İsa Babasız mı Doğdu?

 


İsa Babasız mı Doğdu?


Yoldan kimi çevirseniz ve sorsanız, “Nebi İsa babasız mı dünyaya geldi?” deseniz, “evet” cevabını alırsınız. Peki, neden, neye göre böyle cevap verilir? Herkes atasından böyle duymuştur da ondan. Atalarımızdan gelen miras, iyi olsun, kötü olsun, irdelemeden götürülür. Şu soru hiç aklımıza gelmez: Yediğimiz miras ya haramsa? Ya atalarımızın doğruları, Kur’an’a göre yanlışsa? Doğrusunu araştırmamız gerekmez mi? O zaman, haydi birlikte bu konuyu ayetlerle inceleyelim. Sonuç neyi gösteriyorsa ona göre de kararımızı veririz. Öncelikle insanın yaratılışına bir bakalım.


Kur’an, iki farklı Âdem’den bahseder:

1. İnsanlığın yaradılışında soy ağacımızın en başında bulunan Âdem,

2. Allah’ın Nebisi olan Âdem (Ademler içinden seçilmiş kişi).


Bizim konumuz insanlar… Yüce Allah, bütün yaratığı insanlara Adem ve eşleri diye hitapta bulunuyor. Allah her şeyi çift çift yaratmıştır. (51/Müminun, 49)


Rabbim nasip ederse, yaratılışla ilgili ilk ayetle başlayacağız. Pek tasvip etmememe rağmen, bu makalemde genellikle Diyanet İşleri’nin ayetlerine öncelik verdim. Sebebi de çoğunluğun ona güven duymasından. Yeri gelmişken söylemeden geçmeyeceğim; Kur’an meali okurken lütfen tek bir meale bağlı kalmayın. Karşılaştırarak okuyun.


Ben makalemde kullandığım meallerde tek bir oynama yaptım. “Peygamber” kelimesini çıkartıp yerine orijinalinde ne yazıyorsa (resul, elçi, nebi) onu koydum. Şimdi başlayalım.


Rahman Rahim Olan Allah’ın Adıyla…

23 Müminun Suresi, 12-14. Ayet:

"Andolsun, biz insanı, çamurdan (süzülmüş) bir özden yarattık. Sonra onu az bir su (meni) hâlinde sağlam bir karargâha (ana rahmine) yerleştirdik. Sonra bu az suyu 'alaka' hâline getirdik. Alakayı da 'mudga' yaptık. Bu 'mudga'yı da kemiklere dönüştürdük ve bu kemiklere de et giydirdik. Nihayet onu bam başka bir yaratık olarak ortaya çıkardık. Yaratanların en güzeli olan Allah'ın şânı ne yücedir!"


Kısaca açıklayacak olursak; erkek spermiyle kadın yumurtasının ana rahminde birleşmesi neticesinde 6-8 saat içerisinde oluşum başlar. Oluşum süresi devam eder. Sonuçta çocuk doğar.

Yüce Allah, aşağıdaki ayette de çamurdan yaratıldığımızı buyuruyor. Çamurun oluşumunu düşünelim. Su ve toprak… Eğer Allah’ın bize bahşettiği bu iki önemli nimet olmasaydı, bugün yaratılış sürer miydi?


6 En’am Suresi, 2. Ayet;

"O öyle bir Rab'dır ki, sizi çamurdan yaratmış, sonra (her birinize) bir ecel tayin etmiştir. (Kıyametin kopması için) belirlenmiş bir ecel de O'nun katındadır. Siz ise hâlâ şüphe ediyorsunuz."

Buraya kadar ki bölümü özetlersek; insanların ve diğer canlıların yaratılışı döllenme usulüyle ve toprak ve su ile gerçekleşmektedir. İki ayetle daha yaratılışı pekiştirelim.


22 Suresi, Hac Suresi, 5. Ayet;

"Ey insanlar! Ölümden sonra diriliş konusunda herhangi bir şüphe içindeyseniz (düşünün ki) hiç şüphesiz biz sizi topraktan, sonra az bir sudan (meniden), sonra bir 'alaka'dan, sonra da yaratılışı belli belirsiz bir 'mudga'dan yarattık ki size (kudretimizi) apaçık anlatalım. Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde durduruyoruz. Sonra sizi bir çocuk olarak çıkarıyor, sonra da (akıl, temyiz ve kuvvette) tam gücünüze ulaşmanız için (sizi kemale erdiriyoruz.) İçinizden ölenler olur. Yine içinizden bir kısmı da ömrün en düşkün çağına ulaştırılır ki, bilirken hiçbir şey bilmez hâle gelsin. Yeryüzünü de ölü, kupkuru görürsün. Biz, onun üzerine yağmur indirdiğimiz zaman kıpırdar, kabarır ve her türden iç açıcı çift çift bitkiler bitirir."


30 Rum Suresi, 30. Ayet;

"Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dine çevir. Allah'ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun. Allah'ın yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur. İşte bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler."


Bir soruyla devam edelim. Allah herhangi bir şey için “ol” derse olmaz mı? Kâinatı yaratan Yüce Allah için böyle bir düşünce bile yanlış. Tabi ki ol derse anında oluşum başlar; ancak yukarıdaki ayetlerde belirtilenin dışında bir yaratılış, Allah’ın sünnetullahına ters düşer. Yüce Allah, "Benim yasalarım değişmez," demiyor mu?


33 Ahzab Suresi, 62. Ayet;

"Daha önce gelip geçenler hakkında da Allah'ın kanunu böyledir. Allah'ın kanununda asla değişme bulamazsın."

Yüce Allah’ın yasasında (kanununda) bir değişiklik olmadığını da gördük. Böyle olunca İsa’nın babasız dünyaya gelmesi bahsinin Kur’an’da olması da mümkün değildir. Yoktur da… Kur’an’ın hiçbir yerinde İsa’nın babasız doğduğuna ilişkin bilgi bulamazsınız. Ancak insanlarımız, değişik anlamlara gelebilen müteşabih ayetleri eğerek bükerek, beynindeki bilgilere Kur’an’ı uydurma yoluna giderlerse her şey olabilir.


3 Al-i İmran Suresi, 7. Ayet;

"O, sana Kitap’ı indirendir. Onun (Kur'an'ın) bazı âyetleri muhkemdir, onlar kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşabihtir. Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için müteşabih âyetlerinin ardına düşerler. Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar, 'Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır' derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar."


3 Al-i İmran Suresi, 78. Ayet;

"Onlardan (Kitap ehlinden) bir grup var ki, Kitap’tan olmadığı hâlde Kitap’tan sanasınız diye (okudukları) Kitap'tanmış gibi dillerini eğip bükerler ve, 'Bu, Allah katındandır' derler. Hâlbuki o, Allah katından değildir. Bile bile Allah'a karşı yalan söylerler."


Peki, İsa’nın babasız doğma bilgisi nasıl beynimize kazındı? Bunun cevabını için İncil’e bir göz atmamız gerekiyor. İsa Mesih için kullanılan başka bir sıfat da Tanrı Oğlu kavramıdır. Eski Antlaşma (Tevrat, Zebur)’da bu kelime daha çok doğaüstü varlıklar veya melekler için kullanılmıştır (Mezmurlar 8:6, Eyüp 38:7, Daniel 3:25). Ancak Eski Antlaşma’da Mesih için yapılan resullükde de Tanrı Oğlu kavramı kullanılmıştır. Aşağıda bir örnek görelim:


“Sen ölüp atalarına kavuşunca, senden sonra soyundan birini ortaya çıkarıp krallığını pekiştireceğim. Adıma bir tapınak kuracak olan odur. Ben de onun krallığının tahtını sonsuza dek sürdüreceğim. Ben ona baba olacağım, o da bana oğul olacak. Kötülük yapınca, onu insanların değneğiyle, insanların vuruşlarıyla yola getireceğim.” (2. Samuel 7:12-14)


Kur’an’a ters dini bilgilerin çoğu İncil ve Tevrat’tan hayatımıza girmiştir. Zihnimizdeki bilgilerin doğru veya yanlış olduğunu öğrenmenin tek yolu Kur’an’a hakkıyla iman etmektir. İlkemiz, Kur’an’ı güzel okumak değil, güzel anlamak olmalıdır. Sonrasında tek bir işimiz kalıyor, o da anladığımızı hayatımıza taşımaktır. Okudukça Kur’an’ı daha çok anlayacağız ve Kur’an bütünlüğünde düşünmeye başlayacağız ki bu bizim yol alışımızı hızlandıracaktır. İnsanların bir kısmı mucizenin Adem’de günümüze kadar sürüp geldiğine inanırlar. Bir kısmı da Nebi Muhammed dönemine kadar olduğuna ve Kur’an’la bunun son bulduğuna inanır. Kur’an bütünlüğünde düşündüğümüzde ikisi de yanlış. Biraz önce (33/62) de daha önceki dönemlerde Allah’ın kanunu ne ise bugün de Allah’ın kanununun aynı olduğunu görmüştük. “O gün öyleydi, bugün böyle.” diye düşünmeye hakkımız yok. Yüce Allah ayetiyle noktayı koyuyor. Benzer bir ayet daha paylaşalım ki bilgimiz tazelensin.


48 Fetih Suresi, 23. Ayet;

"Allah'ın öteden beri işleyip duran kanunu (budur). Allah'ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın."

Yüce Allah’ın yasasına göre insanların yaradılışını gördük. (22/5) İnsanın yaratılışında değişiklik olmayacağını da gördük. (30/30) Allah’ın Âdem’den günümüze yasasının değişmediğini de gördük. (17/77)

Gerek yok ama şimdi bir de mucize ile ilgili ayetleri inceleyelim; çünkü mucize de yok.


29 Ankebut Suresi, 50-51. Ayet;

"Dediler ki: 'Ona Rabbinden mucizeler indirilseydi ya!' De ki: 'Mucizeler ancak Allah katındadır ve ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.' Kendilerine okunan kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi? Şüphesiz bunda inanan bir kavim için bir rahmet ve bir öğüt vardır."

Bu konuya birkaç ayetle daha destek verelim. Bakalım müşrikler, mucize olarak neler istiyorlar?


17 İsra Suresi, 90-93. Ayet;

"Dediler ki: 'Yerden bize bir pınar fışkırtmadıkça; yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olup, aralarından şarıl şarıl ırmaklar akıtmadıkça; yahut iddia ettiğin gibi, gökyüzünü üzerimize parça parça düşürmedikçe; yahut Allah'ı ve melekleri karşımıza getirmedikçe; yahut altından bir evin olmadıkça; ya da göğe çıkmadıkça sana asla inanmayacağız. Bize gökten okuyacağımız bir kitap indirmedikçe göğe çıktığına da inanacak değiliz.' De ki: 'Rabbimi tenzih ederim. Ben ancak resûl olarak gönderilen bir beşerim.'"

Yüce Allah soruların çoğunu gale bile almıyor. Sadece birisine cevap veriliyor. Okuyalım…


17 İsra Suresi, 95. Ayet;

"De ki: 'Eğer yeryüzünde, (insanlar yerine) yerleşip dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten bir melek nebi/resul indirirdik.'"

Yukarıda Ankebut Suresi’nde mucizenin de olmadığını gördük. Buraya kadar öğrendiklerimizi beynimizde harmanlarsak, bir de düşünürsek; İsa’nın babasız olamayacağına kanaat getiririz. O zaman İsa’nın bir babası olmalı…


İsa’nın babasını düşünmeden önce bilmeyen kardeşlerime kısa ön bilgi vermemiz gerekiyor. Ayetlerin meallerinde genellikle “Cebrail” diye çeviriler mevcut. Bu çeviriyi değil de orijinalini olan “Cibril” kelimesini kullanarak devam etmek istiyorum. Konumuz dışı da olsa yeri gelmişken söyleyelim: Kur’an’da “Cibril ve Mikail” dışında başka melek adı geçmez. Cibril nedir? Kur’an’da Cibril, ruh olarak geçmektedir. Allah tarafından nebilerinin kalplerine vahyi bilgileri ilham ve ilka ile zikretme, gerçekleştirme işlemine Cibril denir. Dolayısıyla bu işlemle görevli meleğin adı da Cibril’dir. Kullandığım iki kelimenin anlamını bilmeyenlerimiz olabilir;

İlham: İçmek, birden yutmak, içe doğmasına sebep olmak.

İlka: Koymak, bırakmak, yerleştirmek, öğretmek.

Gaybı bilgileri Yüce Allah’tan başka kimse bilmez. (27/65) Buna tek bir istisna vardır. O da Yüce Allah’ın nebilerine verdiği gaybı bilgilerdir. Bunlar, Resul’den bize kadar ulaştığı için bildiğimiz bilgilerdir. Nebiler de Allah’ın bildirmesi dışında gaybı bilmez. Zaten bilselerdi başlarına gelen musibetlerin hiçbiri gelmezdi. Bunu da cebimize koyalım. Şimdi ayetlerle birlikte sünnetullaha ters düşmeden, birlikte İsa’nın babasını arayalım.


3 Al-i İmran Suresi, 44. Ayet;

"Bunlar, gayb haberlerindendir; bunları sana vahyediyoruz. Onlardan hangisi Meryem'i sorumluluğuna alacak diye kalemleriyle kur'a atarlarken sen yanlarında değildin; çekişirlerken de yanlarında değildin."

Bu ayette Meryem’in sorumluluğunu alacak bir kişi arandığı anlaşılıyor. Sorumluluk alacak kişi öncelikle diğerinden üstün olması gerekir ki sorumluluğu taşıyabilsin. Bunu bizlerin de bildiği aile reisi diye de tanımlayabiliriz. Buluğ çağı sonrası herkes gittiği istikametinde özgür olup, her birey de kendinden sorumludur. “…Kişinin yaptığı her iyilik kendi lehinedir, her kötülük de kendi aleyhine…” (2/286) Buluğ çağına kadar çocuklarımıza karşı olan sorumluluğu saymazsak; bir erkek, eşinin yaptığından sorumludur.


İleride lazım olacağı için nebi, resul kavramını kısaca anlatalım. Bu konuyu detaylı anlamak isteyen kardeşlerim, aşağıdaki linkten yararlanabilir. Kur’an’ın orijinalinde geçen Nebi’nin de Resul’ün de Muhammed olduğunu biliyoruz. Kur’an meallerine bu kelimeleri pek görmezsiniz. Her ikisinin de karşılığına Farsça “peygamber” kelimesi konulmuştur. Peygamber kelimesinin geçişi Kur’an’da olmayan çelişkileri meydana getirmiştir. Kısa bir örnek verirsek Kur’an “Resule itaat Allah’a itaattir.” (4/80) der. Resul kelimesinin Türkçe karşılığı da elçidir. Allah’tan aldığı bilgileri kelimesi kelimesine bize aktaran anlamı taşır. Fakat, nebiye itaat şartı yoktur. Hz. Muhammed vahyi alırken nebi, bize tebliğ ederken resuldür. Nebi Muhammed hakkın rahmetine kavuşmuştur. Günümüzde Resul Kur’an’ı Kerim’dir. Ve Kur’an’ı hakkıyla başkalarına tebliğ eden kişilerdir. Nebi sadece insandan oluşurken; resul ise insandan ve melekten olmaktadır.


https://aydinorhon.com/nebi-resul-kimdir/


Aşağıdaki ayetin orijinalini ve Arapçanın Latince okunuşunu da paylaşayım ki meallerde görünmeyen kişiyi birlikte fark edebilelim.


قَالَ اِنَّمَا اَنَا رَسُولُ رَبِّكِ لِاَهَبَ لَكِ غُلَامًا زَكِيًّا


19 Meryem Suresi, 19. Ayet;

"Gâle innemâ ene rasûlu rabbik, liehebe leki ğulâmen zekiyyâ."

"Ruh dedi: 'Ben, sadece Rabbinin elçisiyim. Sana tertemiz bir oğlan bağışlamak için buradayım.'"

Güzelce inceleyelim. Farklı meallere baktığımızda parantezli veya parantez siz olarak genellikle “melek, cebrail” olarak çeviri yapmışlardır. Orijinalinde “Cibril” görünmüyor. ‘Melek’ kelimesi bize Arapçadan geçtiği için orijinalinde olduğu gibi görmemiz gerekir. Melek de yok. Ayette “Resul” yani elçi geçiyor. Evet, Kur’an’da Cibril’e de ruh denilir. Bunun için sanıyorum Cibril yani ruh diye çevirmişler. Fakat Kur’an ayrıca nebi/resullere de ruh kelimesini kullanır. O zaman bu gelen tabi ki nebi/resul de olabilir. Olmalı. Aksi düşüncemizle sünnetullaha ters düşeriz. Ruh kelimesini toparlayalım. Yüce Allah; elçilerine, Cibril’e, vahiy/Kitap’a da “ruh” demiştir. Bize “ruh” konusunda fazla bir bilgi vermediğini de buyurmuştur. (17/85)


Konumuza dönersek, Zekeriya, Yüce Allah’tan almış olduğu gaybı bilgi ile Meryem’in yanına geliyor. “Sana tertemiz bir oğlan bağışlamak için buradayım,” diyor. Bu gaybı bir bilgidir. Daha önce de bahsi geçmişti. Allah’ın resullerine bildirdiği dışında, gaybı Allah’tan başka kimse bilemez. (72/26-27)

Netice de aradığımız İsa’nın babasını Allah’ın izniyle bulacağız.


3 Al-i İmran Suresi, 37. Ayet;

"Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabulle kabul etti ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriya'yı ondan sorumlu kıldı. Zekeriya her ne zaman mihraba girdiyse, yanında bir yiyecek buldu: 'Meryem, bu sana nereden geldi?' deyince, 'Bu, Allah katındandır. Şüphesiz Allah, dilediğine hesapsız rızık verendir,' dedi."

Yüce Allah ayette Zekeriya’yı Meryem’den sorumlu kıldığını buyuruyor. Öyleyse Zekeriya, Meryem’in eşi, İsa’nın da babasıdır. Yukarıdaki ayetlerden mucizenin olmadığını biliyoruz. “Zekeriya her ne zaman mihraba girdiyse, yanında bir yiyecek buldu: Meryem, bu sana nereden geldi? Deyince, 'Bu Allah katındandır,'” cümlesinde geçen yiyecek nedir? Mucize diye düşünmemiz mümkün değil. Yüce Allah mucize yok diyorsa, yoktur. O zaman “Bu yiyecek ne?” diye düşünmek zorundayız. Burada aklımızı kullanacağız. Yiyecek kelimesini mecazi düşünmekten başka çaremiz yok. Allah’ın bize verdiği nimetler dışında özel bir yiyecek gönderdiğini düşünemeyiz. Böyle bir düşünce yanlış olur.


Olayı tekrar bir gözden geçirelim. Yüce Allah’ın nübüvveti nebisine verdiğinde Zekeriya; Nebi Zekeriya olmuştur ve vahiyleri Yüce Allah’tan almıştır. Aynı Zekeriya vahyi Meryem’e tebliğ ederken de Resul (elçi) Zekeriya olarak aktarmıştır. Elçi Zekeriya, Allah’tan aldığı vahyi bilgiyi Meryem’e bildiriyor. Allah’la elçileri arasında bunlar dışında yemek içmek gibi bir diyalog olmaz. Görevi Allah’ın kanunlarına göre insanları uyarmaktır. Görevi dışına çıkamaz. O zaman Allah’ın elçisi sürekli yanında neyi bulabilir? Ben hemen fikrimi söyleyeyim: Hz. Zekeriya’nın yanında bulduğu vahyi bilgilerdir. Ben böyle düşünüyorum. Doğrusunu Allah bilir.


3 Al-i İmran Suresi, 47. Ayet;

"(Meryem), 'Ey Rabbim! Bana bir beşer dokunmamışken benim nasıl çocuğum olur?' dedi. Allah, 'Öyle ama, Allah dilediğini yaratır. O, bir şeyin olmasını dilediğinde ona sadece 'ol' der, o da hemen oluverir,' dedi."

Kur’an’dan anladığıma göre iki istisna dışında her birey kendi sorumluluğunu taşır. Kimse kimsenin sorumluluğunu taşımaz. “Her koyun kendi bacağından asılır.” sözü tam yerinde bir sözdür. İki istisnadan birincisi ergenlik çağı öncesi çocuklara karşı sorumluluk. Diğeri de erkeklerin eşlerine karşı olan sorumluluğudur.


4 Nisa Suresi, 34. Ayet;

"Allah'ın, bazısını bazısına üstün kılması ve onların kendi mallarından harcaması nedeniyle erkekler, kadınlar üzerinde 'sorumlu gözeticidir.' Saliha kadınlar, gönülden (Allah'a), itaat edenler, Allah nasıl koruduysa görünmeyeni koruyanlardır. Nüşuzundan korktuğunuz kadınlara (önce) öğüt verin, (sonra onları) yataklarda yalnız bırakın, (bu da yetmezse hafifçe) vurun. Size itaat ederlerse aleyhlerinde bir yol aramayın. Doğrusu Allah yücedir, büyüktür."

Her şey yerli yerine oturdu sanıyorum. Sorumluluğa kısa bir örnek vererek buna da bir nokta koyalım. Sorumlusu olduğunuz eşinizin Müslümanlığı devam ediyorsa eşinizdir. Eğer sonradan müşrik olmuş ve yola koyamıyorsanız, sorumluluğunuzdan çıkarmanız gerekir. Neden?


60 Mumtehine Suresi, 10. Ayet;

"Ey iman edenler! Mü'min kadınlar muhacir olarak size geldiklerinde, onları imtihan edin. Allah, onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer siz onların inanmış kadınlar olduklarını anlarsanız, onları kâfirlere geri göndermeyin. Çünkü Müslüman hanımlar kâfirlere helâl değillerdir. Kâfirler de Müslüman hanımlara helâl olmazlar. Mehir olarak harcadıklarını onlara (kocalarına geri) verin. Mehirlerini verdiğiniz takdirde, bu kadınlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. Müşrik karılarınızın nikâhlarına tutunmayın. (Zira bu nikâhlar ortadan kalkmıştır.) Onlara harcadığınız mehri, (evlendikleri kâfir kocalarından) isteyin. Kâfirler de (İslâm'ı kabul eden ve sizinle evlenen eski hanımlarına) harcamış oldukları mehri (sizden) istesinler. Bu, Allah'ın hükmüdür. O, aranızda hüküm veriyor. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir."

Bizler Kur’an’a karşı ters anlayışı, düzeltme gayreti içerisinde olmalıyız. Bunun için önce kafamızdaki kirli bilgileri silmemiz, zihnimizi tertemiz yapmamız gerekiyor.


56 Vakıa Suresi, 79. Ayet;

"Ona, ancak tertemiz olanlar dokunabilir."

İşte bu ayet tam da söylemek istediğimin kanıtıdır. Bu ayeti ‘abdestsiz Kur’an’a dokunmayın’ diye çevirmişler. Salat (namaz) dışı abdest yoktur.

Düşünüp, aklımızı kullanalım. İnşallah hep birlikte Allah’ın yasasına ters düşen masalları kafamızdan uzaklaştırırız. İsa’nın babasız olduğunu düşünmek, paylaştığım ayetlerin büyük bir kısmını reddetmek anlamı taşır.

Rabbimden yar ve yardımcınız olmasını dilerim.

Doğrularım Allah’ın, yanlışlarım benimdir.


Aydın ORHON






MÜMİNLER NE YAPAR?

 Müminler Ne Yapar?

Müminlerin davranışları, Kur'an-ı Kerim'de belirtilen birçok ilkeye dayanmaktadır. Bu ilkeler, onların yaşamlarını şekillendiren ve topluma katkıda bulunan değerlerdir. İşte müminlerin yapması gereken bazı önemli davranışlar:

  1. Helal ve Temiz Olan Şeyleri Yemek:
    Müminler, helal ve temiz olan şeyleri tercih ederler. Bu, hem fiziksel sağlıkları hem de manevi durumları için önemlidir (2:168).

  2. Resullerin Ayrımını Yapmamak:
    Müminler, Allah'ın gönderdiği resullerin hepsine inanır ve birini diğerinden ayırt etmezler. Bu, inançlarının bütünlüğünü gösterir (2:285).

  3. Kitapta Olanları Açıklamak:
    Müminler, Allah'ın kitabında yer alan bilgileri insanlara açıklar ve gizlemezler. Bu, toplumu bilgilendirme ve aydınlatma sorumluluğudur (3:187).

  4. Ayetlerin İnkarına Karşı Duyarlılık:
    Allah'ın ayetlerinin bilerek inkar edildiğini duyduklarında, bu duruma karşı sessiz kalmazlar. Başka bir konuya geçene kadar bu tür insanlarla oturmazlar (4:140).

  5. Din Tüccarlarına Dikkat:
    Müminler, dinin istismar edilmesine karşı dikkatli olurlar ve din tüccarlarının oyunlarına gelmezler (9:34).

  6. İyiliği Teşvik Etmek:
    Müminler, insanları iyiliğe davet eder ve kötülükten sakındırırlar. Bu, toplumsal dayanışmanın ve ahlaki değerlerin korunmasının bir yoludur (9:71).

  7. Doğru Ölçü ve Tartı:
    Müminler, ölçüyü ve tartıyı doğru yaparlar. İnsanların eşyasının değerini düşünerek eksiltmezler, bu da adaletin sağlanmasına katkıda bulunur (11:85).

  8. Yaradılışı Araştırmak:
    Müminler, yaradılışın nasıl başladığını araştırır ve bu konuda bilgi edinmeye çalışırlar (29:20).

  9. Maddi Kazanç Gütmeden İslam'ı Tebliğ Etmek:
    Müminler, insanları iyi ve güzel olana davet ederken maddi kazanç elde etmezler. Bu, samimiyetin ve özverinin bir göstergesidir (36:21).

  10. Yardımseverlik:
    Müminler, yakınlarına, yetimlere, çaresiz yoksullara ve sokakta kalanlara yardım ederler. Bu, toplumsal sorumluluğun bir parçasıdır (2:177).

  11. İyilikte Bulunmak:
    Sevdikleri şeyleri insanlara verirler ve yaptıkları iyiliği başa kalkmazlar. Bu, alçakgönüllülüğün bir ifadesidir (3:92).

  12. Bollukta ve Darlıkta İnfak:
    Müminler, bollukta ve darlıkta infak ederler. Öfkelerini yenerler ve sabırlı olurlar (3:134, 2:177).

  13. Yetim Hakkına Saygı:
    Müminler, yetimlerin haklarını asla yemezler. Bu, toplumsal adaletin sağlanması açısından kritik bir davranıştır (4:2).

  14. Güzel Davranış:
    Çevresindeki insanlara güzel davranırlar. Bu, sosyal ilişkilerin güçlenmesine katkıda bulunur (4:36).

  15. Masum Canlara Zarar Vermemek:
    Haksız yere masum bir cana kıymazlar. Bu, insan hayatına verilen önemin bir göstergesidir (6:151).

  16. Anne ve Babaya Saygı:
    Anne ve babalarına "öf" bile demezler. Onlara her zaman güzel sözler söylerler (17:23).

  17. Sözlerini Tutmak:
    Verdikleri sözü tutarlar ve emanetlerini korurlar. Bu, güvenilirliğin ve sadakatin bir göstergesidir (23:8).

  18. Zanda Bulunmamak:
    Müminler, zanda bulunmazlar ve insanların gizli yönlerini araştırmazlar. Gıybet etmezler (49:12).

  19. Sabırlı Olmak:
    Şiddetli sıkıntı ve darlık içinde sabırlı olurlar. Bu, zorluklar karşısında gösterilen metanetin bir ifadesidir (2:177).

  20. Adaletle Hükmetmek:
    İnsanlar arasında adaletle hükmederler. Bu, toplumsal barışın sağlanması için gereklidir (4:58).

  21. Doğru Şahitlik:
    Kendileri veya anne babaları aleyhine bile olsa dosdoğru şahitlik ederler. Bu, adaletin sağlanması açısından önemlidir (4:135).

  22. Kin Tutmamak:
    Bir topluluğa kin duysalar bile onlara adaletli davranırlar. Bu, hoşgörünün ve adaletin bir göstergesidir (5:8).

  23. Zinaya Yaklaşmamak:
    Müminler, zinaya yaklaşmazlar. Bu, ahlaki değerlerin korunması açısından önemlidir (17:32).

  24. Gökyüzünü İncelemek:
    Gökyüzündeki tasarımı incelerler ve delillere yüz çevirmezler. Bu, yaratılışın delillerini anlamaya yönelik bir çabadır (21:32).

  25. Namaz Kılmak:
    Müminler, namaz kılarak Allah'a olan bağlılıklarını gösterirler (29:45).

  26. Doğadaki Delillere İlgi Duymak:
    Allah'ın canlılardaki ve doğadaki delillerine ilgi duyarlar. Bu, yaratılışın hikmetini anlamaya yönelik bir çabadır (30:21-25).

  27. Danışarak İş Yapmak:
    Yapılacak işleri kendi aralarında danışarak yaparlar. Bu, toplumsal dayanışmanın ve işbirliğinin bir göstergesidir (42:38).

  28. Allah Yolunda Çaba Harcamak:
    Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla çaba harcarlar. Bu, inançlarının gereği olarak fedakarlık yapma isteğidir (49:15).

  29. Kur'an'ı Düşünerek Okumak:
    Müminler, Kur'an'ı özenle ve düşünerek okurlar. Bu, Allah'ın kelamını anlamaya yönelik bir çabadır (73:4).

Bu davranışlar, müminlerin hem bireysel hem de toplumsal yaşamlarını şekillendiren temel ilkeleri oluşturmaktadır. Müminler, bu ilkeleri hayatlarına geçirerek hem kendilerine hem de çevrelerine fayda sağlamayı hedeflerler. Bu hedef müminlerin duyalılığını gösterir.



Doğrularım Allah'ın yanlışlarım benimdir. Aydın Orhon


Yasin Suresi Ayetleri; Ne Diyor, Ölmüşe Ne Faydası Olabilir?

 

Yasin Suresi Ne Diyor, Ölmüşe Ne Faydası Olur?

"Yâ. Sîn." (1)
Kur'an'ın doğru ve hikmet dolu bir kitap olduğunu vurgular (2)
Elçinin doğru yolda olduğu ve Allah tarafından gönderildiği belirtilir (3-4).
Kur'an'ın, geçmişte uyarılan ama hala gaflet içinde olan topluluklara hitap etmek için indirildiği ifade edilir (5-6).
İman etmeyenlerin azapla karşılaşacakları belirtilir (7).
Gaflet içinde olanların kibirlilerin durumunu tasvir eder; onların gerçekleri görme isteği göremeyecek durumda oldukları anlatılır (8).
Allah'a olan yollarını açılamayacak şekilde tıkayan insanların, gerçekleri görmelerini engellenme durumları ifade eder (9).
İnanmayanların uyarılara karşı kayıtsız kaldıkları belirtilir (10).
Kur'an'a uyan ve Allah'a saygı duyanların uyarılabileceği ifade edilir (11).
Ahiret hayatı ve insanların amellerinin kaydedildiği vurgulanır (12).
Geçmişteki kavimlerin örnekleri verilerek uyarı yapılır (13).
Elçilerin yalanlandığı ve desteklendiği anlatılır (14).
İnsanların elçilere karşı çıkışları ifade edilir (15).
Elçilerin kendilerini savunmaları ve Allah'ın bilgisi vurgulanır (16).;
Elçilerin görevlerinin sadece tebliğ olduğu belirtilir (17).
Elçilerin uyarılarına karşı çıkanların tehditleri ifade edilir (18).
Uğursuzluğun nedeninin kendilerinden kaynaklandığı belirtilir (19).;
Doğru yolda olan birinin çağrısı ifade edilir (20).
Elçilerin samimiyeti vurgulanır (21).
Yaratılışın anlamı ve Allah'a ibadet etmenin gerekliliği ifade edilir (22).
Allah'tan başka ilah edinmenin anlamsızlığı vurgulanır (23).
Şirk etmenin sonuçları ifade edilir (24).
Güvenin ve itaatin önemi vurgulanır (25).
Cennete giren birinin pişmanlığı ifade edilir (26-27).
Allah'ın azap yöntemleri hakkında bilgi verilir (28).
Azabın aniden geleceği belirtilir (29).
Elçilere karşı alay edenlerin durumu eleştirilir (30).
Geçmiş kavimlerin helak edilmesi hatırlatılır (31).
Ahirette herkesin toplanacağı ifade edilir (32).
Doğanın döngüsü ve Allah'ın kudreti vurgulanır (33).
Allah'ın nimetleri ve insanların şükretmesi gerektiği ifade edilir (34-35).
Yaratılışın çeşitliliği ve Allah'ın yüceliği vurgulanır (36).
Gece ve gündüzün yaratılışı bir delil olarak sunulur (37).
Güneşin hareketi ve Allah'ın düzeni ifade edilir (38).
Güneş ve ayın hareketleri arasındaki düzen vurgulanır (39).
Ayın evreleri anlatılır (40).
Gemide taşınmanın bir delil olarak sunulması (41).
Allah'ın yarattığı binek nimetler ifade edilir (42).
Allah'ın merhameti ve azap kudreti vurgulanır (43-44).
Uyarıların önemi ifade edilir (45).
İnsanların ayetlere karşı kayıtsızlığı anlatılır (46).
İnfak etmenin önemi ve kâfirlerin tutumu ifade edilir (47).
Ahiret gününün sorgulanması (48).
Azabın aniden geleceği belirtilir (49).
Azap anındaki çaresizlik ifade edilir (50).
Ahiret hayatının başlangıcı anlatılır (51).
Diriliş anındaki pişmanlık ifade edilir (52).
Ahiretin ilk sahnesinin korkunçluğu anlatılır (53).
Adaletin sağlanacağı gün vurgulanır (54).
Cennet hayatının mutluluğu ifade edilir (55).
Cennet nimetleri ve huzuru anlatılır (56).
Cennetteki nimetlerin bolluğu ifade edilir (57).
Cennetteki selam ve huzur vurgulanır (58).
Suçluların durumu ve cezalandırılmaları ifade edilir (59).
Şeytana karşı uyarı yapılır (60).
Allah'a kulluğun önemi vurgulanır (61).
Şeytanın insanları saptırma çabası ifade edilir (62).
Cehennemin uyarısı yapılır (63-64).
Ahiretteki hesap verme durumu anlatılır (65).
Allah'ın kudretinin sınırları ifade edilir (66).
Allah'ın iradesinin her şeye hakim olduğu vurgulanır (67).
İnsanların yaratılışına dair düşünmeleri gerektiği ifade edilir (68).
Resulün görevi, yaşayan ölülerin uyarılması ve Kur'an'ın önemi vurgulanır (69-70).
Geçmişteki kavimlerin helak edilmesi örnek verilerek, inkârcıların durumları hakkında uyarıda bulunulur. Elçilerin gönderildiği toplumların nasıl bir sonla karşılaştığı hatırlatılır (71).
Elçilerin, bir topluma gönderilmesi ve bu topluluğun elçileri yalanlaması anlatılır. Üç elçinin bir araya gelerek insanları uyarması, Allah'ın merhametinin bir göstergesidir (72).
İnsanların elçilere karşı çıkışları ve onları yalanlamaları ifade edilir. Bu, inkârcıların Allah'ın mesajını kabul etmediklerinin bir göstergesidir (73).
Elçilerin kendilerini savunmaları ve Allah'ın bilgisi vurgulanır. Elçiler, Allah'ın kendilerini gönderdiğini bildirmektedirler (74).
Elçilerin görevinin sadece tebliğ olduğu belirtilir. Onlar, Allah'ın mesajını iletmekle yükümlüdürler (75):
İnkârcıların elçilere karşı tehditleri ve tepkileri ifade edilir. Onlar, elçilerin uyarılarına karşı çıkmakta ve onları kovmakla tehdit etmektedirler (76).
Elçilerin, inkârcıların uğursuzluğunun kendi davranışlarından kaynaklandığını belirtmeleri, insanların sorumluluklarını hatırlatır (77).
Elçilerin, Allah'a olan güvenlerini ifade etmeleri ve insanları O'na yönlendirmeleri vurgulanır. İman edenlerin Allah'a güvenmeleri gerektiği hatırlatılır (78).
Cennete giren birinin pişmanlığı ifade edilir. Bu kişi, kavminin inkârından dolayı duyduğu üzüntüyü dile getirir (79).
Allah'ın azap yöntemleri hakkında bilgi verilir. Geçmişteki kavimlerin helak edilmesi belirtilir. Allah'ın iradesiyle gerçekleşmiştir (80).
Azabın aniden geleceği belirtilir. İnsanlar, Allah'ın azabıyla karşılaştıklarında çaresiz kalacaklardır (81).
Elçilere karşı alay edenlerin durumu eleştirilir. Bu, inkârcıların sonunu gösteren bir uyarıdır (82).
Allah'ın mutlak egemenliği ve her şeyin O'na ait olduğu vurgulanır. İnsanların, ahirette yalnızca Allah'a dönecekleri hatırlatılır (83).



Doğrularım Allah'ın yanlışlarım benimdir. Aydın Orhon

NASIL ŞÜKREDİLİR

 Nasıl Şükredilir?


Şükretmek, teşekkür etmek, nankörlük etmemek, ödüllendirmek, karşılık vermek, memnun olmak ve güzelliği takdir etmek gibi anlamlar taşır. Şükretmemek, nankörlük olarak kabul edilir. Şükür, yalnızca bir memnuniyet ifadesi değil, aynı zamanda bir eylemdir.


9 Tevbe Suresi, 13. Ayet; 

Antlaşma yeminlerini bozan, Elçiyi (yurdundan) çıkarmaya çalışan ve ilk önce size karşı (savaşa) başlamış olan bir kavme karşı savaşmayacak mısınız? Yoksa onlardan korkuyor musunuz? (Gerçek) müminlerseniz, (bilin ki) Allah kendisinden korkmanıza daha layıktır.

Ayet, nankörlük durumunu birkaç açıdan ele alır. Bu ayette, Müslümanların, antlaşmalarını bozan, Elçiyi yurdundan çıkaran ve onlara karşı ilk saldırıyı gerçekleştiren bir kavme karşı savaşma sorumluluğu vurgulanmaktadır.


Nankörlük Durumu:

1. Antlaşma İhlali: 

Ayette, antlaşma yeminlerini bozan bir kavmin varlığına dikkat çekiliyor. Bu, nankörlüğün bir göstergesi olarak değerlendirilebilir; çünkü bir antlaşmaya sadık kalmamak, güveni sarsar ve karşı tarafın haklarına saygısızlık anlamına gelir.

2. Elçiye Yapılan Zulüm: 

Elçiyi yurdundan çıkarmaya çalışmak, onun misyonuna ve insanlığa karşı yapılan büyük bir nankörlük olarak görülmektedir. Bu durum, inanç ve değerler açısından ciddi bir ihanet anlamına gelir.

3. Korku ve Cesaret: 

Ayet, Müslümanların bu nankör kavme karşı savaşmaktan korkmalarını sorguluyor. Burada, gerçek müminlerin Allah’tan korkmaları gerektiği vurgulanarak, insanlardan korkmanın nankörlük olduğu ifade ediliyor. Bu, inanç ve cesaret eksikliğini gösterir.


Sonuç olarak, bu ayetler, nankörlüğün sadece bir antlaşma ihlali değil, aynı zamanda inanç ve değerler karşısında duruş eksikliği olarak da değerlendirilebileceğini ortaya koymaktadır. Müminlerin, Allah’a olan güvenleriyle hareket etmeleri gerektiği mesajı verilmektedir.


Nankörlük, bencilliği, çirkinliği, nefret dolu acımasızlığı ve insafsızlığı beraberinde getirir. Sonuç olarak, bu tutum insanı şeytanın yoluna yönlendirebilir. İlk nankörlük yapan da İblis'tir. Allah Meleklere “Adem'e secde et” emri karşısında iblis emre  itaat etmedi (2:34).


7 Araf Suresi, 17. Ayet;

Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından gelip (sokul)acağım; sen onların çoğunu şükredenler olarak bulamayacaksın!" demişti. 

Şükür, insanın hayatındaki her nimete karşı duyduğu minnettarlığın bir ifadesidir. Bu ifade, sadece bir kelimeyle sınırlı kalmamalıdır; gerçek şükür, her nimetin özüne uygun bir şekilde gösterilmelidir. "Ya Rabb'i şükür" demek, dilin şükrüdür; ancak bu, gerçek bir şükür değildir. Her nimetin kendi sınıfında bir şükrü vardır ve bu şükrü yerine getirmek, o nimetin değerini anlamakla mümkündür. Tefekkür yoluyla düşüncelerimizi eyleme dökerek şükretmemiz gerekmektedir. Şükür, ruhun nefes almasıdır. 


27 Neml Suresi, 40. Ayet;    

Kendisinde Kitaptan bir bilgi olan kimse ise "Gözünü açıp kapamadan önce onu ben sana getiririm!" demişti. (Süleyman, Belkıs'ın) tahtını yanında yerleşmiş görünce şunu söylemişti: "Bu, şükür mü edeceğimi yoksa nankörlük mü yapacağımı denemek üzere Rabbimin (bana verdiği) iyiliklerindendir. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur; kâfir olana gelince, Rabbim zengindir, cömerttir."


Şükretmek, insanın hayatındaki nimetleri takdir etmesi ve bu nimetlerin kaynağına yönelmesi anlamına gelir. Yukarıdaki Ayet’te, Nebi Süleyman'ın Belkıs’ın tahtını göz açıp kapamadan önce getiren birinin sözleriyle, şükretmenin ve nankörlüğün sınandığı bir durumdan bahsedilmektedir. Bu ayette, Süleyman’ın “Bu, şükür mü edeceğimi yoksa nankörlük mü yapacağımı denemek üzere Rabbimin (bana verdiği) iyiliklerindendir” demesi, şükretmenin sadece bir eylem değil, aynı zamanda bir bilinç hali olduğunu gösterir. Şükreden kişinin, bu eyleminin kendisi için bir fayda sağladığı vurgulanırken, nankörlüğün sonuçları da hatırlatılmaktadır. Zira, “Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur” ifadesi, şükrün bireysel bir sorumluluk olduğunu ortaya koyar.


39 Zümer Suresi, 7. Ayet;

İnkâr ederseniz, şüphesiz ki Allah size muhtaç değildir. O, kullarının küfrüne razı olmaz. Şükrederseniz sizden bunu kabul eder. Hiçbir (günah) yüklüsü başkasının (günah) yükünü yüklenemez. Sonunda dönüşünüz sadece Rabbinizedir ve O, yaptığınız şeyleri size bildirecektir. Şüphesiz ki O göğüslerin (kalplerin) özünü bilendir. 


Zümer Suresi, 7. Ayet; ise şükretmenin önemini bir başka boyutta ele alır. Bu ayette, Allah’ın kullarının küfrüne razı olmadığı, ancak şükredenlerin bu şükürlerinin kabul edileceği belirtilmektedir. Burada, şükretmenin sadece bir ibadet değil, aynı zamanda bir tercih olduğu vurgulanır. İnkâr edenlere Allah’ın muhtaç olmadığı, O’nun zengin ve cömert olduğu hatırlatılır. Bu durum, insanın kendi iradesiyle şükretme veya nankörlük yapma seçeneğine sahip olduğunu gösterir. Sonuç olarak, her birey, kendi eylemlerinin sonuçlarıyla yüzleşmek zorundadır; “Sonunda dönüşünüz sadece Rabbinizedir” ifadesi, bu sorumluluğun altını çizer.

Bu ayetler, şükretmenin ruhsal bir ihtiyaç olduğunu ve insanın manevi gelişimi için ne denli önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Şükür, sadece dil ile söylenen bir kelime değil, aynı zamanda kalbin derinliklerinden gelen bir minnettarlık ifadesidir. Bu nedenle, her nimeti değerlendirip şükretmek, insanın ruhunu besleyen bir eylem olarak karşımıza çıkar.

Aklın Şükrü: Tefekkür

Tefekkür, aklın şükrüdür. Düşünmeden geçen bir akıl, şükrünü ödememiş bir akıldır. Tefekkür, aklın derinliklerine inmek ve yaratılışın hikmetini anlamaktır. Bu şekilde akıl için teşekkür etmiş oluruz. Düşünmek, insanı daha bilinçli ve sorumlu bir birey haline getirir.

Kulluğun Şükrü: İbadet

İbadet, kulluğun şükrüdür. İbadetlerimiz, Allah’a olan kulluğumuzun bir göstergesidir. İbadet, sadece ritüel bir eylem değil, aynı zamanda ruhsal bir deneyimdir. Bu nedenle, ibadetlerimizi içten bir şekilde yerine getirmek, şükrümüzü ifade etmenin bir yoludur.

Fıtratın Şükrü: İcat

İcat, fıtratın şükrüdür. Yaratıcılığımızı ve doğamızın sunduğu imkanları değerlendirmek, fıtratımıza olan şükrümüzü ifade eder. İnsan, yaratılışındaki potansiyeli ortaya koyarak, Allah’ın kendisine bahşettiği yetenekleri kullanmalıdır. Bu, sadece bireysel bir tatmin değil, aynı zamanda topluma da katkı sağlamaktır.

İlkatın Şükrü: Sanat

Sanat, ilkatın şükrüdür. Sanat, insanın iç dünyasını dışa vurma biçimidir ve bu da ilhamın bir sonucudur. Sanat eserleri, insanın duygularını, düşüncelerini ve hayal gücünü yansıtır. Bu bağlamda, sanat yoluyla yaratılan her eser, sanatçının içsel bir şükrü olarak değerlendirilebilir.

Vicdanın Şükrü: Adalet

Adalet, vicdanın şükrüdür. Vicdanımızın sesine kulak vererek adil olmak, Rabbimizin bize verdiği vicdan için bir şükürdür. Adalet, sadece bireysel ilişkilerde değil, toplumsal düzeyde de önemlidir. Adil bir toplum oluşturmak, vicdanımızın gereğidir.

Nübüvvetin Şükrü: İttiba

İttiba, nübüvvetin şükrüdür. Nübüvvetten dolayı Allah’a şükretmek istiyorsak, Nebi Muhammed'imize ittiba etmeliyiz. Nebi Muhammedin hayatını örnek almak, gerçek bir şükürdür.


Kalbin Şükrü: Muhabbet

Muhabbet, kalbin şükrüdür. Kalbimizde sevgi taşımak, şükrümüzü ifade etmenin bir yoludur. Muhabbet etmemiş bir kalp, şükrünü ödememiş bir kalptir. Sevgi, insan ilişkilerinin temelini oluşturur ve bu bağlamda, kalpten gelen bir sevgi, gerçek bir şükürdür.


Kur'an'ın Şükrü: Tertil

Tertil, Kur'an'ın şükrüdür. Kur'an'ı anlıyarak okumak, onun şükrünü yerine getirmektir. Kur'an, insanlara rehberlik eden bir kitap olarak, onun mesajını anlamak ve yaşamak, gerçek bir şükürdür.

Muhakemenin Şükrü: Tahkik

Tahkik, muhakemenin şükrüdür. Taklitten uzak durarak, kendi muhakememizi yapmalıyız. Taklit yapıyorsak, muhakemenin şükrünü yerine getirmiyoruz demektir. Kendi düşüncelerimizi geliştirmek, bireysel bir sorumluluktur.

Hidayetin Şükrü: Tebliğ

Tebliğ, hidayetin şükrüdür. Hidayete ermiş olanlar, bu nimeti başkalarına ulaştırmakla yükümlüdür. Aksi durumda, hidayetin şükrü gerçekleşmez. Bilgiyi paylaşmak, toplumsal bir sorumluluktur.

Ümmetin Şükrü: Vahdet

Vahdet, ümmetin şükrüdür. Muhammed'in ümmetine mensup olanlar, vahdet için çaba göstererek şükrünü gerçekleştirir. Birlik ve beraberlik, toplumsal dayanışmanın temelidir.


İradenin Şükrü: Hidayet

Hidayet, iradenin şükrüdür. İrademizi doğru yolda kullanarak hidayete ermek, irademize olan teşekkürümüzdür. Hidayet, Allah’ın bir lütfu olarak kabul edilir ve bu nimeti elde etmek için çaba göstermek, irademizin bir yansımasıdır.


Kurtuluşun Şükrü: İman

İman, batıldan kurtuluşun şükrüdür. İman, iç dünyamızın bir yansımasıdır. İman etmek, insanın ruhsal bir yolculuğa çıkması ve bu yolculukta Allah’a olan bağlılığını ifade etmesidir.

Farzın Şükrü: Nafile

Nafile, farzın şükrüdür. Nafile ibadetler, farz olanların bir tamamlayıcısıdır. Nebi Muhammed, nafile namazları Allah rızası için kılardı; bu da farzın şükrüdür. Nafile ibadetler, Allah’a olan bağlılığımızı pekiştirir.


Hakikatin Şükrü: Tevhid

Tevhid, hakikatin şükrüdür. Hakikati bilmek, ancak tevhid ile anlam kazanır. Tevhid yoksa, şükrümüz de yoktur. Allah’ın birliğini kabul etmek, insanın ruhsal ve zihinsel gelişimi için temel bir adımdır.


Servetin Şükrü: İnfak

Servetin şükrü infaktır. Allah, servet verdiyse; biz de O'na "Ya Rabbi, şükür" dememiz de servetin şükrü değildir. Servetin şükrü, ihtiyaç sahiplerine yardım etmektir. Bu, toplumsal sorumluluğumuzun bir parçasıdır.


Sonuç olarak, ekmeğin adını söylemek insanı doyurmaz; su demek de susuzluğu gidermeye yetmez. Sadece "Ya Rabb'i şükür" demekle nimetlerin şükrü yerine getirilmiş olmaz. Allah, zaman vermiştir; bu zamanın bir kısmını O'na ayırmak, şükrün bir parçasıdır. Şükür çabadır, eylemdir.  Kulağı gıybetten uzak tutmak, kulağın. Dilini temiz tutmak, dilin. Gözü zinadan korumak, gözün şükrüdür. Öyleyse, göbeğimizi sıvazlayarak “şükürler olsun” demek yerine, her nimetin şükrünü bilinçli bir şekilde yerine getirelim. Şükür, sadece bir kelime değil, hayatımızın her alanında uygulamamız gereken bir eylemdir.



Din Tüccarlarının Alametleri: Bir Eleştiri

 


Din Tüccarlarının Alametleri:
Bir Eleştiri

Din, insan hayatında derin bir anlam ve rehberlik sunarken, bazı kişiler bu kutsal değeri istismar ederek kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaktadır. "Din tüccarları" olarak adlandırılan bu kişiler, dinin özünü ve ruhunu göz ardı ederek, çeşitli alametlerle toplumda olumsuz bir etki yaratmaktadır. İşte din tüccarlarının belirgin özellikleri:

  1. Kadın Düşmanlığı:
    Kadınları düşman olarak gören bir anlayışla, toplumsal cinsiyet eşitliğini hiçe sayarlar. Bu, toplumda cinsiyet ayrımcılığını besleyen bir tutumdur.

  2. Bilime Karşı Olmak:
    Din tüccarları, bilime ve akla karşı bir duruş sergileyerek, çağın gerekliliklerine ayak uydurmazlar. Bu, toplumun ilerlemesini engelleyen bir tutumdur.

  3. Hocalarını İlah Edinmek:
    Bu kişiler, kendi hocalarını veya liderlerini ilahlaştırarak, onların sözlerini sorgulamadan kabul ederler. Bu durum, bireylerin düşünce özgürlüğünü kısıtlar.

  4. Kur'an'a Uymamak:
    Din tüccarları, kendi çıkarlarına uygun düşmediği zaman Kur'an'a uymaktan kaçınırlar. Bu, dini bir araç olarak kullanma eğilimlerini gösterir.

  5. Kur'an'ı Bilmemek:
    Savundukları dinî görüşlerin çoğu, Kur'an'ın özünden uzak olup, bu kutsal metni yeterince bilmemekten kaynaklanır.

  6. Kur'an'ı Yeterli Görmemek:
    Din tüccarları, Kur'an'ı yeterli bir rehber olarak görmezler. Onlar, kendi yorumları ve görüşleriyle dini şekillendirmeye çalışarak, kutsal metni göz ardı ederler.

  7. Sürekli Hakaret Etmek:
    Başkalarına hakaret ederek, kendi görüşlerini dayatmaya çalışırlar. Bu, sağlıklı bir iletişimi engeller.

  8. Ehli Kitap'tan Nefret:
    Farklı inançlara sahip olanlara karşı duyulan nefret, hoşgörüsüzlüğü artırır ve toplumsal barışı tehdit eder.

  9. Sanat ve Estetiğe Düşmanlık:
    Sanat ve estetik değerlere karşı bir düşmanlık besleyerek, toplumun kültürel zenginliğini yok sayarlar.

  10. Sürekli Haram Uydurmak:
    Din adına sürekli yeni haramlar uydurarak, insanları korkutarak ve sindirerek kendi çıkarlarını korumaya çalışırlar.



  1. Nefislerine Göre Konuşmak:
    Kendi çıkarlarına uygun düşen sözleri savunarak, gerçekleri çarpıtırlar.

  2. Tebliğ Faaliyetlerinden Para Kazanmak:
    Dinî faaliyetleri bir kazanç kapısı olarak gören bu kişiler, dini sömürü aracı haline getirirler.

  3. Atalarından Öğrendiklerini Sorgulamadan Kabul Etmek:
    Geleneksel inançları sorgulamadan kabul eden bu kişiler, yenilikçi düşüncelere kapalıdırlar.

Din tüccarları, dinin özünü istismar ederek, toplumsal huzuru ve barışı tehdit eden bir anlayış sergilemektedir. Bu durum, bireylerin dini değerlere olan güvenini sarsmakta ve toplumda derin yaralar açmaktadır. Din, insanları bir araya getiren bir bağ olmalı; ancak din tüccarları, bu bağı zayıflatarak, kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmektedir. Bu nedenle, bireylerin dinî inançlarını sorgulama ve gerçek anlamda öğrenme çabası içinde olmaları büyük önem taşımaktadır.





Doğrularım Allah'ın yanlışlarım benimdir. Aydın Orhon

AHLAK NEREDE?

 





AHLAK NEREDE?



İslam tarihinde, hadislerin uydurulması oldukça tartışmalı bir konudur. Bu konuda çeşitli sebepler öne çıkmakta olup, bu yazıda bu sebepleri detaylı şekilde ele alacağız.

1. Dini Güzelleştirme Amacıyla Yapılan Uydurmalar

Bazı kişiler, Allah’ın dininin zaten kurtulmuş olduğunun farkında olmayan bir bakış açısıyla, dini sevdirmek amacıyla hadisler uydurmuşlardır. Bu kişilerin esas kaygısı, dini yaymak değil, daha populist bir yaklaşım sergilemektir. Bu tür hadislerin ortaya çıkışı, dinin özünü bozan ve yanlış anlamalara sebep olan unsurlardandır.

2. Maddi Menfaatler İçin Üretilen Uydurmalar

Maddi menfaatler için bazı meslek grupları, örneğin acve hurması satıcıları, kendi çıkarları doğrultusunda hadisler uydurmuştur. “Kim sabah 7 acve hurması yerse ona zehir ve sihir tesir etmez” şeklindeki hadis, ticari kazanç sağlamak amacıyla halkı yanıltma işlevi görmektedir.

3. Dinî Yetersizlik Duygusu ile Geliştirilen Uydurmalar

Dindar olarak tanınan birçok kişi, dini eksik zannedip kendi görüşleri doğrultusunda uydurma hadisler geliştirmiştir. Yahya bin Said’in “Salih kişileri hadiste olduğu kadar hiçbir şeyde yalancı görmedik” ifadesi, bu durumu en iyi şekilde açıklamaktadır. Bu tür hadisler, dini esasları çarpıtarak toplumu yanıltma arzusu taşımaktadır.

4. Dini Bozmak ve Dejenere Etmek İçin Uydurmalar

Din düşmanları, İslam dinini yaşanmaz ve mantıksız hale getirmek amacıyla birçok hadis uydurmuşlardır. Bu hadisler, zamanla dini yıkma çabalarına hizmet etmiş ve bir kısım dinsiz kişiler tarafından da kullanılmaya devam etmiştir. Dini değerleri zayıflatmayı hedefleyen bu uydurmalar, toplumsal inançları sarsan unsurlar haline gelmiştir.

5. Gelenek ve Görenekleri Dinin Bir Parçası Gibi Sunma Çabası

Arap toplumunda ve özellikle Emevilerin döneminde, kavmiyetçi anlayış sebebiyle bazı gelenek ve görenekler “hadis” adı altında dine entegre edilmiştir. Bu durum, dinin özüne aykırı olduğu kadar, halk arasında yanlış anlamalara ve uygulamalar arasında süregeldiği bir olgudur.

6. Siyasi Çatışmalardan Doğan Hadis Uydurmaları

Muhammed’in vefatını takiben, özellikle Ali ve Muaviye arasında yaşanan çatışmalar, Müslüman topluluklar arasında derin siyasi bölünmelere neden olmuştur. Bu ayrılıklar, grupların kendi aralarında çözüm arayışlarını, bunun yanı sıra muhalefeti pekiştiren hadisler uydurmalarına yol açmıştır. Bu hadisler, karşı tarafı küçümsemek veya kendi tarafını haklı çıkarmak amacı taşımaktadır.

7. Kendi Mezheplerini Desteklemek İçin Uydurulan Anekdotlar

Farklı mezheplerin mensupları, kendi inançlarını ve görüşlerini savunmak amacıyla önemli oranda uydurma hadisler üretmişlerdir. Bu hadisler, genellikle kendi mezheplerini öven, diğerlerini ise kötüleyen içeriklere sahiptir. Bu durum, toplumsal ayrışmalara ve çatışmalara neden olabilmektedir.

Sonuç

Hadislerin uydurulma sebepleri, toplumsal, siyasi ve ekonomik faktörlerden etkilenmekte ve bu durum, dinin özünü seçim savrulmalarına sürükleyebilmektedir. Gerçek din anlayışının korunması adına, bu tür uydurmaların tespit edilmesi ve etkilerinin minimize edilmesi büyük bir öncelik taşımaktadır.

Doğrularım Allah’ın yanlışlarım benimdir.                                   Aydın Orhon


  Kur’an Bütünlüğünde Melek Anlayışı – Derinlemesine İnceleme Bilim insanlarının açıklamalarına göre, evrenin başlangıcı yaklaşık 13.8 mil...