Kur’an’ı Anlamanın İlk Şartı: Zihni Temizlemek

Kur’an’ı Anlamanın İlk Şartı: Zihni Temizlemek

Kardeşim, istersen ilk adımı birlikte atalım. Gel önce kendi içimize bir bakalım. Çoğumuz farkında bile olmadan Kur’an'ı anlamaya başlarken zihinlerimizde koca bir tortu taşıyoruz. Bu tortu nereden geliyor, biliyor musun? “Biz atalarımızdan böyle gördük” diyerek her şeyi sorgusuz sualsiz kabul etmemizden. Yani aynen Mekkeli müşrikler gibi.

Bak, düşün bir. Dinimizi nereden öğrendik? Çoğunlukla mahallemizdeki cami hocasından, annemizden, babamızdan, dedemizden, ya da herhangi bir cemaatten… Kulaktan kulağa aktarılan bir din anlayışı bu. Hani dünya işleri olur da, önemli olanları kendimiz yapmak isteriz ya, çünkü sonucu riske atmak istemeyiz, güvenemeyiz. Ama gel gör ki sonsuz hayatımızı, yani ebedi geleceğimizi, hiç sorgulamadan başkalarının ellerine bırakmışız. Üstelik bu kişilerin bizi yanlış yöne sevk etme ihtimalini bile hiç düşünmemişiz.

Korkunç olan şu: Allah’a yaklaşmaya çalışırken, belki de ondan daha da uzaklaştık. Şirk bataklığında boğulma riskini aklımıza bile getirmedik. Çünkü kafamız “atalarımızın dini” ile doluydu. Yeni bir bilgi geldiğinde hemen tepki gösteriyoruz. O kadar istem dışı bilgi yerleşmiş ki, farklı bir şey duyunca sanki düşmanlık hissediyoruz. O yüzden önce bu yükü sıfırlamak lazım. Dini, yani inancı, baştan, Kur’an’a göre yeniden inşa etmemiz gerekiyor.

Bunu nasıl yapacağız peki? Kur’an’ı tane tane, anlayacağımız dilden, düşünerek okuyacağız. Parça parça değil; bütünüyle bakacağız. Bir ayeti çekip çıkarıp, o ayetin anlamına göre iman edersek, tıpkı meşhur Bektaşi örneğindeki gibi yanılabiliriz: “Namaza yaklaşmayın…” diyen ayetin devamı okunmadığında, nasıl yanlış anlaşılırsa işte biz de öyle bir tuzağa düşeriz.

Bak Nisa Suresi 43. ayet şöyle diyor:

“Ey iman edenler! Sarhoş iken –ne söylediğinizi bilinceye kadar– ve cünüpken –yolcu olmadıkça gusledinceye kadar– namaza yaklaşmayın.”

Bu ayeti bağlamından koparırsak, çelişkili bir din algısı oluşur. Oysa Kur’an’da çelişki olmaz. Konu hakkındaki tüm ayetleri bir araya getirip, birbiriyle nasıl örtüştüğünü düşünmeliyiz. “Kur’an ne diyor?” sorusunun ötesine geçip, “Kur’an ne demek istiyor?” sorusunu sormalıyız.

Bir diğer önemli konu da nebi ve resul kavramı. Bunu karıştıran çok kişi var. Kısaca şöyle açıklayalım: Muhammed, vahiy alırken nebi, bu vahyi insanlara aktarırken resul olur. Yani nebi, Muhammed’in unvanı, resul ise görevidir. Her nebi bir resüldür ama her resül bir nebi değildir. Bu farkı iyi anlamadan ayetleri doğru okuyamayız.

Detaylı açıklamayı istersen şu adresten inceleyebilirsin:
🔗 aydinorhon.com’a girin. Sorgulama penceresine “nebi resül” yazın ve sorgulayın. Çıkanlar içindeki makaleyi inceleyin.

Bir başka önemli konu da vahyin indiği zaman ve koşulları. Mekki mi, Medeni mi? Hangi olaylar üzerine inmiş? Bunlar önemli ancak şunu da unutmayalım; Kur’an sadece indiği güne özel bir kitap değil. Evrensel bir kitap. Tüm zamanlara hitap ediyor.

Mesela Ahzab Suresi 72. ayette şöyle diyor:

“Doğrusu biz emaneti göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar onu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korktular. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalim, çok cahildir.”

Sadece bu ayeti alırsak, insanın zalim ve bilgisiz olduğunu düşünebiliriz. Ama hemen İsra 70’e bakalım:

“Andolsun, biz Ademoğlunu yücelttik; onları karada ve denizde taşıdık, güzel rızıklarla rızıklandırdık, yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.”

Burada da tam tersine bir ifade var gibi değil mi? Sanki çelişki var. Ama Kur’an’da çelişki olmaz. İşte Lokman Suresi 13. ayet bu konuda kilit:

“Ey oğlum! Allah’a ortak koşma. Çünkü şirk, gerçekten büyük bir zulümdür.”

Demek ki, Ahzab 72’deki “zalim” tanımı, şirke düşen insanlar için kullanılmış. Yani insanın hem iblis yönü var (zalim ve cahil), hem de takva yönü var (üstün kılınmış). Hangisini yaşarsak, o yönümüz öne çıkıyor. Bu yüzden sadece bir mealden hüküm vermemek lazım. Diğer meallere de bakmalı, aklımızı kullanmalıyız.

Nahl Suresi 12. ayet bize bunu hatırlatıyor:

“O, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize verdi. Yıldızlar da O’nun emriyle hareket eder. Bunlarda aklını kullananlar için deliller vardır.”

Bir örnek daha verelim: Enfal Suresi 28. ayet. Bak bir meal şöyle diyor:

“Ve iyi bilin ki mallarınız, evlatlarınız bir fitnedir. Allah katında ise büyük bir mükâfat vardır.”

Buraya bakarsak, çocuklar fitnedir diyebiliriz. Ama Allah bize evlatlarımızı bir bela olarak mı verdi? Elbette hayır. O çocuklar karşısında nasıl davrandığımızla ilgileniyor. Eğer onları Allah’tan fazla seversek, onları putlaştırırsak işte o zaman bu sevgi bizi şirke götürür. Allah’ın uyarısı bu.

Aynı ayetin daha isabetli açıklamasında şöyle denir:

“Bilin ki mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük mükâfat ise şüphesiz Allah katındadır.”

Görüyor musun? Farklı çeviriler bile anlamı ne kadar değiştirebiliyor. O yüzden Kur’an’ı anlamak ciddi bir sorumluluk. Kafamızı boşaltmadan, sorgulamadan, yalnızca ezberle hareket ederek bu iş olmaz. Önce niyetimizi düzeltmeliyiz: Gerçekten anlamak için yola çıkmalı, Kur’an’a kulak vermeliyiz.

Doğrularım Allah’ın, Yanlışlarım Benimdir.

Aydın Orhon

aydinorhon.com

 

  Kader: İnsan İradesiyle Yazılan Yolculuk Kardeşim, kader konusu insanlık tarihi boyunca en çok tartışılan meselelerden biri olmuştur. Çü...