İlimden Kaçan Toplumların Çöküşü: Kur’an’ın Uyarısı
Kardeşim, hiç düşündün mü, Müslümanların dilinden “Allah bize yardım edecek,
biz üstün geleceğiz” gibi sözler düşmüyor ama yaşadığımız hayata baktığında
bunun tam tersini görüyorsun. Koskoca İslam coğrafyası, yeraltı ve yerüstü
zenginlikleriyle dolu olmasına rağmen dünyanın en geri kalmış, en parçalanmış
bölgeleri arasında. Peki bu çelişki neden? Allah sözünden dönmeyeceğine göre,
sorun kimde?
Çoğu insan bilimi, teknolojiyi, araştırmayı Allah’ın işine karışmak gibi
görüyor. Sonra da o bilimi üretenlerin ürettiklerini alıp kullanıyor. Altına
bindiği araba, cebindeki telefon, tedavi olduğu ilaç… Hepsi akıl ve bilim
sayesinde ortaya çıkıyor. Ama aynı insan dönüp “ilimle uğraşmak Allah’a şirk
koşmaktır” diyebiliyor. İşte tam da burada Kur’an’ın dediği ile bizim
yaşadığımız arasında büyük bir uçurum var.
Allah Enfal Suresi 60. ayette çok net bir emir veriyor:
“Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve bağlanıp beslenen
atlar hazırlayın ki onunla Allah’ın düşman(lar)ını, sizin düşman(lar)ınızı ve
onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah’ın bildiği diğerlerini korkutursunuz.
Allah yolunda ne infak ederseniz size eksiksiz ödenir; siz asla haksızlığa
uğratılmazsınız.” (Enfal, 8/60)
Bu ayet sadece savaş için at besleyin demiyor, o günün şartlarında ne güç
unsuru varsa onu hazırlayın diyor. Yani bugün bu emir, tank, uçak, savunma
sistemi, bilimsel araştırma, teknoloji, yazılım, hatta ekonomik güç anlamına
geliyor. Allah “gücünüz yettiği kadar hazırlayın” derken Müslüman toplumlar ne
yapıyor? “Bizim kalbimiz temiz, Allah bize yardım eder” diye avutuyor. Ama
ortada hazırlık yok, plan yok, ilim yok, üretim yok. Bu tavır gerçekten
Allah’la alay etmek değil mi?
Allah yardımını boşuna indirmez. Yardımın şartı vardır. Nitekim Al-i İmran
139’da şöyle buyurur:
“Gevşemeyin, üzülmeyin! Eğer inanıyorsanız, üstün olan sizsiniz.” (Al-i İmran,
3/139)
Burada üstünlüğün şartı imanla birlikte verilen çabanın, gayretin, Allah’ın
emirlerine sarılmanın sonucu olduğunu görüyoruz. Ama biz sadece inanıyoruz
demekle yetiniyoruz, içi boş bir iddiadan öteye geçmiyoruz. Halbuki Allah,
imanla birlikte adım atmamızı istiyor.
Düşünsene kardeşim, bir öğrenci “ben Allah’a inanıyorum, O bana yardım eder”
deyip sınav sabahı kitap kapağını bile açmamışsa başarılı olabilir mi? Allah’ın
yardımını istemek, gayreti ortaya koymakla mümkündür. Yoksa tembellik edip
ardından “Allah yardım etmedi” demek, en büyük haksızlık olur.
Allah’ın yardımı öyle durduk yere, tembellik içinde oturan bir topluma
gelmez. Yardım, imanını hayata geçiren, tavır alan, fedakârlık yapan insanlara
gelir. Allah Enfal Suresi 19. ayette şöyle buyuruyor:
“Eğer (ey inkârcılar) fetih istiyorsanız işte size fetih geldi. Eğer
vazgeçerseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Eğer dönecek olursanız Biz de
döneriz. Sizin kalabalıklarınız, çok olsa da size hiçbir yarar sağlamaz. Allah
inananlarla beraberdir.” (Enfal, 8/19)
Bak burada çok önemli bir nokta var. Allah diyor ki, “inananlarla
beraberdir.” Yani sadece kimlikte “Müslüman” yazıyor diye, ya da “biz iman
ettik” denildi diye Allah’ın yardımı otomatik olarak gelmez. İman, tavırla,
kararlılıkla, gayretle ortaya çıkarsa işte o zaman Allah yanında olur.
Hucurat Suresi 14. ayet ise bu farkı çok net gösterir:
“Bedevîler ‘İman ettik’ dediler. De ki: ‘Siz iman etmediniz, fakat ‘Teslim
olduk’ deyin. Henüz iman kalplerinize girmedi. Eğer Allah’a ve Elçisine itaat
ederseniz, O, işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Şüphesiz Allah bağışlayandır,
esirgeyendir.’” (Hucurat, 49/14)
Demek ki iman sadece dilde söylenen bir iddia değil. Allah kalbin içini
görüyor. Sözde iman eden ama hayatında Kur’an’ın emirlerine uymayan kimse,
“Müslüman” kimliği taşısa da aslında Allah’ın yardımına layık değil. İşte
Müslüman toplumlarının bugünkü hali tam da bu ayetin somutlaşmış hali. Herkes
“biz Müslümanız” diyor ama Kur’an’ı hayat rehberi yapmıyor.
Bir de Allah’ın yolunda fedakârlık eden müminler var ki Tevbe 112’de şöyle
tanımlanıyor:
“Tevbe edenler, ibadet edenler, övgüde bulunanlar, oruç tutanlar, rükû edenler,
secde edenler, iyiliği emredenler, kötülükten sakındıranlar ve Allah’ın
sınırlarını koruyanlar… İşte müminler bunlardır. Müjdele o müminleri.” (Tevbe,
9/112)
Şimdi düşün kardeşim, Allah’ın yardımını isteyen Müslümanlar bu ayette
sayılan özelliklerden hangilerini yerine getiriyor? Çoğu, sadece ritüelleri
yerine getirip “biz Allah’a inanıyoruz” demekle yetiniyor. Halbuki Allah
müminleri böyle tanımlıyor: Hem ibadetlerini yapan, hem topluma karşı
sorumluluk duyan, kötülüğe karşı duran, iyiliği savunan, Allah’ın sınırlarını
koruyan bir topluluk… İşte Allah’ın yardımı, böyle bir topluma gelir.
Rum Suresi 47. ayette de bu gerçek bir kez daha hatırlatılır:
“Andolsun, senden önce de elçiler gönderdik, kavimlerine. Onlara apaçık
delillerle geldiler. Suç işleyenlerden intikam aldık. İnananlara yardım etmek
ise üstümüze düşen bir haktır.” (Rum, 30/47)
Allah’ın garantisi bu ayette açık: İnananlara yardım etmek Allah’ın
vaadidir. Ama dikkat et, “inananlar” diyor. Yani imanını gösteren, gayret eden,
Allah’ın yolunda tavır alan insanlar… Yoksa sadece nüfus cüzdanında yazılı olan
Müslümanlık, bu yardımı celbetmez.
Bugün bakıyorsun Müslüman devletler yerlerde sürünüyor. Her tarafta savaş,
yoksulluk, geri kalmışlık… Ama aynı zamanda herkes dilinde “Allah bizimle”
diyor. Oysa Kur’an çok net bir şekilde bunun böyle olmayacağını söylüyor. Çünkü
Allah’ın yardımı bir şarta bağlı: Gerçek mümin olmak.
Nisa Suresi 141. ayette Allah şöyle buyuruyor:
“Allah, kâfirlere, müminler üzerine asla bir yol vermeyecektir.” (Nisa, 4/141)
Şimdi bu ayeti düşün. Eğer Allah gerçekten kâfirlere müminler üzerinde yol
vermeyecekse, peki bugün neden Müslümanların toprakları işgal ediliyor? Neden
Müslüman devletler batılı ülkelere bağımlı hale gelmiş durumda? Cevap çok net:
Çünkü ortada gerçek anlamda mümin bir topluluk yok. Biz sadece Müslüman kimliği
taşıyoruz ama Allah’ın tanımladığı mümin kimliğini yaşamıyoruz.
Hani Al-i İmran 139’da “Eğer inanıyorsanız, üstün olan sizsiniz” diyordu ya…
Demek ki üstün olamıyorsak, imanımız kağıt üzerinde kalmış demektir. Dillerde
iman var, camiler dolup taşıyor, dualar yükseliyor ama adalet yok, ilim yok,
fedakârlık yok, Allah’ın hükümlerine bağlılık yok. Böyle olunca da Allah’ın
yardımı gelmiyor.
Bir de şu gerçeği unutma kardeşim: Allah’ın yardımı asla bir alaycı tavırla,
samimiyetsiz dualarla gelmez. Enfal 60’ta emredilen “gücünüz yettiği kadar
hazırlayın” buyruğunu yerine getirmeden, sadece ellerimizi açıp “Allah’ım bize
yardım et” demek, aslında Allah’ın emirlerini hafife almak olur. Çünkü Allah
yardımı gayrete bağlamış.
Kardeşim, işin özeti şu: Allah’ın yardımı bugün neden gelmiyor diye
soruyorsak, önce kendimize bakmamız lazım. Allah’ın yardımını celbetmek
istiyorsak, önce Kur’an’ı hayatımıza rehber kılacağız. İlimden, bilimden,
adaletten, ahlaktan uzaklaşıp sadece şekilsel bir din anlayışına sarılırsak,
sonuç bugünkü gibi olur: Zenginlik içinde fakirlik, kalabalık içinde zayıflık,
iman iddiası içinde yenilgi.
Ama Kur’an’ın gösterdiği mümin kimliğini yaşarsak, o zaman Allah’ın yardımı
kaçınılmaz olur. Çünkü Allah “Eğer inanıyorsanız, üstün olan sizsiniz” (Al-i
İmran, 3/139) diye söz verdi. Ve Allah sözünden asla caymaz.
Sözümdeki doğrular Allah’ın, yanlışlar ise benimdir. Aydın Orhon
aydinorhon.com