ARAPÇA KUTSAL DEĞİLDİR.
Hiçbir
dil kutsal olmamakla birlikte; bütün diller Allah’ın
ayetleridir. İncil Aramice, Tevrat ve Zebur İbranicedir. Eğer
Arapça kutsalsa bu diller de kutsaldır. Yüce Allah, kitabını
indirdiği bölgenin dili ne ise o dilde indirmiştir.
Fussilet Suresi 44. Ayet:
Eğer bu (ilahi
kelamın) Arapça dışında bir dilde (indirilmiş) bir hitabe
olmasını dileseydik, onlar, (şimdi onu reddedenler,) bu defa,
"Neden onun mesajları anlaşılır bir şekilde ifade
edilmemiş? Hayret! Arapça dışında bir dil(de indirilmiş bir
mesaj bu) ve (tebliğ eden de) bir Arap (elçi)?" diyeceklerdi.
De ki: "Bu (ilahi kelam,) iman edenler için bir rehber ve bir
şifa kaynağıdır; ona inanmayanlara gelince, onların kulaklarında
bir sağırlık var ve bundan dolayı (Kuran) onlara kapalı,
anlaşılmaz gelir. Onlar çok uzaklardan seslenilen (insanlar
gibi)ler."
Şimdi empati kuralım. Düşünelim ki son
Nebi, Ülkemizden seçildi. Türkçe bilen bir nebiye de Fransızca
vahy inmiş olsun. Fransızca inmesiyle o dil kutsallaşmış mı
olacak? Haşa bu cümle ağır oldu. Yüce Allah Türkçe bilen
topluma anlamadığı dilden vahy gönderir mi? Yüce Allah ayetinde
de buyurmuş. Olmaz da biz yine olmuş gibi düşünelim. Bu Allah’ın
emirlerini çevirisi yapılmadan ne nebi anlayabilirdi; Ne de bize
aktarabilirdi. Kendi anlamadığı vahiyleri bize geldiği gibi
Fransızca olarak aktarsa bizde kayda alsak, ezberlesek hafız olsak,
dinimizin gereğini öğrenip hayatımıza taşımadan ne faydası
olabilir? Anlamadığımız dilde okuduğumuz Kur’an’dan hiçbir
farkı olmaz. Buradan şu sonuç çıkmasın! “Orijinalini kaldır,
meallerle devam et.” Böyle bir şeyi ancak cahiller söyleyebilir.
Keşke herkes Arapçayı hakkıyla bilse de kendi mealini kendisi
yapabilse… Orijinal Kur’an’a da sahip çıkmalıyız. Aksi
halde Yahudi, Hristiyanların durumuna düşeriz. Dün tam
anlaşılamayan ayetler bugün anlaşılırken, Bugün tam açıklığa
kavuşmayanlar da yarın anlaşılacaktır. Onun için orijinali çok
önemlidir. Buna bir örnek vermek istiyorum:
1929 yılında
Edwin Hubble yaptığı keşifte gökyüzünü tararken yıldızların
gözlem yapıldığı yerden sadece bizden değil, birbirinden de
uzaklaştığını keşfetmiş. Bu demek oluyor ki, evren genişliyor.
Şişmemiş balonun üzerine noktalar oluşturun. Sonra şişirmeye
başlayın. Dünyada ki oluşumda bir benzeridir. Balon şişip
genişledikçe noktaların hem merkezden, hem de birbirinden
uzaklaştığını gözlemleyeceksiniz. 1929 yılına kadar Zariyat
suresi 47. Ayet tam olarak anlaşılamamıştır.
Bu ayrıca
“Kur’an Allah tarafından değil; Nebi Muhammed tarafından
yazılmıştır.” Diyen ateistlere kapak niteliğindedir. Nebi
Muhammed çölden teleskopla mı keşfetmiş de yazmış?
Buradan şu yanlış sonuca varılmamalıdır: “Orijinalini kaldır, meallerle devam et.” Bu tür bir yaklaşım, ancak cehaletle açıklanabilir. Keşke herkes Arapçayı hakkıyla öğrenebilse ve kendi mealini kendisi yapabilse. Orijinal Kur'an’a sahip çıkmak, son derece önemlidir; aksi takdirde, Yahudi ve Hristiyanların durumuna düşme riski taşırız. Dün tam olarak anlaşılamayan ayetler, bugün daha iyi anlaşılırken, bugün tam açıklığa kavuşmayanlar da yarın anlaşılacaktır. Bu nedenle, orijinal metin büyük bir öneme sahiptir.
Bir örnek vermek gerekirse, 1929 yılında Edwin Hubble, gökyüzünü tararken yıldızların sadece bizden değil, birbirlerinden de uzaklaştığını keşfetmiştir. Bu, evrenin genişlediği anlamına gelir. Şişmemiş bir balonun üzerine noktalar koyduğunuzda ve balonu şişirmeye başladığınızda, noktaların hem merkezden hem de birbirlerinden uzaklaştığını gözlemleyeceksiniz. Bu, dünyadaki oluşumlarla benzerlik taşır. 1929 yılına kadar Zariyat suresi 47. ayeti tam olarak anlaşılamamıştır.
Bu durum, “Kur'an Allah tarafından değil; Nebi Muhammed tarafından yazılmıştır.” diyen ateistlere de güçlü bir yanıt niteliğindedir. Nebi Muhammed, çölden teleskopla mı keşif yapmış da bu bilgileri yazmış olabilir?
Şimdi bu konuyla ilgili Zariyat Suresi 47. Ayeti üç farklı yerden paylaşalım:
Diyanet:
Göğü kudretimizle biz kurduk ve şüphesiz bizim (her şeye)
gücümüz yeter.
Muhammed Esed:
Evreni (yaratıcı)
güc(ümüz) ile inşa eden Biziz; ve şüphesiz Biziz onu istikrarlı
bir şekilde genişleten.
Ali Bulaç:
Biz göğü 'büyük
bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz Biz, (onu)
genişleticiyiz.
وَالسَّمَاءَ
ve ssemāe ve göğü
بَنَيْنَاهَا beneynāhā inşa ettik
بِأَيْدٍ bieydin sağlam
وَإِنَّا ve innā ve elbette biz
لَمُوسِعُونَ
lemūsiǔne
genişleticiyiz
Diyanet’in
meali, gördüğünüz gibi sınıfta kalmış. Bu nedenle, bir meale
bağlı kalmamalıyız; en iyi yöntem, karşılaştırarak
okumaktır. Kur'an’ın içeriği, o Arapça harflerde saklı olduğu
için bizim için son derece kıymetlidir. Burada en önemli nokta,
Kur'an’ı öpüp başımızın üzerine koymak ya da evin en yüksek
köşesinde saklamak değildir. Önemli olan, onu anladığımız
dilde okuyup hayatımıza taşıyabilmemizdir. Duvarına, boynuna
Arapça metin asıp, Arabasına cevşen veya mini Kur'an koyup ondan
medet umanlar, Allah’tan başka ilah edinmiş olduklarını
unutmamalıdır.
Şimdi diyeceksiniz ki, “Biz onlardan medet ummuyoruz, yine Allah’tan istiyoruz.” Ancak bu söz, aynen Mekkeli Müşriklerin sözüdür. O zaman size sorarlar: “Bu nazar boncuğunun burada işi ne?” Maalesef, hep bir şeylerden medet umulmadı mı? Beklentimizi, dileğimizi, şah damarından daha yakın olan Allah’a yöneltmeliyiz (50/16) . Yalnızca O’na ibadet edip, yalnızca O’ndan yardım dilemeliyiz (1/5). Kur'an’a değer vermek budur. Allah’ın kitabının minyatürü de olsa, arabanızın aynasının altında sallandırmanız sizi kazadan korumaz. Eğer kazadan korunmak istiyorsanız, önce trafik kurallarına uymanız gerekir; ardından da Allah’a dua edersiniz.
Ağaç hamuru ve mürekkepten oluşan kitabı kutsallaştırmak, Kur'an’ın içini boşaltmaktır. Önemli olan selüloz ve boya değil; Yüce Allah’ın buyruğudur. Bu buyruğa göre hayatı idame ettirmek esastır. Kur'an’ın şifa kaynağı olması da buradan gelir. Kur'an, anlaşıldığı dilde okunduğunda, yaşadıklarını sanan ölmüşlere şifa verir; hayat verir. Yoksa boynumuza, arabamıza, evimize veya işyerimize taktığımız Arapça cümlelerin olduğu objelerin hiçbir yararı yoktur. Eğer onlardan dolayı kazadan, beladan korunacağımızı veya bereket getireceğini düşünüyorsak, şirkimizin bereketlendiğini bilelim. Unutmayalım ki, Allah’ın tek affetmediği günah da şirktir.
Doğrularım Allah’ın, yanlışlarım benimdir.
Aydın ORHON