KADERE İMAN...

                Kader sözcüğü kıymet, takdir, kudret; sosyolojik anlamı ölçmektir. Bütün yaratılmışlar Allah’ın takdiridir. Kâinatta ki bütün varlıklar, Allah’ın takdir etmesiyle yaratılmıştır. Takdir etmek ölçülendirmek anlamındadır. Yüce Allah her şeyi bir ölçüye göre yaratmıştır. Kader, yarattığı eşyaya verdiği özelliklerin adıdır. Ateşin yakıcı olması, aşırı soğuğun dondurması, suyun boğucu olması, bıçağın kesici olması, suyun kaldırma kuvvetinin olması, balın tatlı; biberin acı olması vb.
                Gezegenlerin gezeceği yörünge bir ölçü nispetinde yaratılmıştır. Dünya’nın kendi ve Güneş’in etrafında hangi eksen ve hangi yörüngede, hangi açıda gezdiği, Ayın hareketi ölçü sistemiyle Yüce Allah tarafından yaratılmıştır. Bu ölçünün bozulmasının,  Dünya’yı ve gezegenleri ne hâle getireceğini düşünürsek, ölçünün önemi ortaya çıkacaktır. Yüce Allah her şeyi bir ölçü ile yarattığını buyururken, yaratılış kanununun ölçü içinde gerçekleştiğine dikkat çekmektedir.
İnsan 29, 31. Ayet:
Bunlar, aklınızdan çıkarmamanız gereken bilgilerdir. Rabbinin yolunu tercih eden o yola girer. Sizin yaptığınız tercih ancak Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın yaratması ile gerçekleşir. Çünkü bilen O, her kararı doğru olan O’dur. O, doğru tercihte bulunanı ikramı ile kuşatır. Yanlış yapanlar için de acıklı bir azap hazırlamıştır.

Kamer 48-49. Ayet:
Yüzüstü ateşe sürüklendikleri gün kendilerine: “Cehennemin dokunuşunu tadın!” denir.
Şüphesiz biz, her şeyi bir ölçüye göre yarattık.
Mealcilerin ölçü diye tercüme ettikleri kelime قَدَرٍ kader kelimesidir.

Ayette belirtilen ceza; onların inkârına, yaşantılarına göre verilmektedir. Amellerine verilen ceza da ölçü iledir. Amel ile ceza arasında denklik denen bir ölçü vardır. Cezada ölçü olmazsa, adalette olmaz.
Şura 40. Ayet:
Bir kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür. Kim bağışlar ve barışı sağlarsa, onun mükâfatı Allah'a aittir. Doğrusu O, zalimleri sevmez.
Ayette belirtilen denkliği gördük; yani kötülüğün cezası ona denk bir kötülüktür.

                Yüce Allah tabiattaki tüm bileşimleri, elementleri, biyolojik varlıkları bir ölçü ile yaratmıştır. Bütün canlıların maddi yapısındaki sistem, hava ve sudaki gazların bileşimi, organlardan hücre yapısına oradan da vücudun tamamı bir “ölçü” ile yaratılmıştır.  

                Bir de kadere (ölçüye) değişik açıdan bakalım. İnsanlara insanca davranmaları kaderi olarak verilmiştir. İnsanları yaratılışı fıtrat üzerinedir. İşte bu ölçü dışına çıkanlar, ölçüyü kaybedenler cehenneme yüz üstü gitmek durumunda kalırlar. Her şey bir ölçü nispetinde yaratıldığı gibi her insanın psikolojik yapısına da ölçü koymuştur. Akıl, gönül, nefis ölçüye göre çalışır. Biz bu ölçüyü bozarsak ahlak çöker.

Bakın bu ayette de ölçü geçiyor.
Sebe 11. Ayet:
"Geniş zırhlar yap; dokumasında ölçülü davran!" diye (vahyetmiştik). (Siz de) iyi işler yapın! Şüphesiz ki ben yaptıklarınızı görenim.
Yüce Allah Nebi Dâvut’a verdiği bu emirle yaptığı işte ölçülü olmasını, malzemeyi ölçülü kullanmasını emrediyor. Bu ayette; yaptığımız her türlü işi en iyi, en güzel şekilde ve ölçülü yapmamız gerektiğini emrolunmaktadır.

                Kur’an’dan anladığım kadarıyla kaderi iki türlü ele almamız gerekmektedir.
Birincisi; Bizim sorumlu olmadığımız kaderdir. Yani bundan dolayı hesaba çekilmeyeceğimiz kaderdir.
İnsanlar yaratılışında rengini, ırkını, cinsiyetini, fiziki şeklini, kan grubunu, doğduğu yeri hangi anneden hangi babadan doğacağını bilemez. Seçim hakları da yoktur. Eğer intihar etmezse nerede, nasıl ve ne zaman öleceğini de bilmez. İnsanın yaratılması da onun kaderidir.
İkincisi; Yüce Allah bize iki yol göstermiştir. “Eğer Bana ve resulüme itaat ederseniz sizi cennetimle mükâfatlandıracağım” diye buyurmuştur. Aksi halde cehenneme atılacağımızı tabi ki biliyoruz.

İnsan 3. Ayet:
Biz ona yolu gösterdik; Ya şükredici veya nânkör olur.
Mülk 2. Ayet:
O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.
Allah takva yolunu ve fiks fücur yolunu, kitabında belirtiyor. Hangi istikamette gidersen git, problem yapmıyor. Arkasından da tehdidi yapıştırıyor. “Sonuçlarından sen sorumlusun.”
Kehf 29. Ayet:  
De ki "Bu doğrular Rabbinizdendir. İmanı tercih eden inanıp güvensin, görmezlikten gelmeyi tercih eden de kâfir olsun. Yanlış yapanlar için perdesi kendilerini kuşatacak bir ateş hazırladık. Yardım isterlerse onlara, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su verilir. Ne kötü içecektir o; ne kötü yerdir orası!

Birlikte bir hayal kuralım:
                Yüksek bir tepeden aşağı doğru bakıyoruz. Aynı ray üzerinde karşılık gelen iki tren görüyoruz. Ortalama hızlarını da tahmin edip aradaki mesafeyi de hesapladığımızda, bu iki trenin ne zaman kafa kafaya çarpacağını yaklaşık olarak hesaplayamaz mıyız? İşte İlim maluma tabiidir. Kader Allah'ın ilmindendir.

               Allah Kitap ve ölçü vererek insanları kendi öz iradesine bırakmıştır. İyiyi ve kötüyü yapmak bizim kendi elindedir. Ya haram ve yasaklarla şeytana, ya da erdemli olup takvaya gidebiliriz. Üçüncü bir yol yoktur. Allah yazdı diye biz yapıyor değiliz. Bizim yapacağımızı bildiği için Allah yazmıştır.
Maide 48. Ayet:
Gerçekleri içeren bu Kitabı sana, önceki Kitapları onaylayıcı ve koruyucu özellikte indirdik. O halde aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet. Sana gelen doğruları bırakıp onların arzularına uyma. Her birinize bir şeriat (kitap) ve bir yöntem (hikmet) verdik. Allah sizi tek bir toplum (tek bir nebînin ümmeti) yapmayı tercih etseydi yapardı. Oysa verdiği şeylerle sizi yıpratıcı bir imtihandan geçirmek için (böyle yaptı). Öyleyse (tartışma yerine) iyi işlerde yarışın. Tekrar hayata dönünce hep birlikte Allah’ın huzurunda toplanacaksınız. O, anlaşmazlığa düştüğünüz konuları size bildirecektir.


                İblisin bize fikrini aktarması kaderdir. Bunu gerçekleştirip gerçekleştirmemiz bizim irademizle olur. İrade bizde olduğu gibi Allah'ın sıfatlarında da vardır. Allah'ın iradesi sonsuzdur. İnsanın iradesi sınırlıdır. Buna iradeyi cüziye diyoruz. Allah'ın irade sıfatına da iradeyi külliye diyoruz. İnsan kaderini iradesi neticesinde kendisi seçer. (76/3) Allah’ın vermiş olduğu irade o kişinin sorumluluğundadır.
Evrende meydana gelen her olay ve varlık Allah’ın oluşumla ilgili iradesi ile meydana gelir. Kul da Allah’ın kendisine tanıdığı sınırlar içinde fiilini seçer. Kulun fiilinde hür olması; hürriyetine inanması, fiili yaparken her hangi bir baskı altında olmadığını kabullenmesi demektir.

               İradeyi cüziye, iradeyi külliyeye bağlıdır. Kimsenin amel defteri önceden yazılmış değildir. Boştur. Bunu doldurmak şahsın hal, tavır ve hareketleriyle gerçekleşir.

               Filistin’de, Soma, Arıkan, Eritre, Etiyopya, Suriye, Cubuti, Burma, Pakistan, Nijerya ki, insanlara yapılan zulüm Allah'ın yaptığı bir zulüm değildir. Daha önce yapılmış siyasi, sosyal, ekonomik hatalar neticesinde ki oluşumdur.
Yunus 44. Ayet:
Şüphesiz Allah, insanlara hiç bir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar, kendi nefislerine zulmediyorlar.

               Dünya’da 1,6 milyar Müslüman var. Bunlara neden diğer Müslüman ülkeler sahip çıkmıyor? Bu konuya girmek istemesem de, özetle bir iki cümle ile kapatmak istiyorum.
Herkes kendi dini grubunun dini yaşayışını doğru kabul edip, diğer dini grupları ötekileştirirse,  yani diğer Müslüman’ım diyenleri Müslüman gibi görmezse, olanlar gayet normal. Daha da özü; çoğunluğun Allah’ın kitabını terk etmesi, farklı kitaplara göre dini anlayışlarını sürdürmesi, Müslüman olanların yalın, katkısız Müslüman olmamaları, Müslüman kelimesi altında çok farklı alt kimliklerin oluşması ve Allah’ın kitabına güvenmemelerinden kaynaklanmaktadır.
En’am 159. Ayet:
Dinlerini bölük bölük edip her biri bir kişinin taraftarı olmuş olanlar var ya, sen hiçbir konuda onlardan olamazsın. Onların işi Allah’a kalmıştır. Daha sonra Allah, onların yaptıklarını kendilerine bildirecektir.
Furkan 30. Ayet:
Ve elçi dedi ki: 'Rabbim gerçekten benim kavmim, bu Kur'an'ı terkedilmiş (bir kitap) olarak bıraktılar.'

               İradeyi cüziye sahibi olmakta o insanın kaderidir. İnsanın iradeye sahip olması fıtrattandır. Fiziki yapısındaki farklılıklar gibi insanın iradesi de kaderidir. İnsanlar olaylar karşısında düşünerek doğruyu tercih etmek zorundadırlar. Böylece Yüce Allah’ın da onayı neticesinde doğru istikamete girmiş oluruz.
Tekfir 29. Ayet:
Sizin yaptığınız tercih ancak varlıkların sahibi olan Allah’ın yaratması ile gerçekleşir.
Müddessir 54 -56. Ayet:
Hayır hayır, Kur’an doğru bilgidir. Öğrenmeyi tercih eden öğrenir.

Bu Kur’an’ı bilgiyi aklından çıkarmayanlar, tercihlerinin doğruluğunu Allah’ın onayladıklarıdır. Böylesi, Allah’tan çekinip korunan ve affedilmeyi hak eden kişidir. İnsan özgür iradesini kullanarak her hangi bir fiili gerçekleştirir. Eğer Allah isteseydi bütün insanları doğru yola sokardı.
En'am 149. Ayet:
De ki “Susturucu delil Allah’ınkidir: Eğer tercihi Allah yapsaydı elbette hepinizi yola getirirdi.

               Her öğretmen, öğrencisinin sınavdan nasıl bir sonuç alacağını aşağı yukarı bilir. Fakat imtihan yapmadan hiçbir kimseye sen kaldın veya sen geçtin diyemez. Alın yazısı deyip Allah’ın yazdığı senaryoyu oynuyoruz anlayışı şeytanidir.
Araf 16. Ayet:
Şeytan dedi ki: "(Öyle ise) beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım."

Mekkeli müşriklerde günümüzdeki insanlardan farklı düşünmüyorlardı.
En’am 148. Ayet:
Allah'a ortak koşanlar diyecekler ki: "Eğer Allah dileseydi, biz de ortak koşmazdık, babalarımız da. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık." Onlardan öncekiler de (resullerini) böyle yalanlamışlardı da sonunda azabımızı tatmışlardı. De ki: "Sizin (iddialarınızı ispat edecek) bir bilginiz var mı ki onu bize gösteresiniz? Siz ancak kuruntuya uyuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz."

                Eğer biz Allah’ın yazdıklarını oynuyorsak neden elçiler gönderildi; neden vahiyler indi?
Yüce Allah Tabi ki her şeyi bilendir. Cennete ve cehenneme gidecek rol modeli bize kitabında belirtmiş; kim hangi yönü seçerse o yönün talibi olacaktır.

Bir örnekle devam edelim:
                Gece bir odada aydınlıkta oturuyoruz. Aydınlık olmasına sebep malumunuz lambanın yanıyor olmasıdır. “Bu lambayı kim yaktı?”  sorusu karşısında bir kişinin ismi zikredilir. Fakat o kişi lambayı yakan değildir. Lambanın yanmasına vesile olandır. Lambayı yakan elektrik enerjisidir.
Öyleyse; iyi yönde yaptığımız fiilde iyiyi,  Kötü yolda yaptığımız fiilde de kötüyü yaratan Allah’tır.
Şura 20. Ayet:  
Kim ahiret için yatırım yapmak isterse onun yatırımına katkıda bulunuruz. Kim de dünya için yatırım yapmak isterse, ona da onun gelirinden veririz ama onun ahirette alacağı bir şey kalmaz.


Bir örnek daha…  
Okuyalım:
İki tane farklı serayı gözümüzün önüne getirelim.
Birinci seranın sahibi gayrimüslim olsun. Bu kişi fidelerini dikmiş. Suluyor, otları temizliyor, çapalıyor, gübresi veriyor. Kısaca fideden maksimum düzeyde ürün alabilmek için ne gerekiyorsa yapıyor.
İkinci serada ki Müslüman şahıs da en kaliteli fideyi dikiyor. Bir daha pek o mekâna uğramıyor. 7/24 saat dua ediyor. “Rabbim bana bol rızık ver” diye… Bizim Müslüman kardeşimiz mahsul alabilir mi?

                Hâlbuki fideyi biliyorsunuz, tohumdan oluşuyor. Tohum bir melektir. Allah ona neyi programlamışsa onu harfiyen uygular. Kesinlikle hata yapmaz. Hiçbir kişiye farklı yaklaşım göstermez. Bir şartı vardır. O da hizmet verebileceği ortamın hazırlanmasıdır. Size bilginiz nispetinde hizmet eder. Ortam hazırlanmazsa, yaradılış sebebi size hizmet etmek de olsa, hizmet edemez. Bu senaryonun neticesi malumdur. Bırakın mahsul almayı, serada fide bile kalmaz kurur. Şimdi bu kişinin kaderi midir? Yoksa; kendi etmiş, kendi bulmuş mudur?
Nahl 93. Ayet:
Tercihi Allah yapsaydı sizi bir tek toplum (ümmet) yapardı. Ama (tercihi size bıraktığı için) sapıklığı tercih edeni sapık sayar, hidayeti tercih edeni de yoluna kabul eder. Yaptıklarınızdan elbette sorumlu tutulacaksınız.

               Teknolojinin gelişmesiyle hava raporlarında başarı oranlarını da yükselmiştir. Basite indirgeyerek anlatırsak;  Bulgaristan’da yağmur yağıyor. Bulutlar rüzgârların etkisiyle ülkemize doğru geliyor. Kaç km hızla geliyor. Aradaki mesafe kaç km, hesaplamayla yağmurun Ülkemize ne zaman yağacağını tahmin edilebiliyor. Ülkemizde yağmurun yağması meteoroloji uzmanları söyledi diye yağmıyor. Burada malum olan bulutun hareketidir.
                Dünyada ki kadın ve erkek sayısı, ölen ve doğan sayısı her şey bir ölçü içerisindedir.

Kamer 49. Ayet:
Biz, yarattığımız her şeyi bir ölçüye göre yaratık.

Zümer 7. Ayet:
Ayetleri görmezlikten gelirseniz (kâfirlik ederseniz) bilin ki Allah’ın size ihtiyacı yoktur ama kullarının kâfirlik etmesine de rızası yoktur. Eğer görevlerinizi yerine getirirseniz O’nu memnun edersiniz. Kimse kimsenin yükünü taşımaz. Sonra tekrar yaratılarak O’nun huzuruna çıkarılacaksınız. Neler yaptığınızı size, o zaman bildirecektir. İçinizde ne olduğunu Allah bilir.

               İmanın 6 şartı olarak uydurulmuştur. Bunlardan birisi de kadere iman… Kadere iman anlayışı Emevi zihniyetidir. Sevgili Nebi Muhammed’in omuzlarında taşıdığı torunu Hüseyin’i Yezit katletmiştir. Yezit ve ailesine yaptıkları haksızlıklara, katliamlara bir akideyi kılıf uydurmuşlardır.
“Hüseyin’i ben öldürmedim Allah öldürttü…”
Allah kötü şeyleri emretmez!
Araf 128. Ayet:
Onlar, 'çirkin bir hayâsızlık' işlediklerinde: "biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk. Allah bunu bize emretti" derler. De ki: "Şüphesiz Allah, 'çirkin hayâsızlıkları' emretmez. Bilmediğiniz bir şeyi Allah'a karşı mı söylüyorsunuz?"

               Günümüzde sık sık depremler oluyor. Marmara’da olan depremi unutamıyoruz. Resmî raporlara göre 17.480 ölüm, resmî olmayan bilgilere göre ise yaklaşık 50.000 kardeşimiz ölmüştür. Aynı şiddette Japonya’da deprem oluyor; İki elin parmakları kadar insan ölmüyor. Japonlar Şintoizm inancına mensup, biz sözde Müslümanız. Biz de bu ölenlerin sorumlusu kimdir?  Haşa Allah mı? Allah zerre kadar insanlara zulmetmez. İnsanlar zulmü kendilerine yaparlar. (10/44)
Bir defa şunu iyi bilirsek gerçekten toparlanmamıza yardımcı olur. Bizim çoğumuz potansiyel hırsızız… İşin kötüsü çoğunuz da bu sözüme karşı çıkacak. Çünkü biz kendimizi hep iyi gördük. Yaşınıza göre geçmişteki kurulmuş hükümetleri hatırlayın. Milletvekili olabilmek için harcanan paraları düşünün. Bu paralar vatan millet aşkına mı harcanıyor. İktidar olacak kişileri paralarıyla destekleyenler ne amaçla dünya kadar paraları bağışlarlar.
Bırakın bunları alışverişe gittiğiniz de esnaf size demiyor mu? “Fiş, fatura almazsanız şu kadara olur” diye… Muhasebeci vergi çıkarttığında “Bu kadar vergi mi? Olur, bunu düşür.” Diye serzenişte bulunmuyor muyuz? KDV ödememek için beş takla atmıyor muyuz? Bunlar maalesef çoğumuza normal geliyor. Bu hırsızlığın daniskasıdır… En tepede ki çalıyor; en tabandaki de çalıyor.
                Depreme dönelim. Müteahhit; demirden çalarsa, betondan çalarsa, donatılar işçilik artmasın düşüncesiyle gereği gibi işlenmezse, kontrole gelen kişi parmak hareketine dayanamazsa, binaların yıkılması değil; yıkılmaması anormal olur.
                Yüce Allah sistemini ölçülü şekilde kurdu. Bu sistemi insanların emrine verdi. Biz bu sistem içerisinde yaşıyoruz. Aklımızı kullandığımız, düşündüğümüz ölçüde hem dünyamızı hem de ahiret hayatımızı düzenleme gayretindeyiz. Kısaca dünyada oluş sebebimiz imtihan olup; Yüce Allah bize bu konuda müdahale etmiyor.
Fatır 45. Ayet:
Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azab ile) yakalayacak olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiç bir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah kendi kullarını görendir.

               İnşaat molozları altıda kalan insanların ölümü o kişilerin kaderi değildir. Binaları yapanların, kontrol edip imza atanların cinayetidir. O kişilerin, insanlara zulmüdür; insanları maddi menfaati  uğruna katletmesidir. İşte bunu çözmek için önce dini anlayışımızı değiştirmemiz gerekiyor. Dinimizde günah çıkartmak yoktur. “Ben çalarım yarın da şunu yaparsam bütün günahlarım af olur” diye düşünen kişi ancak kendini kandırır.

               Her vakit namazı bir önceki vakit namazla aradaki günahları temizler. Cuma namazı haftalık günahları siler. Özel günleri ibadetle geçirenler o kadar sevap kazanır ki hesaplasanız alacaklı bile olurlar. Ramazan’da farz olmayan teravih namazının faziletlerini yazsam bir sayfa tutar. Hacca gittiğinizde de anadan doğmuş olarak dönülür. Bunlar Hristiyan, Yahudi anlayışlarıdır. Bir günah çıkartma işlemi yaptırmamakla Müslüman olunmaz. Gerçi benzer hadiseleri şeyhlerine yaptıranlarda yok değil. Onlara göre zaten özel cennet hazırlanmış bekliyor. Bazı cemaat mensupları yakınlarına bile şefaatçi olacaklarını söylüyorlar. Önce kendisini kurtarsın. Allah’ın kitabında bunların yeri yok. Bir tane bile ayet bulamazsınız.
               Sınır ötesinde Askerlik yapanın ölüm oranı %3 ise kışlasında askerlik yapanın ölüm oranı %0,1dir. Bunu çoğaltabiliriz. Trafik kurallarına uymayarak araç kullanan kaza ihtimali %99 ise kurala uyarak seyreden kişinin kaza ihtimali %1dir. 19. Yüzyılın başlarında insan ömrü yaş ortalaması 60 bile değilken günümüzde insan ömrü yaş ortalaması 72nin üzerindedir. Bilim adamları bunun 120 ye kadar çıkabileceğini söylüyorlar. Bu Allah’ın bize verdiği ilim sayesinde gerçekleşmektedir. Biz sağlığımıza dikkat etmezsek kısa sürede dünyayı terk ederiz.  Buna “bizim kaderimiz” diyemeyiz.

Müddessir 38. Ayet:
 Beşer (insan) için bir uyarıdır.
Sizlerden öne geçmek veya geride kalmak isteyenler için. Her nefis, kazandıklarına karşılık bir rehinedir.
Şems 10. Ayet:

inanan kimseye karşı bu hiçbir sorumluluk, hiçbir koruma yükümlülüğü tanımayarak (işleyip durdukları): doğru yoldan çıkıp çizgiyi aşanlar işte böyleleridir.

               Allah her birimize yaşam senaryosu yazmışsa bize neyi soracak? O kadar resul kitap ne için gönderdi.
                Çocuğunuzun ellerini ayaklarını sıkıca bağlayın. Sonra “git bakkaldan ekmek al deyin.” Arkasından da gitmiyor diye çocuğunuzu cezalandırın.  Çocuğunuzu hırsız olarak yetiştirin. Büyüyünce hırsızlığından dolayı dışlayın. Biz yaratılanların bile yapmayacağını Allah’ın yapacağını düşünmek abesle iştigaldir.
Bu Allah’ın yasasına ters bir davranıştır. Ne aklediyor, ne de düşünüyoruz.  Rabbimden Kur'an'ın rehberimiz olmasını dilerim...

     Doğrularım Allah’a yanlışlarım bana aittir.    
                                                                                                                         Aydın ORHON

 

NEBİ RESUL KİMDİR?

                                                 


           NEBİ, RESUL KİMDİR?
 

 

Kur'an'ı derinlemesine anlamanın yollarından biri de, “nebi ve resul” kelimelerini doğru bir şekilde kavranmasıdır. Nebi, Allah’tan vahy edinmiş kişidir; resul ise, bizleri bu bilgileri (vahyi) iletme görevinde ki elçidir. Bu iki kavramın birbirinden ayrılması, Kur'an'ın iç tutarlılığını ve bütünlüğünü anlamamız açısından kritik öneme sahiptir. Zira Kur'an'da herhangi bir çelişki yoktur; bu, tüm nebilerin ilahi bilgilerle donatılması ve bunları muhataplarına ulaştırırken elçilik görevlerini yerine getirdikleri gerçeğidir.

Kur'an'ın birkaç ayetinde, hem uyarıcı hem de müjdeleyici olarak görev yapan nebi ve resul kavramları bir arada da geçmektedir. Bu durum, Muhammed'in hem Nebi hem de Resul olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Böylece, Kur'an’ın anlaşılırlığı ve ilahi bilgilerin doğru aktarımı konusunda bu kavramların önemini bir kez daha vurgulamış oluyoruz. Kur'an'ı anlamak, aynı zamanda onun derin anlam katmanlarını kavrayabilmek adına nebi-resul ayrımını iyi bir şekilde idrak etmekle mümkündür.

33 Ahzab Suresi 40. Ayet;
Muhammed içinizden her hangi bir erkeğin babası değildir, ama Allah'ın elçisi ve nebilerin sonuncusudur. Allah her şeyi bilir.

Bu ayetten elçisinin görevine devam edeceğini ve Nebi muhammed’in vefat edeceğini anlıyoruz. Peki günümüzde elçi nerede? Elçi’de nebi de Muhammed değil miydi? Bunu ileride inşallah göreceğiz.

Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'de Muhammed’e hitap ederken farklı terimler kullanmaktadır. Bu terimlerden biri "nebi" diğeri ise "resul"dur. Her bir terim, Allah'ın kelamında belirli bir amaç ve anlam taşımaktadır. Nebi, Allah tarafından nübüvvet verilen vahyi alan kişi olarak tanımlanırken, resul, ise alınmış vahyin tebliğ ettiği an olarak ifade edilir.

Özellikle En’am Suresi’nde yer alan on sekiz nebinin isimlerinin zikredilmesi, bu kişilerin seçilmiş olduğu ve Allah’ın onlara olan güveninin bir ifadesidir. Bu bağlamda, Yüce Allah'ın, kitaba ve elçilere verilen görevlerin önemini vurguladığı açıktır. Elçilere (resul) verilen ilahi görevlerin, insanlığa yön vermek ve doğru yolu göstermek amacı taşıdığı, bu surede açıkça belirtilmektedir. Yüce Allah, her harfi bir hikmetle yerleştirmiş ve her bir kelime aracılığıyla mesajını net bir şekilde iletmiştir. Böylece, Kur'an’ın içindeki anlam zenginliği ve derinliği, insanlara rehberlik etme hususunda son derece önem arz etmektedir.

Yüce Allah'ın nebi ve resul kavramları üzerinden yaptığı ayrımla, ilahi mesajın niteliği ve resullerin görevleri daha iyi anlaşılmaktadır. Bu durum, ayetlerin incelenmesi sırasında dikkat edilmesi gereken önemli bir noktadır. Her bir kavram, insanlığın manevi gelişimi için birer mihrap vazifesi görmektedir.


6 En’am Suresi, 84-89. Ayet’te;
Biz ona İshak'ı ve Yakub'u armağan ettik. Hepsini hidayete erdirdik. Daha önce Nûh'u da hidayete erdirmiştik. Zürriyetinden Dâvud'u, Süleyman'ı, Eyyub'u, Yûsuf'u, Mûsâ'yı ve Hârûn'u da. İyilik yapanları işte böyle mükâfatlandırırız.
Zekeriya'yı, Yahya'yı, İsa'yı, İlyas'ı doğru yola erdirmiştik. Bunların hepsi salih kimselerden idi.
İsmail'i, Elyasa'ı, Yûnus'u ve Lût'u da doğru yola erdirmiştik. Her birini âlemlere üstün kılmıştık.
Babalarından, çocuklarından ve kardeşlerinden bir kısmını da. Bütün bunları seçtik ve bunları dosdoğru bir yola ilettik.
Onlar kendilerine kitap, hikmet ve nebilik verdiğimiz kimselerdir. Eğer şunlar (inanmayanlar) bunları tanımayıp inkâr ederlerse, biz onları inkâr etmeyecek olan bir kavmi, onlara vekil kılmışızdır.

           

Geleneksel din anlatımlarında, “kitap verilmeyenlere nebi, verilmişlere de resul denilir” şeklinde bir ayrım yapılırken, yukarıdaki ayetlerde de görüldüğü gibi bu ifadenin kökenleri Kur'an’a dayanmamaktadır.

19 Meryem Suresi, 30. Ayet;
 İsa “Ben Allah'ın kuluyum, dedi, O bana kitap verdi, beni nebi olarak görevlendirdi.


(İsa’nın bu sözü İncil’de de yer alır (KM, Matta, 12, 18))

Hâlbuki nebilere kitap, hikmet ve nübüvvet verilmiştir.

Elçiyi (resul) daha iyi anlayabilmemiz için basit bir örnek verelim: Tarihi filmlerde sıkça rastladığımız elçileri düşünelim. Kral, başka bir devlet adamına elçi gönderir. Elçi, kralın buyruğunu hiçbir şey eklemeden, aynen karşı tarafa iletir. Eğer haberin muhatabı hiddetlenirse, elçi "Elçiye zeval olmaz..." der; işte bu durum tam olarak böyle gerçekleşir. Nebi olarak vahyi olan Muhammed, resul olarak da elçilik görevini yerine getirmiştir.

 

Bir diğer örnek olarak, yurt dışında bulunan elçileri ele alabiliriz. Bu kişilerin unvanı diplomattır. Normal yaşamlarında çarşıda, pazarda veya evlerinde diplomat olarak bulunurlar. Ancak görevlerini yerine getirirken (devleti adına konuşurken) elçi sıfatını da üstlenirler. Görevleri sırasında, devlet başkanından aldıkları talimatların dışına çıkamazlar ve kendileri kelime, cümle ekleyemezler.

Muhammed’in ünvanı “nebi” dir, Yüce Allah’ın vahyini bizlere aktarırken resuldür. Her nebi, aynı zamanda resuldür; ancak her resul, nebi değildir.

Anlaşılması adına tekrar tekrar altını çizmek istiyorum: Kaynağından vahyi almaya nübüvvet, alınan vahyi bizlere aktarmaya ise risâlet diyoruz. Nebi, vahyi alan; resul ise aldığı vahyi iletendir. Nebi ve resul Muhammed’in sıfatlarıdır. Kur’an’ın orijinalinde bu sıfatları görürsünüz. Nebi de Resul de Muhammed’dir.

19 Meryem Suresi, 54. Ayet;
Kitapta İsmail'i de an! Gerçekten o, sözüne sadıktı. Resul ve nebi idi.

Kur’an’ın orijinalinde "peygamber" tanımı bulunmamaktadır; bu terim Farsça kökenli bir kelimedir ve "haber getiren" anlamını taşır. "Nebi" ise değeri yükseltilen kişi, yüksek makam sahibi demektir ve bu, o kişinin unvanıdır. "Resul" (elçi) ise onun görevini ifade eder. Kur’an’da "Yalnız Allah’a itaat edin" emri yoktur; bunun yerine "Allah ve resule itaat edin" ifadesi yer almaktadır.

Nebinin çoğulu "enbiya", resulün çoğulu "mürsel", mürselin çoğulu ise "mürselin" şeklindedir. Resul aynı zamanda elçi anlamına gelir. Elçinin görevi, sözün (vahyin) kendisini muhataplarına tebliğ etmektir. Kur’an’ın orijinalinde (Arapça’da) resul veya nebi terimleri kullanılsa da, birçok mealde "peygamber" kelimesiyle karşılaşabilirsiniz. Bu durum, Kur’an’ın yanlış anlaşılmasına sebep olmaktadır.

 

BAZI RESUL GEÇEN AYETLERDEN KISA ALINTILAR

“Onun resûllerinden hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz.”(2:85) ; “Allah‟a ve resûllerİne iman edenler ve onlardan hiçbirini diğerlerinden ayırmayanlara gelince, işte onlara Allah mükâfatlarını verecektir.”(4:152); “Andolsun, senden önce de resûller gönderdik. Onlara da eşler ve çocuklar verdik. Allah‟ın izni olmadan hiçbir resûl bir mûcize getiremez.”(13:38) ; “Andolsun biz, her ümmete, “Allah‟a kulluk edin, tâğûttan kaçının” diye resûl gönderdik.”(16:36)

 

BAZI NEBİ GEÇEN AYETLERDEN KISA ALINTILAR

Kur'an-ı Kerim'de, Muhammed'in nebilerin sonuncusu olduğu belirtilmektedir. Bu bağlamda, "Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah'ın Resülü ve nebilerin sonuncusudur." (33:40) ifadesi, onun nebilik görevini vurgulamaktadır. Ayrıca, her nebi için suçlulardan bir düşman yaratıldığına dair ayetler (25;31) bulunmaktadır.

İnsanların başlangıçta tek bir ümmet olduğu, Allah'ın müjdeciler ve uyarıcılar olarak nebiler gönderdiği ve bu nebilerle birlikte insanların anlaşmazlıklarına çözüm bulmak üzere vahiyler indirdiği ifade edilmektedir (2:213). Bu bağlamda, Allah'ın kendisine Kitap, hüküm ve nübüvvet verdiği hiçbir insanın, "Allah'ı bırakıp bana kullar olun" demesinin düşünülemeyeceği vurgulanmaktadır (3:79).

Nebilerin emanete hıyanet etmesinin mümkün olmadığı, hıyanet edenlerin kıyamet günü hıyanet ettikleri şeyle birlikte geleceği belirtilmektedir (3:161). Ayrıca, Meryem oğlu İsa'nın da nebilerler arasında yer aldığı ve ona İncil'in verildiği, ona uyanların kalplerine şefkat ve merhamet duygusunun konulduğu ifade edilmektedir (57:27). Son olarak, İsrailoğullarına kitap, hükümranlık ve nübüvvet verildiği de (45:16) belirtilmektedir.

Allah, elçilerini yalnızca insanlardan seçmez; meleklerden de seçer. Melekler, kusursuz bir şekilde Allah’tan aldıkları emirleri harfiyen yerine getirirler.


22 Hac Suresi, 75. Ayet;
Allah, meleklerden elçiler seçer; insanlardan da seçer. Allah dinler ve görür.

33 Ahsab Suresi, 39. Ayet;
 (Ve bu,) Allah'ın mesajlarını (dünyaya) tebliğ edenler, O'ndan korkanlar ve O'ndan başka kimseden korku duymayanlar (için de geçerli olan Allah'ın adetidir), hiç kimse Allah kadar, (insanların yaptıkları için) hesap sorucu değildir!

 

 NEBİ İLE RESUL (ELÇİ) ARASINDAKİ FARKI, ŞİMDİ DE KARŞILIKLI AYETLERLE İNCELEYELİM:

Sözlükte sırt anlamına gelen zıhar kelimesi, kökü Muhammed öncesi dönem, Hicaz-Arap toplumuna kadar uzanan bir geleneği simgeler. Cahiliye döneminde bir erkeğin karısına “Artık sen bana anam gibisin” demesidir. Zıhar yapan kişi, eşinin kendisine haram olduğuna inanırdı. Buna da kişinin eşini boşaması diyebiliriz. Günümüzde halen geleneksel din mensuplarının eşine “boş ol” demesi gibi bir şey.

Bir kadın, eşinin kendisini zıhar yapmasından dolayı, Nebi Muhammed’e şikâyete gider.  Nebi Muhammed, Konuyla ilgili vahiy inmediği için, kadının beklediği cevabı veremez. Gelenek ne ise onu söylemek zorunda kalır. Kadın öfkelenir. Nebi Muhammed’le tartışır. Sonuç alamayan kadın, Nebi Muhammed’i Yüce Allah’a şikâyet eder.

Muhammed bu olay karşısında cevabını nebi sıfatıyla veriyor. Resul sıfatıyla verebilmesi için konuyla ilgili vahin inmiş olması gerekirdi. Resul Muhammed sıfatıyla cevap verebilseydi, bırakın kadının şikâyet etmesini, Yüce Allah’a da itaatsizlik etmiş olurdu. (4/80)

Bu tartışma üzerine ayet indi.
58 Mücadele Suresi, 1-2. Ayet; Gerçekten Allah, eşi konusunda seninle tartışan ve Yüce Allah’a şikâyette bulunan (kadın)ın sözünü işitti. Allah, aranızda geçen konuşmaları işitiyordu. Şüphesiz Allah, işitendir, görendir.
Sizden kadınlarına zıhar'da bulunanlar (bilsinler ki, kadınları) onların anneleri değildir. Anneleri, yalnızca kendilerini doğuranlardır. Şüphesiz onlar, çirkin ve yalan söylemektedirler. Gerçekten Allah çok affeden, çok bağışlayandır.

Aşağıdaki ayete de baktığımızda Resul Muhammed’e itaatsizliğin cehenneme mal olabileceğini görüyoruz. Devam edelim:
4 Nisa Suresi, 115. Ayet;  
Kim kendisine 'dosdoğru yol' apaçık belli olduktan sonra, elçiye muhalefet ederse ve mü'minlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü şeyde bırakırız ve cehenneme sokarız. Ne kötü bir yataktır o!..


Ahzab Suresinde, nebi ve resul (elçi) kavramı kullanılmıştır. Yüce Allah,
Hz. Muhammed’in eşlerini nasıl ikaz ettiğini göreceksiniz. Surenin nebi bölümünde nasihat ederken, resul bölümünde itaati şart koşuyor. 
33 Ahzab Suresi, 32-33. Ayet;
Ey Nebi’nin hanımları! Siz kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Allah'tan sakınıyorsanız cilveli konuşmayın, kalbi bozuk olan kimse umuda kapılır. Sözü, ciddiyeti bozmadan söyleyin.
Evlerinizde oturun, önceki cahiliye döneminde olduğu gibi dişiliğinizi öne çıkarmayın, namazı tam kılın, zekatı verin. Yüce Allah’a ve Elçisine itaat edin. Ey ehl-i beyt! Allah’ın istediği, sadece, sizden pislikleri uzak tutmak ve sizi tertemiz yapmaktır.

Araf Suresine göre, resulün haram koyduğunu göreceğiz. Resul (elçi) Muhammed’in, haramı koyuşu, Yüce Allah’ın vahyi neticesinde gerçekleşmiştir. Yani Yüce Allah haram ilan ettiği için, elçi haram edebiliyor.
7 Araf Suresi, 157 - 158. Ayet;
Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de (geleceği) yazılı bulacakları ümmi haber getirici olan elçiye (Resule) uyarlar; o, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır.
De ki “Ey insanlar! Ben sizin hepinize Allah’ın gönderdiği elçiyim. Göklerde ve yerde hâkimiyet O’na aittir. O’ndan başka ilah yoktur. Hayat veren ve öldüren O’dur. Siz Yüce Allah’a inanıp güvenin; nebi olan ümmi resulüne de. O Resul de Yüce Allah’a ve O’nun sözlerine inanıp güvenir. Ona uyun ki doğru yolu bulasınız”

Resul hiçbir şekilde hüküm koyamaz. Hüküm ancak Allah’a aittir. (12/40) Resul’ün (elçi) görevi Yüce Allah’ın mesajlarını bize aktarmaktır. Hiçbir ilave yapmaz, yapamaz. Eğer ilave yaparsa Allah Resul’ü ölümle tehdit ediyor.
69 Hakka Suresi, 44 - 47. Ayet;
Eğer (Nebi) bize atfen bazı sözler uydurmaya kalkışsaydı, elbette onu bundan dolayı kıskıvrak yakalardık; sonra da onun şah damarını keser atardık. Hiçbiriniz buna engel de olamazdınız.


Tahrim Suresinde Yüce Allah Nebi’ye “Sen neden, kendine haram koyuyorsun.” diye serzenişte bulunuyor. Nedeni malum, nebi, haram koyamaz.
66 Tahrim Suresi, 1. Ayet;
Ey Nebi! Eşlerinin rızasını arayarak, Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin sen kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

Devam ediyoruz,
4 Nisa Suresi, 82. Ayet; 
Onlar Kur’an’ı anlamak için kafa yormuyorlar mı? Eğer o Allah dışındaki bir kaynaktan gelmiş olsaydı, elbette onda bir yığın çelişki ve tutarsızlık bulurlardı.

Elçi’yi kim üzerse, onlara alçaltıcı bir azap vardır.
33 Ahzab Suresi, 57. Ayet;
Allah'ı ve Elçisini incitenleri, Allah dünyada da ahirette de dışlar; onlara alçaltıcı bir azap hazırlar.


Nebi’yi üzüyorlar, buna rağmen hiçbir tehdit yok.
33 Ahzab Suresi, 53. Ayet;
Ey iman etmiş kimseler! Yemek için izin verilmeden, vakitli vakitsiz nebinin evlerine girmeyin; davet edilirseniz girin, yemeği yiyince dağılın. Orada bir sohbet ortamı da aramayın. Bu haliniz nebi’yi üzüyor ama sizden çekiniyor. Allah gerçeği söylemekten çekinmez. Onun eşlerinden bir şey istediğinizde perde arkasından isteyin. Bu sizin gönülleriniz için de, onların gönülleri için de daha nezih olur. Allah'ın elçisini üzmeye ve onun arkasından eşlerini nikâhlamaya asla hakkınız yoktur. Böyle yapmanız Allah katında ağır bir kusur olur.

Nebi Muhammed’in kölelikten azledip evlatlık olarak büyüttüğü, sonra da halasının kızı ile evlendirdiği Zeyd, eşiyle anlaşamaz. Nebi Muhammed’e eşinden ayrılacağını duyurur. Nebi Muhammed eşini boşamamasını söyler. Buna rağmen Zeyd eşini boşar. Zeyd, Allah’ın kendisi için “Nimet verdiğim.” diye buyurduğu ve Muhammed’in nübüvvetinden sonra ilk Müslüman olan kişidir. Nebiye itaat şartı yoktur.


33 Ahzab Suresi 37. Ayet;
Hani sen, Allah'ın kendisine nimet verdiği ve senin de kendisine nimet verdiğin kişiye: 'Eşini yanında tut ve Allah'tan sakın' diyordun; insanlardan çekinerek Allah'ın açığa vuracağı şeyi kendi nefsinde saklı tutuyordun; oysa Allah, kendisinden çekinmene çok daha layıktı. Artık Zeyd, ondan ilişkisini kesince, biz onu seninle evlendirdik ki böylelikle evlatlıklarının kendilerinden ilişkilerini kestikleri (kadınları boşadıkları) zaman, onlarla evlenme konusunda mü'minler üzerine bir güçlük olmasın. Allah'ın emri yerine getirilmiştir.

Hemen bir önceki Ahzab 36. Ayette Resul Muhammed’in bir işe hüküm verdiğinde buna isyan edene sapmış, sapıtmış diyor.
33 Ahzab Suresi, 36. Ayet;
Allah ve Resulü, bir işe hükmettiği zaman, mü'min bir erkek ve mü'min bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Yüce Allah’a ve Resulü'ne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.

Allah tarafından gönderilen son nebi olduğu inancı, dinimizde temel bir ilkedir. Elçilerin görevi, vahiy iletmek ve bu vahyi doğru bir biçimde anlamamızı sağlamak olduğundan Kur'an, bu iletinin tek kaynağıdır.

Kur'an'ı sadece fiziksel bir nesne olarak görmekten öte, onun öğretilerini anlamak ve hayatımıza bütünleştirmek gerekmektedir. Bunun yanı sıra, ona karşı gösterilen hürmet ve saygının yalnızca fiziksel bir şekil almaktan öteye geçmesi gerekiyor.

Kur'an, bir yaşam kılavuzu olarak benimsendiğinde, bilgilerin anlamadığınız dilden seslendirilmesi değil, bu bilgilerin günlük hayatta nasıl uygulanacağına dair bir rehberlik yapması amaçlanmalıdır. Kur'an'ı yalnızca okunacak bir kitap değil, aynı zamanda yaşanacak bir rehber olarak değerlendirilmelidir. Bu yaklaşım, müminlerin inançlarını pekiştirecek ve hayatlarına derinlik katacaktır.

Kur'an-ı Kerim'in çağlar boyunca süregelen etkisi ve Muhammed'in rolü, Müslümanların yaşantısında her zaman merkezi bir yer tutmalıdır. O’nun öğretilerine ve Kur'an'a gerçek anlamda inandığımızda, bir yaşam tarzı oluşturabilir ve manevi yükümlülüklerimizi yerine getirebiliriz. Bu, sadece sevap kazanma değil, aynı zamanda topluma faydalı bir birey olma yolunda da önemli bir adımdır.

Yüce Allah’ın korumasında olan (15:9), yaşayan ve ebedi yaşayacak olan resul, elçiye (Kur’an’ı Kerim) itaat etmemiz bizim görevimizdir.


4 Nisa Suresi, 80. Ayet;
Kim Resul'e itaat ederse, gerçekte Yüce Allah’a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse (bilsin ki), Biz seni onların üzerine koruyucu göndermedik.

“Kim Peygambere itaat ederse Yüce Allah’a itaat etmiştir.” diye hazırlanmış mealleri göreceksiniz. Bu tür ayetlerin orijinalini inceleyip nebi/resul ayrımını yaparak okuyalım.

İnsanlarımız farkında olmadan Nebi Muhammed’in sünnetini yaşayacağız diye Ebu Cehil gibi de yaşamaya başlamışlardır. Dinin içini boşaltmışlar kıl, tüy, şalvar, çarşaf, cübbe vb. şeyleri din sanmışlardır. Cahiliye Arap’ının kültür ve geleneğini din olarak kabullenmişlerdir. Yüce Allah’ın kitabını (anlaşılmaz, eksik, gösterip) sonra da, emirleri göz ardı etmişlerdir. Hükmü Yüce Allah’ın kitabında değil, Nebi Muhammed’in ölümünden 200 -250 yıl sonra yazılmış başka kitaplarda aramışlardır. Dini paramparça etmişlerdir (30/32). Yüce Allah’ın yasasının tek olmasına rağmen, birisinin helal dediğine, diğeri haram demiştir (48/23).
           

Vahye dayalı Resul Muhammed’in hadisi Kur’an’ı kerimdir. Nebi Muhammed ölmüştür. Risalet görevi olan Kur’an’ı Kerim de, kıyamete kadar devam edecektir.

 

Doğrularım Allah’ın yanlışlarım benimdir.                                     Aydın ORHON

 

  İman Ettim Demek Yetmez: Kur’an’la Teyit Etmedikçe Aslında Etmedin Kardeşim, Allah’ın bize bildirdiği şehadet cümlesi Kur’an’da defalarc...