayamaz!” Artık her şey diyebiliyorlar… “Muhammed’e
kul olmadan Allah’a kul olunmaz” da diyorlar. Sevgili Muhammed’i kötü
emellerine alet ediyorlar; amaçları kendilerine de kapı aralamaktır. Nasıl olsa
Nebi Muhammed yok. Pekiyi o zaman ne olacak; haşa, önce beşere kul olacaksın
sonra Allah’a…
Tevhit inkârla başlar. “La ilahe illallah” “İlah yoktur. Allah’tan başka.” İşte tevhide bir çizgi çekiyorlar. Yenisi:
“İlah vardır. Allah’tan başka” oluyor. Arkadaşlar yanlışım var mı? Yazarken
bile tüylerim diken diken oluyor. Böyle bir anlayış olabilir mi?
Al-i
İmran 79. Ayet:
Allah'ın vahiy, sağlam muhakeme ve nebilik bağışladığı hiç kimsenin bundan
sonra halkına, "Allah'ın yanısıra bana da kulluk edin!" demesi
düşünülemez; aksine, (onlara şöyle öğüt verir): "ilahi kelamın bilgisini
yayarak ve kendiniz (onu) derinlemesine inceleyerek Allah adamları olun!"
Fazla uzağa gitmemize gerek yok. Mahmut Ustaosmanoğlu’nu
tanımayanınız yoktur. Halen de hayatta… Talebesi Cübbeli Ahmet, hocasına
yaranmak için veya göze girmek için kerametiyle övünüyor:
“Birisi gördü zuhuratta Azrail geldi. Efendi hazretlerine, çok sene oldu 15
sene. Efendim alacak [canını]. Efendi Hazretleri böyle yaptı: “Ben şimdi gelmek
istemiyorum.” Olur mu bu, olur… Çünkü hadiste diyor ki: 'Her peygambere ne
verildi, muayyenlik verildi. Ne demek? İster gel, ister kal. Velilere de böyle
denildi bütün evliyanın ittifakı var."
(Muayyen: Görülmüş olan; kararlaştırılan; kesin belli olan; tayin ve tespit
olunmuş.)
Yukarıda ne demiştik. “Kendilerine kapı aralıyorlar.” Kapı sonuna kadar
açılmış. O kadar açılmış ki kapı yerinde yok. Duvar da yok. Ne demek istediğimi
şimdi daha iyi anlayacaksınız.
Okuyalım.
Yine aynı malum kişi Allah’a atfen, “Ete kemiğe büründü, Mahmut diye göründü.”
Demedi mi? Bunu söyleyenler Müslüman oluyor, “Allah İsa’da tecelli etti.” Diyenler:
Hristiyan, kâfir, müşrik… Say sayabildiğin kadar… Bu iki zihniyetin birbirinden
farkı ne? Siz söyleyin… Mahmut Ustaosmanoğlu’na kimseden ses yok. Neden? O
şeyh, gavs belki de kutublar kutbu… Manmut Efendi hazretleri…
Şeyh dedim de aklıma geldi. Şeyhine
karısını hediye ederek evliyalık kazanan müridi duymuş muydunuz? Duymadınızsa da
duyun:
Tarikat alamayan İbrahim Ethem, memleketine döner. Üzerinde kul hakkı varsa
hepsini sahiplerine iade eder. Padişahı, saltanatı terk ederek tekrar şeyhinin
huzuruna varır. Tarikat alıp, tevbe ederek yüzünü Allah'a çevirir, amel etmeye
başlar. On, on-beş sene emek vererek amel eder. Bir gün şeyhi, İbrahim Ethem'i
çağırır. “Benim canım şarap istiyor. Falan çarşıda, falan dükkânda vardır. Git,
bana al getir” der. İbrahim Ethem hiç kalbini bozmadan, itikadını zedelemeden
hemen kalkıp söylenen dükkâna gider. Şarabı alır getirir, şeyhine arz eder.
Şeyhi 'istemiyorum artık, canım istemiyor' diyerek şarabı reddeder.
İbrahim Ethem için imtihan devresi başlamıştır artık. Şeyh onu
tecrübelerinden geçirmektedir.
Aradan bir müddet geçer, Şeyhi onu tekrar çağırarak, “canım güzel bir kadın
istiyor” der. İbrahim Ethem “Peki kurban” diyerek huzurundan çıkar. Düşünmeye
başlar, “Şeyhimin emrini acaba nasıl yerine getireceğim” diye. “Eskiden olsaydı
padişahlık zamanında etrafımda birçok güzel kadın vardı. Fakat şimdi ne
yaparım? Şeyhimin arzusunu nasıl yerine getireceğim?” diye düşüne düşüne eve
varır. Eve girer, karısına “Hanım kalk, en iyi elbiselerini giyin. Ziynetini
tak, beraberce şeyhimin yanına gideceğiz” der. Hanımı hazırlanır, beraberce
çıkarlar. Şeyhinin huzuruna vararak “Efendim, emriniz üzere getirdim” der.
Şeyhi “Neyi getirdin?” diye sorunca: “Siz benden genç ve güzel bir kadın
istememiş miydiniz? Kendi hanımımdan daha güzelini bulma imkânım olmadığından
onu getirdim” diye durumu arz eder.
Şeyhi İbrahim Ethem'in hanımını hemen geri gönderir. Yapmış olduğu
bu tecrübeyi kâfi görür. İtikadını, teslimiyetini tam olarak ölçen şeyh, hemen
İbrahim Ethem'e halifelik verir. İbrahim Ethem zamanın en büyük evliyası olur.
(Sohbetler, Seyyid Abdul Hakim el-Huseyni, s.126)
Bir de kısaca Abdul Kadir Geylani’ye göz atalım:
Abdül Kadir Geylani’ye ait olduğu
söylenilen “şirk” içeren sözleri:
“Benim emrim Allah’ın emridir. Benim kabrim Ubeydullah’tır”
“Benim emrim, Allah’ın emridir; eğer ol! Dersem
oluverir.”
“Hepsi de Allah’ın emriyledir, ama sen benim kudretime hükmet!”
“Benim kabrim Ubeydullah’tır, gelen onu ziyaret eder.”
“Ona seğirtir de izzet ve Rıfat ile yüce makama erişir.”
“Benim ocağımı tavaf et yedi defa, emânıma sığın!”
“Her yıl beni ziyaret için meşguliyetten
sıyrıl!”
“Bana doğru haccedip gelin, evim kurulu bir Kâbe. Beytin sâhibi yanımdadır,
koruluğu haremimdir.”
“Her KUTUB tavaf eder Beytullah’ı yedi defa. Ben ise Beyt’in kendisiyim
çadırımı tavaf ediciyim.” Abdülkadir Geylani, Çeviren Celâl Yıldırım, sayfalar,
57-67-68-69. Bedir Yayınevi 1975 ).
Ölüm haşa velilerin kararına göre gerçekleşiyormuş:
(Veli diye tanımladığı kimseler konusunda) Yer
onların hürmetine durur. Sema onların duasıyla açılır… Ölüm, onların kararıyla
olur… Bu salahiyeti onlara Mevlâ vermiştir.” Fütûh’ül-
Gayb, Bahar Yayınları, Abdülkadir Geylani S.46).
Zümer 42. Ayet:
Bütün insanların, (bedenen) öldüklerinde canlarını alan ve henüz ölmemiş
olanları da uyku halinde (ölü gibi yapan) Allah'tır; (yalnız O'dur bu güce
sahip olan): O, böylece ölümlerine hükmettiklerini (hayattan) koparır,
diğerlerini de (kendisinin koyduğu) bir mühlet için salıverir. (Bütün) bunlarda
gerçekten düşünenler için mesajlar vardır!
Vakıa 60. Ayet:
Ölümün sizin aranızda (her zaman geçerli)
olmasını emrettik: ama hiçbir şey Bizi alıkoyamaz.
Saçmalıkları yazmaya devam etsem saatler yetmez. Artık sizin yorumlarınıza bırakıyorum…
Ne
zaman Allah’ın tek ilah olduğu anılsa, ahrete hakkıyla inanmayanların yürekleri
nefret dolar; yüzleri düşer… Fakat Allah’ın peşinden yardımına sığındıkları, önderleri, efendileri farkında olmadan kulluk
ettikleri, putlaştırdıkları, ilahları anıldığında keyif olurlar. Yüzleri güler.
Neşelenirler.
Zümer
45. Ayet:
Ve Allah ne zaman tek başına anılsa, öteki dünyaya inanmayanların kalpleri
keskin bir nefretle dolar. Halbuki O'nun yanı sıra başka (hayali) güçler de
anıldığı zaman hemen (yüzleri güler,) neşelenirler!
Enfal
2. Ayet:
İnananlar ancak o kimselerdir ki, her ne zaman Allah'tan söz edilse kalpleri
korkuyla titrer; ve kendilerine her ne zaman O'nun ayetleri ulaştırılsa
inançları güçlenir; ve Rablerine güven
beslerler.
“Resule itaat Allah’a itaattir” (4/80) ayeti doğrultusunda
hedefimize yönelmeliyiz…
Ayetlerimizin anlamı çarpıtılıyor. Tahrif ediliyor. Çoğunluğu uydurma olan
rivayetlerle din anlatılıyor. Kur’an dışı Kur’an paralelinde hadis, fıkıh,
ilmihal gibi kaynakları din diye anlatıyorlar. Mezhepler icat ediliyor. Paralel
yapılanmaların herhangi birisine takılırsak sonumuz Allah’ın istemediği şekilde
gerçekleşir. Malum kişiler “velayet, nübüvvetten üstündür” derler. Hiçbir kimse resullerden üstün değildir. Kimse kendisini Yüce Allah’la özdeşleyemez.
Yüce Allah’a kimse dinini öğretemez…
Nebi Âdem’den günümüze dinimiz İslam’dır. Dinimizi tek kaynağı da Kur’an’ı
Kerim’dir.
“Kur’an bize yetmez.” Diyen gelenekçiler; sevgili Nebi Muhammed’i iftira
politikalarıyla kutsallaştırıp Yüce Allah’a ortak ederek şirke düşmüşlerdir.
Doğrularım Allah’ın yanlışlarım ise benimdir. Aydın ORHON