TÂĞÛT KİMDİR? – KUR’AN’A GÖRE AZGINLIĞIN VE SAPKIN OTORİTENİN ADI
Kur’an üzerine düşünen herkesin dönüp dolaşıp mutlaka karşılaştığı bazı kavramlar vardır. Bunlardan biri de “tâğût” kelimesidir. Ne var ki, bu kelime zamanla soyutlaşmış, yalnızca eski kavimlere ya da mitolojik figürlere aitmiş gibi algılanmıştır. Oysa Kur’an, tâğûtun sadece bir dönemle sınırlı olmadığını, her çağda insanın karşısına çıkabilecek azgın bir otorite biçimi olduğunu vurgular.
Peki, Kur’an’a göre tâğût kimdir? Ne yapar? Hayatın neresinde karşımıza çıkar?
Bu soruları birlikte, Kur’an’daki ayetleri rehber edinerek konuşmakta fayda var.
Öncelikle kelimenin kökeniyle başlamak gerekir. Tâğût, “azmak, sınırı aşmak” anlamına gelen “tağa” fiilinden türemiştir. Allah’ın koyduğu sınırları hiçe sayarak kendi otoritesini kuran, insanların hayatlarına hükmeden, yöneten, yönlendiren her şeye Kur’an tâğût der. Bu bir kişi olabilir, bir sistem olabilir, bir kurum olabilir, hatta bir fikir, bir gelenek, bir alışkanlık bile olabilir.
Kur’an’da tâğût kelimesi doğrudan 8 kez geçer. Ama bu kelime geçmese bile, tâğûtun tarif edildiği pek çok örnek yer alır. Gelin bu ayetlere birlikte bakalım.
“Dinde zorlama yoktur. Artık doğruluk, sapıklıktan ayrılmıştır. Kim tâğûtu reddedip Allah’a inanırsa, kopmayan sağlam bir kulpa tutunmuştur...”
(Bakara 256)
Kur’an bu ayetle net bir çerçeve çizer: İman sadece Allah’a yönelmekle başlamaz, tâğûtu reddetmekle başlar.
Yani bir insan, Allah’a inandığını söylüyorsa ama hayatında hâlâ tâğûtun hükmü varsa, bu iman eksiktir.
Bu sebeple, Allah’a giden yolun ilk adımı tâğûtla araya mesafe koymaktır.
Bir başka ayette şöyle der:
“Sana indirilene ve senden önce indirilene inandıklarını iddia edenleri görmedin mi? Tâğût’un hükmüne başvurmak istiyorlar. Oysa onu inkâr etmekle emrolunmuşlardı...”
(Nisâ 60)
Bu ayet, iman iddiasında bulunanların bile tâğûtun hükmüne başvurabildiğini gösterir.
Yani dille “Kur’an’a inanıyorum” demekle olmuyor.
Eğer bir insan, herhangi bir konuda Allah’ın hükmü yerine başka bir otoriteye gidiyorsa — ister bu bir kişi, ister bir kurum, ister bir gelenek olsun — Kur’an’a göre tâğûta yönelmiştir.
Bu noktada şunu sormak gerekir:
Bugün insanlar hangi hükmü esas alıyor?
Allah’ın gönderdiği ayetleri mi, yoksa bir mezhebin içtihadını mı?
Kur’an’daki ifadeleri mi, yoksa bir tarikat şeyhinin sözlerini mi?
Eğer tercihler Kur’an dışındaki kaynaklara kayıyorsa, bu bir tür tâğût otoritesine boyun eğmektir.
“İnananlar Allah yolunda savaşırlar. İnkâr edenler ise tâğût yolunda savaşırlar.”
(Nisâ 76)
Kur’an bu ayetle inananlarla inkârcılar arasında temel farkı ortaya koyar:
İnananlar adalet için mücadele ederken, inkârcılar azgın sistemler, çıkarlar ve sahte otoriteler uğruna savaşır.
Burada savaş sadece fiziksel anlamda değil; hayatın tüm mücadele alanları kastedilir.
İnsan hangi sözün tarafında duruyor, hangi değeri savunuyor, hangi kurala itaat ediyor?
Bu soruların cevabı, tâğûtun tarafında mı Allah’ın safında mı olduğumuzu gösterebilir.
“Her ümmete, ‘Allah’a kulluk edin ve tâğûttan sakının’ diye bir resul gönderdik...”
(Nahl 36)
Kur’an, tarih boyunca gelen tüm elçilerin iki ortak görevi olduğunu söyler:
- Allah’a kulluk çağrısı yapmak,
- Tâğûttan sakındırmak.
Yani dinin özü, yalnızca Allah’a yönelmek değil, aynı zamanda yanlış otoriteleri terk etmek demektir.
Bu da gösteriyor ki, bir toplumun gerçek anlamda Allah’a yönelmesi, tâğûtun etkisinden kurtulmasıyla mümkündür.
“Tâğûta kulluk etmekten kaçınan ve Allah’a yönelenlere müjde vardır.”
(Zümer 17)
Burada Kur’an müjdeyi kime veriyor?
Allah’a yönelenlere mi? Evet.
Ama öncesinde tâğûta kulluk etmeyenlere...
Yani sadece Allah’a yönelmek yetmiyor; önce yanlış otoriteleri reddetmek gerekiyor.
Bugün bazı insanlar, bir hocanın, bir şeyhin, bir mezhebin ya da liderin sözünü Allah’ın ayetlerinin önüne koyuyorsa, aslında farkında olmadan tâğûta boyun eğmiş oluyor.
Bu bir secde değil ama bir teslimiyet biçimidir.
Ve Kur’an, buna açıkça “tâğûta kulluk” der.
“Yoksa cahiliye hükmünü mü istiyorlar? Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için Allah’tan daha güzel hüküm veren kim olabilir?”
(Maide 50)
Tâğût, sadece bir şahıs ya da dini lider değildir.
Bazen bir anayasa, bir devlet düzeni, bir toplum yapısı, bir gelenek bile olabilir.
Eğer Allah’ın hükümleri yerine insan eliyle konmuş başka kurallar öne çıkarılıyorsa, Kur’an buna “cahiliyenin hükmü” der.
Ve bu da açıkça tâğûtun hükmüdür.
“Onlar, hahamlarını ve rahiplerini Allah’tan ayrı rabb’ler edindiler...”
(Tevbe 31)
Kur’an burada bir noktaya daha parmak basar.
Din adamları Allah’tan başka rabb edinilmiş olabilir.
Bunu yaparken kimse secde etmemiştir belki ama onların söyledikleri, Allah’ın sözünün önüne geçirilmiştir.
Bu, şirkle eşdeğer bir tutumdur.
Aynı durum bugün de yaşanıyor.
Birinin sözü ayetin önüne geçiriliyorsa, orada tâğûtlaşma başlamıştır.
Sonuç olarak...
Kur’an’a göre tâğût:
- Allah’ın hükmünü geçersiz sayan, kendi otoritesini kuran her kişi, kurum, sistem ya da anlayıştır.
- İnanan kişi, önce tâğûtu reddetmeli, sonra Allah’a yönelmelidir.
- Tâğût sadece geçmişte yaşamış azgın hükümdarlar değildir; günümüzde de her alanda, her toplumda, her inanç sisteminde yer bulabilir.
- Mezhepler, tarikatlar, gelenekler, devlet düzeni, siyasi sistemler ve hatta bir grup lideri bile tâğût hâline gelebilir.
- Allah’a kul olmanın yolu, bu sahte otoriteleri terk etmekten geçer.
Kur’an’ın yolu berraktır. Bu yolda yürümek için önce “evet” demek gerekir Allah’a.
Ama bu “evet”in anlam kazanması için, aynı zamanda bir “hayır” da gereklidir:
Tâğûta hayır.
Gerçek olan Allah’ın lütfu, hata ise benim aczimdendir.
Aydın Orhon