630 Yılında
Mekke’nin fethi gerçekleştirildi. Mekke’nin başında Ebu Süfyan bulunuyordu.
Karşı koyamayacağını anladı ve kan dökülmesini önlemek adına teslim olmuştur.
Teslim olmasıyla da Müslüman olmuştur. Mekke artık Nebi Muhammed ve
ordusunundur.
Arap toplumunun kabilecilik çok
önemlidir. Onun için bu olay Ümeyye Oğullarının içine hiç sinmemiştir. Ümeyye
Oğullarından olan Ebu Süfyan adamlarını teker teker kadrolaşmanın içine
sokmuştur. 2. Halife Hz. Ömer döneminde Ebu Süfyan’ın oğlu Muaviye Şam valisi
olmuştur. Ümeyye Oğullarında olan 3. Halife Hz. Osman döneminde bütün idari
kadro Ümeyye oğullarının kontrolü altına girmiştir. Hz. Osman’ın öldürülmesine müteakip
Hz Ali 4. Halife seçilmiştir. Muaviye, Hz. Alinin halifeliğine karşı çıktı. Hz Osman’ın öldürülmesini de bahane ederek Hz
Ali’ye savaş açtı.
Hz Osman’ın kanının bahanesiyle açılan savaşta iki tarafta da İslam’ın ileri
gelenleri de vardı.
Daha sonra ki dönemde 4. Halife Hz. Alinin öldürülmesiyle Muaviye İslam
toplumunun başına geçti. Bu dönemde oğlu Yezit’ in halifeliğini de halktan 2 kez
biatla garanti altına aldı.
Hz Hasan zehirletilerek öldürüldü. Yezit’ te Hüseyin’le birlikte 70 üzerinde
kişiyi katletti. Artık İslam Devleti tamamen ellerine geçirdiler. Artık babadan
oğula hanedanlık süreci de başlatılmış oldu.
Abbasilerde de aynı saltanat devam
etmiştir. İktidarın devam etmesi, kalıcı olması için din anlayışıyla oynamalar devam
etmiştir. Başarılı da oldular. Önce kendilerine sempati besleyen din adamlarını
yanlarına çektiler. Medreseler kuruldu. Burada kendi anlayışlarına uygun din
adamları yetiştirdiler. Böylece kendi görüşlerini hadis adı altında dine boca
ettiler. Artık burada yetişen kişilere âlim denir oldu ki, söylenen ayetmiş
gibi algılandı. Bugün camilerimizde de “Hz Muhammed şöyle buyurmuştur.” denilip
rivayet aktarılmıyor mu? Daha da ileri gidip “Resulullah şöyle buyurmuştur” da
diyebiliyorlar.
Yukarılarda nebi resul kavramını işlemiştik. Kısaca hatırlayalım. “Resule itaat
Allah’a itaattir” (4/80) Günümüzün resulü Kur’an’dır. Hocamızın bahsettiği de
rivayettir. Önce Arapçasını okur. Sonra mealini açıklar. Biz de ayet okuduğunu
zannederiz.
Âl-i
İmran 78. Ayet:
Onlardan bir grup var ki, kitapta olmayan bir şeyi siz kitaptan sanasınız diye,
dilleriyle kitabı çarpıtırlar ve Allah'tan olmadığı halde, “Bu, Allah
katındandır!” derler, böylece bile bile Allah hakkında yalanlar uydururlar.
İşte Nebi Muhammed’in ölümünden 60
yıl sonra atılmaya başlanan kıvılcımlar günümüze ateş olarak düşmüştür. Hz.
Muhammed’in ölümünden 200-250 sene sonra da bu söylemler toplanmıştır. Sonuç: Çoğunluk
Kur’an’ı gale almaz duruma gelmiştir. Şu an ki elimizdeki hadis kitapları ağızdan
ağıza gelen o günlerin eseridir. Hadis kitaplarının da vahiymiş gibi
algılanması bir gaflettir. Gafletin de ötesinde… Hadisin ayeti nesh etmesi, yok
etmesi Kur’an’ın yok olması anlamına gelmez mi?
Netice vahim… Arap cahiliyesinden
gelen kültür, gelenek ve görenekler esintisi dinimiz olup çıkmıştır. Kur’an
açıklanamaz derler; rivayetleri gayet güzel açıklanmıştır. Allah’ın mescitlerin
de Kur’an genellikle Arapça okunurken, hadisler Arapça okunup açıklaması yapılıyor.
Bunun sebebinin de Kur’an’dan sanmamız içindir.
Yüce Allah Kur’an’ı açıklanamasın diye mi gönderdi.
Hud
1-2.Ayet:
Elif Lâm Râ. Bu Kur'an; âyetleri, hüküm ve hikmet sahibi (bulunan ve her
şeyden) hakkıyla haberdar olan Allah tarafından muhkem (eksiksiz, sağlam ve
açık) kılınmış, sonra da Allah'tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye ayrı ayrı açıklanmış
bir kitaptır. (De ki:) "Şüphesiz ben size O'nun tarafından gönderilmiş bir
uyarıcı ve müjdeleyiciyim."
600000 Hadis toplanmış âlimler
toplamda 30000 civarında içinden alıp diğerlerini 570000 adetini inkar
etmişlerdir.
10000’lerce hadis de işlerini görmemiş. Arkasından Fetva, icma ve içtihat icat
etmişlerdir.
Bunların ardı arkası kesilmemiştir. Doğru içtihat yapan âlime 2 sevap; yanlış
yapana 1 sevap uydurulmuştur. Âlimler kendilerini ne de güzel düşünmüşler.
Osmanlı’da aynı yanlışlara eklemelerle devam etmedi mi?
Maide
32. Ayet:
Bu yüzden Biz İsrailoğullarına bildirdik ki, -cinayetin ve yeryüzünde fesadı
yayma(nın cezası) olarak işlenmesi dışında- eğer bir kimse bir insanı öldürürse
bütün insanlığı öldürmüş gibidir ve bir kimse bir hayat kurtarırsa bütün
insanlığı kurtarmış gibi olur. Gerçekten elçilerimiz, onlara hakikatin bütün
delilleri ile geldiler: ama, buna rağmen, onların çoğu yeryüzünde her çeşitli
aşırılığa meyletmeye devam etti.
Ayetten anlaşılmayan bir şey var mı? Yüce Allah insan öldürmenin ne
demek olduğunu Kur’an’ın da apaçık belirtmiş. Osmanlı padişah olan kişinin kafası rahat
olması adına birilerinin kellelerini kopartmak istiyor. Kur’an malum, anlamadan
okunuyor; Ne yapacak fetva uydurulması gerekiyor. Rivayetlere dayanarak fetva
veya içtihat yolundan başka çareleri kalmamış. Fetvayı verecek ulema zaten
sarayda yaşıyor. Fatih Sultan Mehmet döneminde ulamaların fetvasıyla “Kardeşin
katli vaciptir.” Şeklinde İstek
doğrultusunda fetva geliyor. Sonra da taht uğruna kardeşler birbirini
öldürüyorlar. III. Murat’ın ölümünden
sonra tahta çıkan III. Mehmet bütün kardeşlerini öldürmüştür. III. Murat’ın
öldüğü sırada eşlerinden hamile olanlar da öldürülmüştür.
Birkaç ayetle konuyu bağlayalım.
Araf
52. Ayet:
Andolsun, biz onlara bir Kitap getirdik; iman edecek bir topluluğa bir hidayet
ve bir rahmet olmak üzere bir bilgiye dayanarak onu çeşitli biçimlerde
açıkladık.
Maide 3. Ayet:
“… Bugün dininizi sizin için tamamladım, nimetlerimin tamamını size bahşettim
ve sizin için din olarak İslam'ı uygun gördüm. Kim gönülden günaha yönelmiş
olmamak üzere, açlık halinde dara düşerse, haram etlerden yiyebilir. Çünkü
Allah çok bağışlayıcıdır; çok merhamet edicidir.”
Zuhruf 44. Ayet:
Şüphesiz bu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüt ve bir şereftir, ondan hesaba
çekileceksiniz.
Doğrularım Allah’ın yanlışlarım bana aittir.
Aydın ORHON