ŞEFAAT VAR MI?
İslam’a
göre iki âlem vardır. Bunlar; yaşadığımız dünya âlemi ve süresiz ahiret
âlemidir. İnsanların çoğu, Allah’ın rızasını kazanabilmek için salih amelle
çaba göstermezler. Allah’a karşı sorumluluğunun bilinciyle, cennete kavuşmanın
yollarını aramazlar. Kolaya ve yanlış yola kaçıp, ümitlerini şefaate bağlarlar.
Kur’an’a baktığımızda, şefaatin farklı inanç ve kültürlerden kaynaklanmış
olduğunu anlarız. Bizler dinimizi kulaktan duyduklarımıza, Kur’an’a paralel
kitaplara, falanca hocanın, filanca zatın söylemlerine göre yaşarız. Din
adamlarının çoğu atalarından miras kalan dini, sorgusuz sualsiz olduğu gibi
kabullenmişlerdir.
Din
günü için, Sırat Köprüsü diye bir köprü anlatılır; bu köprü Zerdüştler’den
dinimize geçmiştir. Zerdüşler’de, “Çinvat Köprüsü” olarak geçer. Çinvat
Köprüsü: Zerdüştlük'teki dini kaynaklara göre, yaşayanların dünyasını ölüler
dünyasından ayıran köprüdür. Bütün ruhlar bu köprüden ölümden sonra geçmek
zorundadır. Miraç da yine onlardan geçmedir.
(Kaynak: Ardavirafname 162. Sayfa)
Bizimkiler de onlardan
esinlenmişlerdir. İnsanlar öldükten sonra asırlarca dik rampa, asırlarca düz.
Asırlarca dik aşağı, kıldan ince kılıçtan keskin köprüden alta alevler
eşliğinde, geçecekler diye anlatılır. Kur’an’dan hiçbir bağı yoktur. Sırat
köprüsü tamamen uydurmadır. İmtihan olacağımız yer sanki dünya değil de, Ahiret
âlemi…
Dünya
hayatında Allah’ın mesajları ile kimimiz yaşadı, kimimiz de yaşamadı. Yani
imtihanı burada olduk ve bitti. Ahirette artık karne alma zamanı gelmiştir. Din
gününde her ümmet kendi Resul’ü ile gelecek. İmtihanı başarıp başarmadığı
burada belli olacak. Karnemizi sağ elinizden aldıksa kurtardık. Soldan
verilmişse yandık.
İsra
Suresi 71. Ayet;
Her insan-grubunu önderiyle (resul) çağıracağımız gün, artık kimin kitabı sağ
eline verilirse, onlar kitaplarını okuyacaklar ve bir 'hurma çekirdeğindeki
iplikçik kadar' bile haksızlığa uğratılmazlar.
Dinimizi
rivayetlere göre yaşadığımızda, cehenneme girmemiz neredeyse imkânsız… Bir
şekilde kurtulacağımızı, Allah’ın bizi yakmayacağını düşünürüz. Bize böyle
anlatıldı. Kurtulabilmemiz için
kendilerince bir sürü sebep oluşturmuşlardır. Mübarek gecelerin birisini,
sabaha kadar ibadetle geçirdiğinizde günahlar biter, alacaklı bile olursunuz. O
ağır geldiyse, bol bol salavat getirdiğinizde yine kurtardınız. Her namaz
kıldığımızda, bir önceki namaz arasında işlediğimiz günahlar yok olur. Bir
Cumaya gidersiniz, haftalık günahlar silinir. Hacca gidersiniz kilometrenizi
sıfırlasınız. Hiç birisini yapamasanız da problem yok. Son nefeste, kelimeyi
şahadet getirdiğinizde işlem tamam. Cennettesiniz.
Kardeşlerim
böyle bir din yok. Dinimiz bu değil. Ne kadar takva yolunda gitsek de, tek
karar merci Yüce Allah’tır. Yukarda yazdıklarımın hiçbirisini, Kur’an
onaylamıyor. İyilik yapanla, zulmeden arasında fark olmaz mı?
Ne
kadar ilginç, insanlar kestiği hayvanın üzerine binip, sırat köprüsünü
geçeceğine, yani cennete gidebileceğine inanırlar. O kanı bu sebeple akıtan,
hayvana, emeğine, parasına, zamanına, yazık etti demektir. İmtihan alanının
yeri ahiret olmadığı gibi; cennette bu kadar ucuz değildir.
Hac Suresi 37. Ayet;
Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat O’na sizin takvanız
(Allah’a karşı gelmekten sakınmanız) ulaşır. Böylece onları sizin hizmetinize
verdi ki, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız.
İyilik edenleri müjdele.
Bakın
İlk halifemiz Ebubekir’e nasıl bir iftira atılmış, "Cehennemde vücudum büyüsün tâ ehli
imana yer kalmasın." bu istekte bulunarak, herkesin cennete girmelerine
vesile olacakmış. Bunlar uyduranlar, uydurduklarından nemalanan
kimselerdir. Bazıları cübbelerinin
altına adamlarını dolduracakmış, sıratı geçince eteklerini silkeleyecek ve
eteklerindekiler patır patır dökülecekmiş. Bazıları da torpilliymiş, cemaatin
adı verildiğinde, cennet kapıları ardına kadar açılacakmış. Bunlar çocuk
masalları… Şimdi ki çocuklara da bunları anlatamazsınız. Onlar bile güler.
Evet, önce gülerler. Bu anlatımlarla büyüdüklerinde, ya ateist, ya da deist
olurlar. Bu çağda uydurulmuş dini çocuklara anlatabilmek çok zor.
Ahkaf Suresi 9. Ayet;
De ki: 'Ben elçilerden bir türedi değilim, bana ve size ne yapılacağını da
bilemiyorum. Ben, yalnızca bana vahyedilmekte olana uyuyorum ve ben, apaçık bir
uyarıcıdan başkası değilim.'
Şu
cahillerin yaptığına bakın… Önce sen kendini kurtar! Seni cennete kim soktu
ki... Nebi Muhammed bile kendisine ne o olacağını bilmezken, sen kim oluyorsun!
Kendisini cennete girdi, bir de gizli saklı yanında birilerini cennete
sokacakmış. Haşa Allah’la alay ediyorlar. İşte Bu şarlatanlara kulluk edenler,
aklını kullanmayan insanlardır.
Yunus Suresi 18. Ayet;
Allah'ı bırakıp kendilerine zarar vermeyecek ve yararları dokunmayacak şeylere
kulluk ederler ve: 'Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir' derler. De
ki: 'Siz, Allah'a, göklerde ve yerde bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz?
O, sizin şirk koştuklarınızdan uzak ve yücedir.'
Hucurat Suresi 16. Ayet:
De ki: 'Siz Allah'a dininizi mi öğreteceksiniz? Oysa Allah, göklerde ve yerde
olanları bilir. Allah, her şeyi bilendir.'
Suda boğulanlar, akrep,
yılan sokanlar, yangında yananlar, doğururken ölenler, şehitler, mübarek
sayılan geceleri ibadetle geçirenler, depremde ölenler kurtardı. Kalanlar da salavat getirmişse, Hz
Muhammed’in şefaatiyle onlar da cennetteler. Oh ne ala… Top yekûn herkes
cennette…
Müşrikler de benzer şekilde, Allah katında
şefaatçilerin olduğunu iddia ederlerdi.
Bu Allah’a yalan isnat etmekten başka bir şey değildir. Onlar örf, adet,
cahiliye Arap geleneğini, hurafeleri kendine din edinmişlerdi. Günümüzde de
insanların çoğu da aynı yolu seçmiştir.
Yusuf Suresi 106. Ayet;
Nitekim onların çoğu, Allah'a, O'na ait nitelikleri başkalarına
yakıştırmaksızın iman etmezler.
İnsanlarımız,
Allah’ı yanlış bir şekilde tanımaktadır. İslam’ın iman ve salih amelden
oluştuğu gerçeğini, göz ardı etmektedirler. Salih ameli ifa etmeden, aracılar ve
referanslarla hesap gününü atlatmayı düşünürler.
“Ey Allah’ın Resulü, beni ahirette yalnız
bırakma. Benim işimi gör” diyebilen kişinin, beklentisi acaba nedir? Allah’tan
kaçıp da, Nebî’ye sığınmak mı? Bu istek sahibi, Nebî Muhammed’in Allah’tan daha
merhametli olduğuna inanmasa, böyle bir istekte bulunabilir mi? Bu söylem
Nebîyi, Allah’tan daha güçlü bir ilah konumuna sokmuyor mu? Kardeşlerim bu tür
söylemler çok tehlikelidir… Bu cümleleri yazarken bile tüylerim ürperiyor. Rica
ediyorum, söylemlerimize dikkat edelim.
Bakınız Yüce Allah, Nebî
Muhammed’e Zümer Suresi 19. Ayette ne buyuruyor:
Azab
sözü kendisi üzerinde hak olmuş kimse mi (onlarla bir tutulur?) ateşte olanı
artık sen mi kurtaracaksın?
Kur’an’a temiz yaklaşmak çok
önemlidir. (56/79) Mezheplerden, gruplardan arınmış, gelenekleri terk etmiş,
Tertemiz bir Müslüman olarak Kur’an’a yaklaşmalıyız. Kur’an’la geçen bir an,
Kur’an’sız geçen bir ömürden daha hayırlıdır…
Kutsal
Kitap da Kayansus 7-8. Madde de “Baba oğlu İsa’yı sağına oturttu.” diye geçer.
Bizimkiler aşağı kalır mı? Muhammed’i yarıştırmak adına, hemen Hristiyanlar
gibi “Makam-ı Mahmud” oluşturmuşlar. Allah’ın sağ tarafında Muhammed’i
oturtmuşlardır. “Benim elçim, senin elçinden üstün…” demeye çalışıyorlar. Nebî Muhammed’in miraca çıkma olayı da, bu
yarıştırmalardan birisidir. Nebi Musa’nın Tur'da (Sina Dağında) Allah'la
konuşmasını uydururlar, sonra da Nebi Muhammed’i Miraca çıkartırlar.
Ne
kadar salavat getirirsek “Makam-ı Mahmut” o kadar genişleyecek. O genişleyince
dolayısıyla cennet de genişleyecek. Getirmiş olduğunuz salavatlar hürmetine
cennet ehilleri de bereketlenecek.
Allah’ın
kader anlayışını kaldırmış olmasına rağmen, geri getirmişlerdir. Böyle bir
oluşumun Kur’an’da karşılığı yoktur. Ayrıca Bakara suresi 285. Ayete ters
düşmüş oluruz. İle de salavat getirmek isteniyorsa, yanlış duruma düşmemek
için, gelmiş geçmiş bütün resullere salavat getirmemiz gerekir.
“şefaat” ilk defa Kur’an’da geçen,
bir kavram değildir. Cahiliye toplumunda çok iyi bilinen ve kullanılan bir
kavramdı. Müşrikler kendi elleriyle yaptıkları putları, Allah’a yaklaştırıcı
olarak görüyorlardı. Mekkeli Müşriklerin, müşrik olmalarının sebebi şefaat
beklentileriydi. Kur’an müşrik toplumun, Allah’ı inkâr etmediklerini,
kendilerini yaratanın, gökleri ve yeri yaratanın, rızık verenin Allah olduğuna
inandıklarını bildirir.
Zümer
Suresi 38-40. Ayet;
Andolsun, eğer onlara, "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan
elbette, "Allah", derler. De ki: "Peki söyleyin bakalım? Allah'ı
bırakıp da ibadet ettikleriniz var ya; eğer Allah bana herhangi bir zarar
dokundurmak isterse, onlar Allah'ın dokundurduğu zararı kaldırabilirler mi?
Yahut Allah bana bir rahmet dilese, onlar O'nun rahmetini engelleyebilirler
mi?" De ki: "Allah bana yeter. Tevekkül edenler ancak O'na tevekkül
ederler."
Şefaatçinin
adı Lât, Menât, Uzlâ, Hubel olunca şirk oluyor.
Hz. Muhammed olunca, ehl-i sünnet inancı oluyor. Yalnız Hz. Muhammet’le
de bitmiyor. Gavs, kutup, şeyh, evliya, hafız, şehitler, ölmüş bebekler vb.
çoğaltmak mümkün. Bu kişilerin, Muhammed’i öne sürmelerinin sebebi, kendilerine
kapı aralamalarındandır. Nebî Muhammed’in şefaatine inandıracak ki, kendileri
de peşinden gidebilsin. Hübel olmuş, Nebî olmuş, Şeyh olmuş fark etmiyor.
İsimler değişse de, mantık aynı…
“Kur’an, inmeye başladığı ilk
yıllardan itibaren, şirkle kavga halinde olmuştur. Kur’an refakatçiliği,
şirk olarak ele almıştır. Mekkeli müşrikler, Allah’a inancı olan insanlardı.
Onlar, Allah’a ortak koşarak inanırlardı… Kur’an’da,
birilerinin şefaatiyle ilgili ayet yoktur. Şefaatle ilgili 26 ayetin 22 sinin,
Mekke de nazil olması da manidardır. O dönemde Mekke’de Kâbe’nin içi putlarla
doluydu. Kur’an bu ayetlerle şefaati kaldırmayı amaçlamıştır.
Şuara Suresi 100 -101. Ayet;
“Artık bizim için ne bir şefaatçi var,” “Ne de candan-yakın bir dost.”
Bizler
de sünnet namazı kılarak, Hz. Muhammed’in şefaatinden beklentiye giriyoruz.
Allah’tan başkası için ibadet edilmez! Farz namazı dışı namaz kılacaksak, Nebî
Muhammed’in niyet ettiği gibi (Allah rızası için diye) niyet etmeliyiz. Sünnet
niyetiyle, namaz kılınmaz…
Kimsenin Allah’ın yanında, şefaatçi olması
için yetkisi yoktur. Allah’ın tek şefaatçi olması müşrikleri huzursuz
yapmaktadır.
Zümer Suresi 43, 44, 45. Ayet;
Yoksa Allah'tan başka şefaat ediciler mi edindiler? De ki: 'Ya onlar, hiç bir
şeye malik değillerse ve akıl da erdiremiyorlarsa?'
De ki: 'Şefaatin tümü Allah'ındır. Göklerin ve yerin mülkü O'nun dur. Sonra
O'na döndürüleceksiniz.'
Sadece Allah anıldığı zaman, ahirete inanmayanların kalbi öfkeyle kabarır. Oysa
O'ndan başkaları anıldığında hemen sevince kapılırlar.
Mekkeli
müşriklerden bizim ne farkımız var? Hz. Muhammed kaderciliği ve şefaati
kaldırmak için gelmesine rağmen, ölümünden altmış yıl sonra eskiye dönüş
başlamıştır.
Şefaat;
aracı olmak, müdahale etmek anlamındadır. Arapça bir kelimedir. Günü kurtarmak
veya bir yarar sağlamak maksadıyla, bir büyüğünün nezdinde suçlunun suçunu,
affedilmesi talebinde bulunmaktır. Dünya hayatında böyle şeylerin yapıldığını
hepimiz biliyoruz. Buna halk dilinde torpil denilmektedir. Fakat Yüce Allah’ın
adil olduğunu unutuyoruz.
Geleneksel kültürde şefaat; cehennemde
veya hesap gününde bulunan kişilerin, bu sıkıntıdan kurtulmaları için, güya
Allah’ın sevgili kullarının, onlar için aracılık etmeleri diye bilinir. Yargı
günü yönetimde Allah’tan başka hiçbir kimse yoktur. O gün dünyada
ektiklerimizi, biçme zamanıdır. Haksızlık, torpil yoktur. Kimin nasıl birisi
olduğunu yalnız Allah bilir. O gün Allah’ın haricinde hiç kimse söz söyleyemez.
Mümin Suresi 16 - 20. Ayet;
O gün, orta yere çıkarlar. Onlardan hiç bir şey Allah'a karşı gizli kalmaz.
(Allah sorar:) 'Bugün mülk kimindir? Bir olan, Kahhar olan Allah'ındır.'
Bugün her bir nefis, kendi kazandığıyla karşılık görür. Bugün zulüm yoktur. Şüphesiz
Allah, hesabı seri görendir.
Onları, yaklaşmakta olan güne karşı uyar; o zaman yürekler gırtlaklara dayanır,
yutkunur dururlar.
Zalimler için ne koruyucu bir dost, ne sözü yerine getirebilir bir şefaatçi
vardır.
(Allah) Gözlerin hainliklerini ve göğüslerin sakladıklarını bilir.
Allah hak ile hükmeder. Oysa O'nu bırakıp taptıkları hiç bir şeye
hükmedemezler. Şüphesiz Allah işitendir, görendir.
Karnında necaset taşıyan
varlığı bir şey zannedip, ondan medet ummak ne kadar acıdır. Kula kulluk kadar
aşağılayıcı bir şey olabilir mi?
Genellikle Allah’tan ümidini kesmiş kimseler, şefaat peşinde koşarlar.
Bazı kişileri ilahlaştırır, onların kulu kölesi olurlar. Günümüzde kendilerine
âlim sıfatı takan kişilerin, yapamadıkları yok. Azrail geliyor, geri
gönderiyorlar. Kâbe’ye gidip namaz kılıp, namazdan sonra geri dönüyorlar. Uydu
aracının cıvatalarını gevşetiyorlar… Yani sözde yapamadıkları yok. Madem böyle,
Suriye’de misket bombalarıyla perişan olan çocuklara, neden çare bulamıyorlar!
Afrika’da açlıktan ölen kişilere neden bir el atmıyorlar. Yahudilerin yaptığı
zulmü, neden görmezden geliyorlar. Tek yaptıkları, akıllarını kiraya veren insanları
toplayıp söğüşlemek. Aynı kişiler, Nebî
Muhammed’in açlıktan midesinin üzerine, taş bağladığının edebiyatını yapanlar;
kendileri de külçe altın bağlarlar. Cemaatine hakarette etseler de, bir
kulaktan girip diğerinden çıkar... Adam, “Siz avanaksınız.” diyor. “35 senedir
gelip beni dinliyorsunuz.” diyor. “kafanız çalışmıyor.” diyor. “Gerçekten saf
adamsınız.” diyor. Cemaat ne yapıyor? Ne yapacak gülüyor. Yani söylediklerini
tasdik ediyor. Kafada kullanacağı bir şey yok ki, Bağlı olduğu, aklını kiraya
verdiği kişi, ne diyorsa onu tasdik ediyor.
Adam, kendisinin cennetlik olduğunu müjdeliyor. Avanaklar, kafasını çalıştırmayanlar,
saf kişiler buna inanıyorlar. Cemaat adama gıpta ile bakıyorken, huzur da
buluyor; çünkü onunla birlikte paçayı kurtaracaklarını sanıyorlar. Nebî
Muhammed bile kendisinin ne olacağını bilmezken (46/9) kendisi ve bizim için ne
zarar, ne de yarar sağlayabilirim, (72/21) demesine rağmen arkadaşlara cennet
müjdelenmiş. Yine Muhammed de olmayan 13000 adet mucize isnat etmişlerdir.
Üzülerek söylüyorum; insanlarımız yeterince Kur’an’ı bilgilere sahip değiller.
Yüce Allah’ın aşağıdaki ayetlerine bakalım, mucize hakkında ne buyuruyor:
Ankebut Suresi 49-51. Ayet;
Hayır, o, kendilerine ilim verilenlerin kalplerindeki apaçık ayetlerdir. Bizim
ayetlerimizi ancak zalimler inkâr eder.
Dediler ki: "Ona Rabbinden mucizeler indirilseydi ya!" De ki:
"Mucizeler ancak Allah katındadır ve ben ancak apaçık bir
uyarıcıyım."
Kendilerine okunan kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi? Şüphesiz bunda inanan bir kavim için bir
rahmet ve bir öğüt vardır.
Ayette açıkça belirtilmiştir. Mucize yalnız Allah katındadır. Allah’ın nebisi
de dahil kimse mucize gerçekleştiremez.
Biz
Kur’an’ı çoktan terk etmişiz. Hristiyanlardan, Yahudilerden, zerdüştlerden,
cahiliye Arap kültüründen vb. alıntılarla (rivayetlerle) dinimizi yaşadığımızı
zannediyoruz.
Kur’an’da;
“Ey hocalar” demiyor.
“Ey şeyhler” demiyor.
“Ey imam hatipliler” demiyor.
“Ey ilahiyatçılar” da demiyor.
Peki ne diyor? “Ey iman edenler!”
diyor. Bu ne anlama geliyor? Kur’an her birey için inmiştir. Her birey de
bundan sorumludur. Kur’an-ı Kerim, insanların kullanmaya mecbur oldukları,
yaşam kılavuzudur. Elektronik bir alet aldığımız zaman, kullanma kılavuzunu
önce iyi bir karıştırır, Türkçe bölümünü ararız. Neden? Neden olacak bildiğimiz
dilde okumak için. Nasıl kullanacağımızı anlayabilmek için… Eğer anlamadığımız dilde
kelimeleri seslendirirsek cihazı yakarız, bozarız mahvederiz… Biz beynimizi yakmışız ve bundan haberimiz
yok… Hayatımızın en önemli kararını başkalarının eline teslim etmişiz… Ya o
kişiler bizi yanlış yola soktularsa… Bildiklerinin doğruyla alakası yoksa… İşte
o zaman süresiz cehenneme hazır ve nazırız demektir. Evladına bile umumi
vekâlet verirken, kısa da olsa düşünen bizler; sonsuz hayat olan ahiret
hayatını nasıl hiçe sayabiliriz? Kur’an’ı anladığımız dilde okumadıkça da, bu
yanlışlık sürer gider. Son pişmanlık da fayda etmez.
Maide Suresi 104. Ayet;
Onlara, “Allah’ın indirdiğine (Kur’an’a) ve Resule’e gelin” denildiğinde onlar,
“Babalarımızı üzerinde bulduğumuz din bize yeter” derler. Peki ya babaları bir
şey bilmiyor ve doğru yolu bulamamış olsalar da mı?
Hadi bir an için, şefaat
var diyelim. O zaman ne olur? Bir ümmete şefaat uygulanacak da, diğerine
uygulanmayacak. Dünyaya kimse kendi ümmetini seçerek gelmedi ki… Her toplumun
bir elçisi olmuştur. Hiçbir resul de “Ben sizi Allah’ın elinden kurtarırım, Allah’ın yanında şefaat sahibiyim.” Dememiş
ki... Cennete gireceği garanti olsa bile “Ben din gününde şefaat hakkına
sahibiyim” der mi? Diyebilir mi? Birlikte düşünelim… Cehenneme atan mı
güçlüdür. Yoksa onu cehennemden çıkaran mı? Allah’tan başka hiçbir ilah, dengi,
ortağı ve yardımcısı yoktur.
Yargı günü istisnasız,
iltimassız, aracılığın şefaatin kabul edilmeyeceği bir gündür. Kimsenin kimseye
faydası, fidye, rüşvet, adam kayırmacılık yoktur. Bir tek şey vardır ki, o da
adalettir. Yalnız sen ve getirdiklerin vardır. O gün gelmeden önce kişinin,
kendisine yarar sağlayacağı davranışlarda bulunması, salih amellerle Allah’ın
rızasını kazanması gerekmektedir.
Bakara Suresi 123. Ayet;
Hiç kimsenin hiç kimse adına bir şey ödeyemeyeceği, hiç kimseden fidye
alınmayacağı ve hiç kimsenin şefaatinin kabul edilmeyeceği ve yardım
görülmeyeceği bir günden sakının.
Bakara Suresi 254. Ayet;
Ey iman edenler, hiç bir alış-verişin, hiç bir dostluğun ve hiç bir şefaatin
olmadığı gün gelmezden evvel, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin.
Kâfirler... Onlar zulmedenlerdir.
Allah’tan başkasının yardım
edeceğine inanmak, o kişiye kulluk etmektir. (1/5) Şefaatçi olduklarını iddia
edenlerin, kendilerine bile faydası yoktur. Allah’ın yanında şefaatçi edinenler,
yanlış yaptıklarının farkında bile değildir. Şefaatçi edinmek, kendisi gibi kul
olanları Allah’la eş tutmaktır. Yardımın, yalnız Allah tarafından
yapılabileceğine inanmamaktır.
Şuara Suresi 92 – 103. Ayet;
Ve onlara: 'Tapmakta olduklarınız nerede?' denilir;
'Allah'ın dışında olan (ilah)lar; size yardımları dokunuyor mu veya kendilerine
yardımları oluyor mu?
Artık onlar ve azgınlar içine dökülmüşlerdir.
Ve İblis ‘in bütün orduları da.
Orada birbirleriyle çekişip tartışarak derler ki:
'Ant olsun Allah'a, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz,'
'Çünkü sizi (yalancı olanları) âlemlerin Rabbiyle eşit tutuyorduk.
'Bizi suçlu-günahkârlardan başka saptıran olmadı.'
'Artık bizim için ne bir şefaatçi var,'
'Ne de candan-yakın bir dost.'
'Bizim bir kere daha (dünyaya dönüşümüz mümkün) olsaydı da iman edenlerden
olabilseydik.'
Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler.
Herhangi bir şefaatçi
edinmek, Allah’ın göklerde ve yerde bilmediği şeyler olduğunu, iddia etmek
anlamına gelir. Kendilerine faydaları olmayanlar olarak Kur’an’da tanımlanan
kişiler, nasıl günah sahiplerini bağışlayabilirler?
Aşağıda
iki tane rivayet ekliyorum. Allah’ın cehenneme attığını, Nebî Muhammed
çıkartıyor. Bu Sevgili Muhammed’imize yapılmış çok büyük bir iftira değil
midir?
Resurullah: “Şefaatim ümmetimden büyük
günah sahibi kimselerdir.” buyurdu.
(Ebû Dâvud, Sünnet,20)
Tirmizi, şu ziyadeyi kaydeder: Hz Cabir (radıyallahu anh) dedi ki: “Kebair
(büyük günah) ehli olmayanın şefaate ne ihtiyacı var”
(Ebu Davut 4739 Tirmizi İbnuMace, Zühd 37, 4310
Yukardaki
rivayetler, sahih hadis olarak kabul edilir. Yani bunları inkâr şansınız
yoktur. Ben yukarda ki hadisten anladığımı sizinle paylaşmak istiyorum:
Büyük günahlar için haşa Allah’a ihtiyacımız yok. Onu Nebi Muhammed çözecekmiş.
Küçük günahlar da, sonsuz merhamet sahibi Allah’a kalıyor.
Peki Yüce Allah bu konuda ne buyuruyor;
Nisa
Suresi 31. Ayet:
Eğer size yasaklanan büyük günâhlardan kaçınırsanz, sizin küçük günâhlarınızı
örteriz ve sizi güzel bir yere sokarız.
Bu ayete rağmen Nebi Muhammed’in büyük günahı çözdüğüne inananlar, kalan
günahların Allah’ın affetmeyeceğine inanmıyorsa, Allah’tan korksun. Bu durumda
otomatikman cennetteyiz. Böyle bir saçma inanç doğrultusunda şimdi ne oldu? Bir
bakalım;
1) Dünya da ne yaparsanız yapın, cennettesiniz.
2) İmtihan ve Allah’ın bütün emir, ikazların tamamı havada kaldı.
3) En önemlisi, yukarda ki rivayeti okuduktan sonra, kesin sizin de dikkatinizi
çekmiştir.
Kâinatın yaratıcısı mı büyük, yoksa yarattığı Muhammed mi? Lütfen bunu iyi
düşünün… Bunların tekrar tekrar altını çizmemin sebebi şirke bulaşmayı önlemek
ve Sevgili Muhammed’e yapılan iftiraları göz önüne sermek içindir. Başka hiçbir
amacım yok.
Nebî Muhammed’in, şefaat yoluyla
ümmetine hiçbir faydası olamaz. Buna inanmak O’na kulluk etmek; dolayısıyla
Allah’a şirk koşmak anlamına gelir.
Cin Suresi 21, 22. Ayet;
De ki: 'Doğrusu ben, sizin için ne bir zarar, ne de bir yarar (irşad)
sağlayabilirim.'
De ki: 'Muhakkak beni Allah'tan (gelebilecek bir azaba karşı) hiç kimse asla
kurtaramaz ve O'nun dışında asla bir sığınak da bulamam.'
Bakara Suresi 48. Ayet;
Ve hiç kimsenin, hiç kimse adına bir şey ödemeyeceği, hiç kimsenin şefaatinin
kabul edilmeyeceği, hiç kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği
bir günden sakının.
Kur’an’a göre hesap günü, herkes tek
başınadır. Şefaat edecek diye düşünülen şahısla, ilişkileri tümüyle kesilmiş
olacaktır. Eğer şefaat istenen kişi, salih amel işlemiş ise bağını kesip
süresiz cennete, yok zulmedenlerden ise süresiz cehenneme yol alacaktır.
Nebi
Nuh, oğlu’nun Allah’tan bağışlanmasını diliyor. Allah bunu kabul etmiyor.
Allah’ın Nebî’si oğlu için bile şefaat edemiyorsa, başkalarına mı edecek. Allah
Nebî Nuh’u “Cahillerden olma!” diye azarlıyor. Nebî Nuh, oğlu için bağışlama
istemesine karşılık, O’nun erdemli davranmadığı için, affının mümkün olmadığı
şeklinde cevaplanıyor.
Hud Suresi 45, 46. Ayet;
Nuh, Rabbine seslendi. Dedi ki: 'Rabbim, şüphesiz benim oğlum ailemdendir ve
senin va'din de doğrusu haktır. Sen hâkimlerin hâkimisin.'
Dedi ki: 'Ey Nuh, kesinlikle o senin ailenden değildir. Çünkü o, salih olmayan
bir iş (yapmıştır). Öyleyse, hakkında bilgin olmayan şeyi benden isteme. Gerçekten
cahillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum.'
Hz. Nuh’un oğlunun zulmeden, şirk
koşan, inkârcı olduğuna dair tek bir ayet yok. Bu tür örnekleri çoğaltabiliriz.
Hz. İbrahim çok sevdiği babası Azer için Allah’ın bağışlaması için dua ediyor.
Yaptığı duanın boşuna olduğunu sonunda anlıyor.
Tevbe Suresi 114. Ayet;
İbrahim'in babası için bağışlanma dilemesi, yalnızca ona verdiği bir söz
dolayısıyla idi. Kendisine, onun gerçekten Allah'a düşman olduğu açıklanınca
ondan uzaklaştı. Doğrusu İbrahim, çok duygulu, yumuşak huyluydu.
Hud Suresi 76. Ayet;
'Ey İbrahim, bundan vazgeç. Çünkü gerçek şu ki, Rabbinin emri gelmiştir ve
gerçekten onlara geri çevrilmeyecek bir azap gelmiştir.'
Şefaatçi
olacaklarını iddia eden kişiler, şefaat edecekleri şahısları hesap günü,
yapayalnız bırakacaklardır. Kimin babası, kimin oğlu, kimin eşi olduğunun
hiçbir anlamı yoktur.
Tahrim
Suresi 10, 11. Ayet;
Allah, inkâr edenlere, Nûh'un karısı ile Lût'un karısını örnek gösterdi. Bu
ikisi, kullarımızdan iki salih kişinin nikâhları altında bulunuyorlardı. Derken
onlara hainlik ettiler de kocaları, Allah'ın azabından hiçbir şeyi onlardan
savamadı. Onlara, "Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin!"
denildi.
Allah, iman edenlere ise, Firavun'un karısını örnek gösterdi. Hani o, "Rabbim!
Bana katında, cennette bir ev yap. Beni Firavun'dan ve onun yaptığı işlerden
koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar!" demişti.
Hz. Nuh ve Lut kendi eşlerini bile kurtaramıyor. Şefaat vardır diyenler,
Kur’an’dan bihaber kişilerdir. Firavun’un eşi olmak da, Asiye’nin
Müslümanlığına bir zarar getirmez. Allah, iman edenler için Firavun'un eşini
örnek vermiştir.
Başkalarına
hadis inkârcısı diyenler aşağıda ki hadisleri de görmezden gelir, inkâr
ederler…
Ey Fatıma! Allah katında kabul edilen
ibadetler yap. Çünkü kıyamet gününde ben de seni Allah’ın azabından
kurtaramam.”
(Müslim 31- İman 384)
“Ey Kureyş topluluğu! Kendinizi
kurtarmaya bakın; Allah’ın yanında size bir faydam olmaz. Ey Abdumenaf
oğulları! Allah’ın yanında size faydam olmaz. (Amcam) Abdulmuttalib oğlu Abbâs!
Allah’ın yanında sana faydam olmaz. (Halam) Safiyye! Allah’ın yanında sana
faydam olmaz. Ey kızım Fatma! Benim malımdan dilediğini iste. Ama Allah’ın
yanında sana faydam olmaz.” dedi.”
(Buhârî, Vesâyâ, 11)
Önemli olan kişinin erdemli
olmasıdır. Kimse kimsenin yüzü suyu hürmetine bağışlanmaz.
İnşikak Suresi 25. Ayet;
Ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka; onlar için kesintisiz bir
ecir (mükafaat) vardır.
Bazı kişiler bilmediği ve
tanımadığı kişilere, şefaat edeceğinin sözünü verirler. Bu, elçilerinin kendi
yakınlarına bile, bir kurtuluş sağlamayacağını söyleyen Kur’an ayetleriyle
çelişir. Böyle bir inançla yaşayan insan, imanını kontrol etmelidir. Bu, hurma
çekirdeğinin zarı, hardal tanesi, kıl kadar haksızlık yapılmayacak diyen
Allah’a iftira değil mi? Allah’tan başka ne şefaatçi vardır, ne de hüküm
koyucu. Hüküm Allah’ındır.
Nisa Suresi 77. Ayet;
“…De ki: 'Dünyanın metaı azdır, ahiret, ise muttakiler için daha hayırlıdır ve
siz 'bir hurma çekirdeğindeki ip-ince bir iplik kadar' bile haksızlığa
uğratılmayacaksınız.”
Enbiya Suresi 47. Ayet;
Biz ise, kıyamet gününe ait duyarlı teraziler koyarız da artık, hiç bir nefis
hiç bir şeyle haksızlığa uğramaz. Bir hardal tanesi bile olsa ona (teraziye) getiririz.
Hesap görücüler olarak biz yeteriz.
Allah,
Muhammed’e “hak etmemiş kişilere istediğin kadar bağışlama dile. Nankörler,
fasıklar bağışlanmaz.“ diyor. Muhammed’in bağışlamasını geri çeviriyor. Buradan
şunu çıkartmak zor değildir. “Dünya’da ekmeden Ahirette biçilmez. Ahirette
bağışlama mercii yoktur.”
Tevbe Suresi 80. Ayet;
Sen, onlar için ister bağışlanma dile, istersen dileme. Onlar için yetmiş kere
bağışlanma dilesen de, Allah onları kesinlikle bağışlamaz. Bu, gerçekten
onların Allah'a ve elçisine (karşı) nankörlük etmeleri dolayısıyladır. Allah
fasıklar topluluğuna hidayet vermez.
Kıyamet günü, iyi veya kötü
yaptıklarımız bizimle birlikte olacaktır. Herkesin kitabında ne yazıyorsa onun
sonucuna katlanmak, ona boyun eğmek zorunda kalacaktır.
İsra Suresi 13. Ayet;
Biz, her insanın kuşunu (işlediklerini, yaptıklarını) kendi boynuna doladık,
kıyamet gününde onun için açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız.
Her günah işleyenin kâfir olacağını
söylemek nasıl yanlışsa; ne kadar günah işlerse işlesin, kişilerin yine de
mümin kalacağını ve eninde sonunda cezadan kurtulacağını söylemek de o kadar
yanlıştır. Bunun hiçbir garantisi yoktur. Küçük günahlar üzerinde ısrar etmenin
bile büyük günah doğuracağını, cehenneme götürebileceği unutmamak gerekir.
Ortak koştuklarından, kendilerine şefaat edecek hiç kimseyi bulamazlar.
Rum Suresi 13. Ayet;
(Allah'a eş koştukları) Ortaklarından kendilerine şefaatçi olan yoktur; onlar,
ortaklarını inkâr ediyorlar.
En’am Suresi 94. Ayet:
Ant olsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi (bugün de) 'teker teker, yapayalnız
ve yalın (bir tarzda)' bize geldiniz ve size lütfettiklerimizi arkanızda
bıraktınız. İçinizden, gerçekten ortaklar olduklarını sandığınız
şefaatçilerinizi şimdi yanınızda görmüyoruz. Ant olsun, aranızdaki (bağlar)
parçalanıp-koparılmıştır ve haklarında zanlar besledikleriniz sizlerden
uzaklaşmıştır.
Hiçbir
şekilde haksızlık yapılmayacaktır. Hakkaniyet budur, dünya kadar şefaatçi neyin
nesi? Amel defteri küfür, şirk, fıks, fücur dolu olan bir kişiye Allah şefaat
eder mi? Tabii ki isterse eder. Ancak sünnetullahına (yasasına) ters düşer.
Allah ancak salih amel işleyen, muttaki, erdemli kişilere şefaat eder. Hak
edene, yani cenneti kazanana şefaat eder.
Ayetlere baktığımızda açıkça
görmekteyiz ki, ayrıcalıklı bir kişi, sınıf ve zümre bulunmamaktadır. O’ndan
başka dost ve yardımcı gibi bir algı, kesinlikle kabul edilmemektedir. Erdemli,
muttaki olan salih davranışta bulunanların amelleri, şefaati belirleyecektir.
Şefaatin tek sahibi Allah’ta, kişilerin ameline göre şefaatte bulunacaktır.
Yani her şeye rağmen ille de şefaatçi arıyorsanız; o şefaatçi kendi
amelinizdir. Amel defterinizdir.