Faiz Haramdır Denilebilir mi?



Faiz, Riba Nedir?



Kur’an’ı incelediğimizde, “riba-faiz” arasındaki kavram kargaşasını açıkça görebiliriz. Şimdi size “Faiz haram değildir?” desem; kitabı kapatıp bir kenara atarsınız. Onu demiyorum; fakat lütfen sonuna kadar okuyalım:



Sırf servetinizi arttırmak için, başkalarından elde edeceğiniz herhangi bir riba, Allah’a göre tefecilik kazancı olan bir artış sayılmaktadır. Takva yolunda ilerleyenler için de, Yüce Allah katında kat kat artış sayılmaktadır. Tefecilikle kazanılan para Kur’an’da faiz değil, riba olarak geçmektedir.



Ribayı incelemeye başlayalım… Riba “artış” anlamına gelmektedir. İnfak da olan artışın tam zıttı bir artıştır. Emeksiz kazançtır. İnsanlar mallarının artacağını sanarak riba satmakta veya almaktadırlar. Hâlbuki Yüce Allah ribanın kendi katında artmayacağını dikkat çekmektedir. Riba başkasının ihtiyacını istismar etmektir.



Meallerde genellikle riba, faiz olarak çevrilmiştir. Aşağıda da göreceğiniz gibi bu çeviri yanlıştır. Birlikte “riba” geçen birkaç ayeti inceleyelim.

Rum Suresi 39. Ayet:
وَمَا اٰتَيْتُمْ مِنْ رِبًا لِيَرْبُوَا فٖى اَمْوَالِ النَّاسِ فَلَا يَرْبُوا عِنْدَ اللّٰهِ وَمَا اٰتَيْتُمْ مِنْ زَكٰوةٍ تُرٖيدُونَ وَجْهَ اللّٰهِ فَاُولٰئِكَ هُمُ الْمُضْعِفُونَ
Ve mâ âteytum mir
ribel liyerbuve fî emvâlin nâsi felâ yerbû ındallâh, ve mâ âteytum min zekâtin turîdûne vechallâhi feulâike humul mud'ıfûn.
Ve (unutmayın! Başka) insanların malvarlığı sayesinde, artsın diye ribayla verdikleriniz (size) Allah katında bir artış sağlamaz. Oysa, Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için karşılıksız verdikleriniz (O'nun tarafından bereketlendirilir,) işte onlar, (bu şekilde Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak isteyenler,) ödüllerini kat kat artıranlardır!



Nisa Suresi 161. Ayet:
وَاَخْذِهِمُ الرِّبٰوا وَقَدْ نُهُوا عَنْهُ وَاَكْلِهِمْ اَمْوَالَ النَّاسِ بِالْبَاطِلِ وَاَعْتَدْنَا لِلْكَافِرٖينَ مِنْهُمْ عَذَابًا اَلٖيمًا
Ve ahzihimur ribâ ve gad nuhû anhu ve eklihim emvâlen nâsi bil bâtıl, ve ağtednâ lilkâfirîne minhum azâben elîmâ.
Ondan nehyedildikleri halde
riba almaları ve insanların mallarını haksız yere yemeleri nedeniyle (öyle yaptık.) Onlardan kâfir olanlara pek acıklı bir azap hazırlamışızdır.



Bakara Suresi 275. Ayet:
اَلَّذٖينَ يَاْكُلُونَ الرِّبٰوا لَا يَقُومُونَ اِلَّا كَمَا يَقُومُ الَّذٖى يَتَخَبَّطُهُ الشَّيْطَانُ مِنَ الْمَسِّ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُوا اِنَّمَاالْبَيْعُ مِثْلُ الرِّبٰوا وَاَحَلَّ اللّٰهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبٰوا فَمَنْ جَاءَهُ مَوْعِظَةٌ مِنْ رَبِّهٖ فَانْتَهٰى فَلَهُ مَا سَلَفَ وَاَمْرُهُ اِلَى اللّٰهِ وَمَنْ عَادَ فَاُولٰئِكَ اَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فٖيهَا خَالِدُونَ
Ellezîne yeé'kulûner
ribâ lâ yegûmûne illâ kemâ yegûmullezî yetehabbetuhuş şeytânu minel mess, zâlike biennehum gâlû innemel bey'u mislur ribâ, ve ehallallâhul bey'a ve harramer ribâ, femen câehû mev'ızatum mir rabbihî fentehâ felehû mâ selef, ve emruhû ilallâh, ve men âde feulâike ashabun nâr, hum fîhâ halidûn.
Riba yiyenler, ancak şeytan çarpmış olanın kalkışı gibi, çarpılmış olmaktan başka (bir tarzda) kalkmazlar. Bu, onların: "Alım-satım da ancak riba gibidir" demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alışverişi helal, ribayı haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de (ribaya) bir son verirse, artık geçmişi kendisine, işi de Allah'a aittir. Kim (ribaya) geri dönerse, artık onlar ateşin halkıdır, orada sürekli kalacaklardır.



Bakara Suresi 276. Ayet:
يَمْحَقُ اللّٰهُ الرِّبٰوا وَيُرْبِى الصَّدَقَاتِ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ كُلَّ كَفَّارٍ اَثٖيمٍ
Yemhagullâhur
ribâ ve yurbis sadegât, vallâhu la yuhıbbu kulle keffârin esîm.
Allah,
ribayı yok eder de, sadakaları arttırır. Allah, günahkâr kâfirlerin hiç birini sevmez.



Bakara Suresi 278. Ayet:
يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَذَرُوا مَا بَقِىَ مِنَ الرِّبٰوا اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنٖينَ
Yâ eyyuhellezîne âmenuttegullâhe vezerû mâ begıye miner
ribâ in kuntum mué'minîn.
Ey iman edenler, Allah'tan sakının ve eğer inanmışsanız, ribadan artakalanı bırakın.

Hemen bir sonraki ayete bakalım. Eğer biz riba gibi bir yanlışlığın içerisine girersek Yüce Allah’a karşı savaş açmışız demektir. Allah’a savaş açma tehlikesinde yaptığımız eylemin adı ribadır.



Bakara Suresi 279. Ayet:
فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا فَاْذَنُوا بِحَرْبٍ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِهٖ وَاِنْ تُبْتُمْ فَلَكُمْ رُؤُسُ اَمْوَالِكُمْ لَا تَظْلِمُونَ وَلَا تُظْلَمُونَ
Feil lem tef'alû feé'zenû biharbim minallâhi ve rasûlih, ve in tubtum felekum ruûsu emvâlikum, lâ tazlimûne ve lâ tuzlemûn.
Eğer böyle yapmazsanız, Allah ve Resulüyle savaşa girdiğinizi bilin. Eğer tövbe edecek olursanız, anaparalarınız sizindir. Böylece siz ne başkalarına haksızlık etmiş olursunuz, ne de başkaları size haksızlık etmiş olur.



Yukarıdaki ayetlerde ribanın faizle alakasının olmadığını açıkça gördük. Bizim bildiğimiz “faiz” kelimesinin Kur’an’daki karşılığı “riba”dır. Biz ribaya bulaşırsak Allah’a savaş açmışız demektir. Riba dinimizce haramdır. Çoğu meallerde bu riba kelimesinin karşılığına faiz tanımlaması yapılmıştır. Bazı mealciler de “riba” olarak yazıp önüne parantez içerisinde (faiz) kelimesini koymuşlardır.



Şöyle de düşünmeyelim. “Ne olmuş yani; adı riba olsa ne olur, faiz olsa ne olur? Bankadan, tefeciden alınan para da satılan para da haramdır.” Size hak vermek isterdim. Söyleminizin doğru yanları da yok değil, ancak “faiz haramdır.” diyemezsiniz…

Şimdi faiz kelimesini inceleyelim…



Faiz: Allah’tan korkup sakınan, sabretmesini bilen, iman eden, mallarıyla canlarıyla cihat edenlere, Yüce Allah’ın din gününde kat kat fazlasını iade edeceğini taahhüt etmiş olduğu kavramın karşılığıdır. Kısaca cennet ehli insanlara verilen isimdir.

Konuyla ilgili ilk ayetlerle devam edelim…



Tevbe Suresi 20. Ayet:
اَلَّذٖينَ اٰمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ اَعْظَمُ دَرَجَةً عِنْدَ اللّٰهِ وَاُولٰئِكَ هُمُ الْفَائِزُونَ
Ellezîne âmenû ve hâcerû ve câhedû fî sebîlillâhi biemvâlihim ve enfusihim ağzamu deraceten ındallâh, ve ulâike humul
fâizûn.
(Ama) inanan, zulüm ve kötülük diyarını terk eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla her türlü çabayı gösteren kimseler(e gelince,) Allah katında en yüksek onur payesi onlarındır; ve onlardır, (sonunda) kazanacak olan!



Nur Suresi 52. Ayet:
وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَيَخْشَ اللّٰهَ وَيَتَّقْهِ فَاُولٰئِكَ هُمُ الْفَائِزُونَ
Ve mey yutııllâhe ve rasûlehû ve yahşallâhe ve yettaghi feulâike humul fâizûn.
Kim Allah'a ve Resulü'ne itaat ederse ve Allah'tan korkup O'ndan sakınırsa, işte '
kurtuluşa ve mutluluğa' erenler bunlardır.



Haşr Suresi 20. Ayet:
لَا يَسْتَوٖى اَصْحَابُ النَّارِ وَاَصْحَابُ الْجَنَّةِ اَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمُ الْفَائِزُونَ
Lâ yestevî ashâbun nâri ve ashâbul cenneh, ashâbul cenneti humul fâizûn.
Ateş halkı ile cennet halkı bir olmaz. Cennet halkı '
umduklarına kavuşup mutluluk içinde olanlardır.'



Muminun Suresi 111. Ayet:
اِنّٖى جَزَيْتُهُمُ الْيَوْمَ بِمَا صَبَرُوا اَنَّهُمْ هُمُ الْفَائِزُونَ
İnnî cezeytuhumul yevme bimâ saberû ennehum humul
fâizûn.
Bugün ben, gerçekten onların sabretmelerinin karşılığını verdim.
Şüphesiz onlar, 'kurtuluşa ve mutluluğa' erenlerdir.



Bu ayetlerden sonra “faiz haramdır.” diyebilir misiniz? Böyle bir şey söylersek “Cennet ehli olmak haramdır.” anlamı taşıyacağı için, büyük bir hata yapmış oluruz. Bu, Kur’an’ın ne kadar terkedilmiş olduğunun ispatıdır. Bu kadar basit bir karmaşa bile gün yüzüne çıkamıyor. Arapların çocuklarına “faiz” ismi konulduğu hakkında duyum aldım. Araştırdım: www.ismicaizmi.com adresinde “faiz” ismine baktım, anlamı: “Feyz bulan, muradına ulaşan, başarı kazanan” diye açıklanmış.



Bugün bildiğimiz “faiz” kelimesi yerine “riba” kelimesini kullanmalıyız. Para alıp satma işinin gerçek adı ribacılıktır. Asıl haram olan faiz değil, ribadır.



Doğrularım Allah’ın, yanlışlarım benimdir…


Aydın ORHON




MELEKLER

MELEKLER

Bilim insanlarının açıklamalarına göre, dünyanın oluşumu, "Big Bang" adı verilen bir patlama ile birlikte yaklaşık 13.9 milyar yıl önce başlamıştır. Bu süreçte kâinatta, insanlar dışında canlı ve cansız birçok varlık yaratılmıştır. Bu varlıklara melek diyoruz. Böylece, Âdemoğlunun yaşayabileceği bir ortam hazırlanmış olmaktadır. Daha sonra, yaklaşık 386 bin yıl önce Âdemler ve eşleri yaratılmıştır. Bu yaratılış süreci ile kâinattaki bütün varlıklar Âdem’in emrine sunulmuştur (45:13).

Allah, yarattıklarıyla ilgili olarak tüm bilgileri Âdem’e öğretmiştir. Bu bilgiler, varlıkların ne olduğu, nasıl kullanıldığı, nerelerde kullanıldığı gibi konuları kapsamaktadır. Ayrıca, hangi işlemlerin ne şekilde yapılması gerektiği, hangi eylemlerin yararlı ya da zararlı olduğu gibi konularda da bilgi verilmiştir. Âdem, kendisine iletilen bu bilgilerin neticesinde, öğretilenlerin özelliklerine göre varlıklara isim verme yeteneğine de sahip olmuştur. Ancak meleklere bu bilgiler verilmemiştir.

2 Bakara Suresi, 31, 32. Ayet:;
Âdem’e her varlığın ismini (neye yaradığını) öğretti, sonra onları meleklere gösterdi: “İddianızda haklıysanız bana şunların isimlerini söyleyin!” dedi.
Melekler, “Biz sana içten boyun eğeriz, bizde senin öğrettiğin dışında bilgi olmaz. Her şeyi bilen ve kararları doğru olan Sensin.” dediler.

Yüce Allah, yarattığı melekler ile insanoğlu arasındaki farklılıkları bu şekilde bizlere sunmaktadır. Melekler, Allah’ın katından her biri farklı kodlamalarla (bilgilerle) yaratılmıştır; bir kısmı göklere, bir kısmı ise yeryüzüne indirilmiştir (20:4).

Melekler, kendilerine verilmiş olan görevleri harfiyen yerine getirirler. Kesinlikle görevlerinin dışına çıkmazlar ve çıkamazlar. Örneğin, bir elma ağacının elma vermesi, onun görevini yerine getirmesi anlamına gelir. Güneş’in sabah doğması ve akşam batması da onun doğal bir görevidir. Meleklerin görevlerini yerine getirmeleri, Allah’a karşı olan vazifelerini yapmaları demektir; buna Kur'an'da secde etmeleri denilmektedir.

Melekler, Âdem’in kendilerinden farklı yaratıldıklarını ve düşünme ile akletme yeteneklerinin olduğunu fark ederler. Hemen ardından, melekler Yüce Allah’ın her şeyi iyi bildiğinin ve her yaptığının yerinde olduğunun buyruğunu işitirler( 2:31, 32).



Melek, güç, kuvvet, haberci ve elçi anlamlarına gelen bir terimdir. Çoğulu "melaike"dir. Kur’an’da Cebrail, İsrafil ve Azrail gibi isimler yer almaz. Bu isimler, Yahudi kültüründen İslamiyet’e geçen ve daha doğrusu İslâmî rivayetler arasına karışan, çoğu Tevrat'tan nakledilmiş isimlerdir.

Allah, vahiyleri nebilerinin kalbine ilka ve ilham yoluyla iletme olayına “Cibril” adını vermiştir. “Cibril”, haber verici meleğin adıdır. Bu durumu, Cebrail adında Allah’ın memuru statüsüne soktukları meleği, Nebi Muhammed’in karşısına geçirip vahiy transferi yaptırmalarıyla görmekteyiz. Halbuki Yüce Allah, "Ol!" dediğinde hemen oluşun başladığı bildirilmiştir (6:73).

8 Enfal Suresi 9. Ayet;
O gün Rabbinizden yardım istiyordunuz. O da “Bir biri ardınca bin melek ile size destek veriyorum” diye cevap vermişti.

Yüce Allah, Müslümanlara yardımını vahiylerle sunmaktadır. Çok sayıda vahiy göndererek, onlara destek olmuştur. Kadir Suresi'nde geçen “Melekler iner dururlar” (97:4) ifadesinden göklerden inme anlamı çıkarılmamalıdır. Burada göklerden inme durumu, en yüksek makamdan, yani Allah’ın katından gerçekleşen bir inişi ifade eder. İnen melek, aslında vahiydir. Vahyin işlevinin gerçekleşmesi için, insanın içine işlemesi ve hayata taşınması gerekmektedir. Bu durumu, süngerin suyu bünyesine emmesi ya da toprağın suya doyması gibi düşünebiliriz. Vahyin nebilere inişi de benzer bir süreçtedir.

Enfal Suresi’nin 9. Ayetinde, 1,000 meleğin Bedir Savaşı’ndaki yardımı, haberci ayetler neticesinde gerçekleşmiştir. 1,000-3,000 tabirleri çoğul bir anlam taşımakta olup, burada çok sayıda vahiy gönderildiği belirtilmektedir. İnen vahiyler, İslam dininin yayılmasını sağlaması açısından ashaba büyük bir moral kaynağı olmuştur.

Bedir Savaşı öncesinde komutan Sureka b. Cuhşum, Mekkeli müşriklere “Bizim üçte birimiz kadarlar, bunları çok rahat yeneriz.” diyerek savaşmaya teşvik etmiştir. Ancak, konuyla ilgili ayetlerin inmesiyle birlikte ashabın “Şimdi bizim cennete girebilmemiz için sadece şehit olmamız kaldı mı?” dediklerini duyan komutan, savaşı kaybedeceğini anladı ve savaştan kaçtı.

3 Al-i İmran Suresi, 140-141. Ayet;
Size (Uhud'da) bir acı dokunduysa, (Bedir'de de) o kavme benzer bir acı dokunmuştu. O (sıkıntılı) günleri biz, insanlar arasında döndürür (durur)uz. Sonunda Allah iman edenleri bilir. (ortaya çıkarır) ve aranızdan şahitler edinir. Allah zalimleri sevmez.
Bir de (böylece) Allah iman edenleri arındırır; kâfirleri de helak eder.



Rivayetlerde, Bedir Savaşı sırasında Cebrail’in beyaz bir at üzerinde elinde mızrakla savaştığı anlatılmaktadır. Bu olayı aktaran kişi İbni Abbas’tır. İbni Abbas, Hz. Muhammed’in amcasının oğludur ve hicretten 3 yıl önce doğmuş, Bedir Savaşı sırasında sadece 5 yaşındaydı.



35 Fatır Suresi, 1. Ayet;
Yaptığı her şeyi güzel yapmak Allah’a mahsustur. Gökleri ve yeri yaratan, ikişer, üçer, dörder kanatlı melekleri elçi olarak görevlendiren, kendi tercihine göre yaratışta artırma yapan odur. Doğrusu Allah, her şeye bir ölçü koymuştur.


Fatır Suresinde, İkişer, üçer, dörder kanatlı melek bahsi geçiyor. İkişer, dörder, altışar kanatlı melek olsaydı nasıl düşünürdük: Kanatların çifter oluşu belki aklımıza uçan kaçan farklı şeyler getirebilirdi; ancak içlerinde üç kanatlı melekler de var. Üç kanatlı meleği uçurup kaçıramazsınız. Uçursanız da bir yere gidemez. Aynı yerde döner durur.
Yukardaki ayette Rabbimizden “ikişerli, üçerli, dörderli” çok ve değişik sayılarda o dönemde inen vahiylerini belirtmektedir.


2 Bakara Suresi, 30. Ayet;
Hani Rabbin, Meleklere: 'Muhakkak ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim' demişti. Onlar da: 'Biz seni şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kan dökecek birini mi var edeceksin?' dediler. (Allah:) 'Şüphesiz sizin bilmediğinizi ben bilirim' dedi.



18 Kehf Suresi, 50. Ayet;
Bir gün meleklere: "Âdem’e secde edin!" dedik. İblis’in dışındakiler hemen secdeye kapandılar. Hâlbuki o da o cinlerden (melek olarak görevlendirilenlerden) idi ama Rabbinin emrinden çıktı. Şimdi onu ve soyunu, en yakınlarınız (velileriniz) olarak sizinle benim arama mı koyuyorsunuz? Hâlbuki o size düşmandır. Yanlışlar içinde olanların ne kötü tercihidir bu!


Allah’ın isimleri öğretmesi; İnsanların var olduğu günden bu güne, bu günden mahşere kadar vahiy ve teknolojinin öğretileceğini belirtiyor. Allah yarattığı melek ve insanoğlu arasındaki farklılıkları bir senaryo ışığında bizlere sunuyor. Melekler, Allah’ın katından her biri farklı kodlamalarla yaratılmıştır.



Yüce Allah beşere bilgi verdiği zaman Âdem oluyor. Sonra Allah meleklere, Âdem’e secde etmelerini buyuruyor. Burada ki “secde” kelimesi boyun eğmek itaat etmek anlamındadır. insana yetecek kadar, Allah için üfürükten, pek değeri olmayan bilgiler aktarılıyor; fakat insan için oldukça değerli bilgiler. Allah hiçbir varlığına vermediği bilgileri yalnız insanlara veriyor. Her in san bilgisi oranında meleklere hükmedebiliyor. Ruh, vahiy anlamına da gelmektedir; ancak Yüce Allah’ın kendinden bir parça vermesi gibi anlayış bizi şirkin ortasına sokar. Buna dikkat etmek gerekir. Allah'ın insanlara ruhundan üfürmesi; ilmi bilgilerden minumum miktarda vermesi anlamı taşımaktadır.

Meleklerden yalnız İblis, Allah’ın emrine itaat etmedi. Bu melek insanların buluğ çağında içinde oluşturulan iblis meleğidir. Her insanın kendi iblisi kendi içindedir.


7 Araf Suresi, 12 - 17. Ayet;
“Allah buyurdu: 'Söyle bakayım, Sana emrettiğim halde, secde etmene engel nedir?' İblis: 'Ben ondan daha üstünüm; çünkü Sen beni ateşten, onu ise bir çamur parçasından yarattın.'"
“Çabuk in oradan, buyurdu Allah. Öyle orada kurulup da büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çabuk çık, çünkü sen alçağın tekisin!”
“'Bana, onların diriltilecekleri kıyamet gününe kadar mühlet verir misin?' dedi."
Allah: “Haydi, sen mühlet verilenlerdensin!” buyurdu.
“'Öyle ise' dedi, 'Sen beni azgınlığa mahkûm ettiğin için, ben de onları gözetlemek üzere senin doğru yolunun üzerinde pusu kurup oturacağım. Sonra onların gâh önlerinden, gâh arkalarından, gâh sağlarından, gâh sollarından sokulacağım, vesvese verip pusu kuracağım, sen de onların ekserisini şükreden kullar bulmayacaksın.'”


Âdem ve İblis konusuna kısaca değinmek istiyorum. Öncelikle bir örnek verelim: Bir işletmede bir genel müdür, personelini toplar ve “Tanıttığım bu arkadaş okur-yazar değildir. O benim yardımcımdır. İş konusunda bana itaat ettiğiniz gibi, ona da itaat etmenizi istiyorum.” derse, "Ben böyle birisini kabul etmiyorum." diyen bir kişi çıkabilir mi? Çıkabileceğini varsayalım; anında işine son verilecektir.

Bütün kâinatın yaratıcısı olan Allah, her hangi bir varlığı (İblis'i) muhatap alır mı? Bu, Allah’ın bize anlatma tekniğidir. Zamandan ve mekândan münezzeh; her bireye şah damarından daha yakın olan Allah, kimseyle bu şekilde hasbıhal etmez. Allah, kendisine itaat doğrultusunda, içimizdeki İblis’e rağmen hayatımıza yön çizmemizi istemektedir. İsteğini bu yöntemle bize anlatmakta ve İblis’e uymamamızı, doğru yoldan ayrılmamamız gerektiğini vurgulamaktadır. İblis’e uyduğumuz takdirde, onun gittiği yoldan gidecek ve sonumuzun hüsran olacağını bize bildirmektedir.

"Rabbim Allah’tır" diyerek doğru istikamette ilerlerken, blug çağında insanlar için ikinci seçenek başlar. İblis’le birlikte önümüze ikinci bir yol daha çıkmıştır (41:30). Bu ikinci yol, fısk ve fücur yoludur. Her birey, bu durumda tercih hakkını kullanacak; isteyen takva yolunu, isteyen ise İblis’in yolunu seçecektir. Yüce Allah, bu durumu insanlara özgür iradeleriyle bırakmaktadır.

Buradan bir şey daha anlıyoruz: Allah, dünya hayatında insanlara müdahale etmemektedir. Eğer bir müdahale oluyorsa, bu genellikle insanların kendi yanlış hareketleri neticesinde gerçekleşmektedir.

16 Nahl Suresi, 61. Ayet;
Allah, yaptıkları yanlışlardan dolayı insanları hemen yakalasaydı yeryüzünde hareket eden kimseyi bırakmazdı. Ama Allah, onları, belirlenmiş ecellerine kadar erteliyor. Ecelleri gelince ne onu bir süreliğine erteleyebilirler, ne de ecelleri gelmeden onun gelmesini sağlayabilirler.



Meleklerin insanlar karşısında eğilmeleri ve insanoğluna hizmet etmeleri, insana bilgi yüklenmesinden sonra başlar. Âdem, akıl, düşünebilme yeteneği, bilgi ve beceri ile donanımlı bir insandır. Akıl, bilgi ve beceri sahibi olan insan, doğadaki bütün güçleri kontrolü altına alabilir. Doğadaki güçler de Âdem’e teslimiyet gösterir. İnsanlar, hayvanlardan ve bitkilerden faydalanarak yaşamlarını sürdürürler. Örneğin, suyun önüne set koyarak baraj oluşturabilir ve suyu gerektiğinde kullanabilirler. Rüzgârdan türbin ile yararlanarak enerji elde eder, yelkenli gemileri yüzdürürler. Güneş’in ısısı ve ışığı gibi doğadaki bütün güçler, Âdem’e bu şekilde secde eder. Her insana, aklı ve bilgisi oranında hizmet ederler.

İnsanlarla birlikte olan ve hiç ayrılmayan meleklerden biri de hafıza meleğidir. Bu meleğin görevi, buluğ çağından sonra başlar ve yaşantımızın sonuna kadar iyi-kötü her şeyi kaydeder. Aklımızdan geçenler dâhil, kaydetmediği hiçbir şey yoktur.



43 Zuhruf Suresi, 80. Ayet;
Ya da sırlarını ve açığa vurduklarını dinlemediğimizi mi sanıyorlar? Elbette dinleriz, üstelik yanlarına koyduğumuz elçilerimiz olup biteni kayda geçirirler.


Hesap günü, hafıza meleğindeki bilgiler ardı ardına önümüze serilecektir. Unuttuğumuzu sandığımız her şey, bir film şeridi gibi gözümüzün önünde canlanacaktır. Ne kadar günah işlediğimiz konusunda korkuya kapılacak, çaresizlik içerisinde telafisi olmayan günahlarımızla yüzleşeceğiz. Sevaplarımızın neticesinde hesabımızın görülmesini bekleyeceğiz.


18 Kehf Suresi, 49. Ayet;
Defterleri önlerine konur. Günahkârların, defterde olanlardan korkuya kapıldıklarını görürsün. Derler ki "Eyvah! Bu nasıl defter ki küçük büyük bırakmadan hepsini sayıp dökmüş.“ Yaptıkları her şeyi karşılarında hazır bulurlar. Senin Rabbin kimseye yanlış yapmaz.

50 Kaf Suresi, 17-18. Ayet;
Onun sağında ve solunda oturmuş iki melek her şeyi kaydetmektedir.
O, söz olarak (herhangi bir şey) söylemeyiversin, mutlaka yanında hazır bir gözetleyici vardır.


İnsanları koruyan melekler vardır. Bir an için, duyu organlarınızdan birinin olmadığını hayal edin. Gözlerinizin görmemesi, kulağınızın duymaması, koku, tat ve his alamamanız... İşte bu organların her biri, bizi çeşitli tehlikelerden korumaktadır. Burun deliklerindeki kıllar, göz kapakları ve kirpikler, vücudumuzu koruyucu melekleri olarak işlev görmektedir.


13 Ra’d Suresi, 11. Ayet;
"Kişiyi önünden ve arkasından takip eden (melekler) vardır; ..."
82 İnfitar Suresi,10. Ayet;
"Hâlbuki üzerinizde korumaların olduğu bir gerçektir.
"
86 Tarık Suresi, 4. Ayet;
"Yemin ederim ki, üzerinde koruyucusu olmayan tek kişi yoktur."

Azrail, Kur'an'da geçmez; ancak Kur'an'da ölüm meleği ifadesi yer almaktadır. Yapılan incelemeler sonucunda bilim insanları, ölümle ilişkili genleri keşfetmişlerdir. Karolinska Enstitüsü'nün açıklamasına göre, İngiliz bilim insanı Sydney Brenner, Amerikalı H. Robert Horvitz ve İngiliz John E. Sulston, nematod adı verilen bir bağırsak paraziti olan Caenorhabditis elegans ile gerçekleştirdikleri deneylerde, organizmanın gelişimini ve hücrelerinin programlı ölümünü yöneten kritik öneme sahip genleri belirlemişlerdir. Ayrıca, bu benzer genlerin insan da dahil olmak üzere daha gelişmiş organizmalarda da bulunduğunu ortaya koymuşlardır. Bu keşfin tıp araştırmaları alanında son derece anlamlı olduğu ve birçok hastalığın oluşumunun daha iyi anlaşılmasına olanak sağladığı vurgulanmaktadır.
Kaynak: bianet.org



6 En’am Suresi, 61. Ayet; (Ölüm Meleği)
O, kulları üzerinde tam hâkimdir; size korumalar gönderir. Sizden birine ölüm gelince elçilerimiz onu vefat ettirirler. Onlar (ölüm melekleri olan o elçiler) hata yapmazlar.




33 Ahzab Suresi, 43-44. Ayet; (İnsanları karanlıktan aydınlığa çıkaran melek)
O, size (kendi mesajlarını taşıyan) melekleriyle nimetlerini bahşeder ki sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarsın. Ve O, müminler için rahmet kaynağıdır. O'na kavuşacakları Gün "Selam" hitabıyla karşılanacaklardır ve Allah, onlar için en güzel ödülü hazırlamıştır.




8 Enfal Suresi,12. Ayet; (Korku ve cesaret meleğİ)
Hani, Rabbin (inananlara ulaştırılmak üzere) meleklere: "Mutlaka sizinle beraberim!" (mesajını) vahyetmişti. (Ve meleklere): "İmana erenleri (benim şu sözlerimle) yüreklendirin: 'Hakkı inkara kalkanların kalplerine korku salacağım; öyleyse (ey inananlar) onların boyunlarını vurun, parmaklarını kırın!"




Tevbe 25,26. Ayet; (Korku meleği)
Allah birçok yerde sizi zafere ulaştırdı, Huneyn gününde de öyle oldu. O gün sayıca çok olmanıza şaşırmıştınız ama bir işinize yaramamıştı. Onca genişliğine rağmen yeryüzü size dar gelmişti. Sonra da geri dönüp kaçmıştınız.


33 Ahzap Suresi, 9. Ayet; (Rüzgâr ve cesaret meleği)
Ey iman edenler! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın; hani size ordular saldırmıştı da, biz onlara karşı bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah ne yaptığınızı çok iyi görmekteydi.


33 Ahzap Suresi, 56. Ayet; (Destek meleği)
Allah ve melekleri bu nebîye destek olurlar. Ey inanmış kimseler! Ona siz de destek olun ve içtenlikle samimi davranın.

Bu ayette geçen “salat” kelimesi genellikle yardım, destek, dua, namaz, eğitim anlamları taşır. Bu ayet sonucu salavat getirilir; ancak bu destek meleğidir.


15 Hicr Suresi, 73, 74. Ayet; (Doğal afet kasırga, hortum, şua, meteor meleği)
Güneşin doğma zamanına girerlerken korkunç ses onları yakaladı. Oranın altını üstüne getirdik. Üzerlerine pişmiş balçıktan taşlar yağdırdık.


7 Araf Suresi, 84. Ayet; (Yağmur meleği)
Üzerlerine bir yağmur yağdırdık. Şimdi sen o suçluların sonunun nasıl olduğunu bir düşün.


25 Furkan Suresi, 25. Ayet; (Bulut, yağmur, dolu, kar, hortum, şua meleği)
Göğün beyaz bulut kümeleri halinde bölüneceği ve meleklerin bölük bölük indirileceği gün

2 Bakara Suresi, 248. Ayet; (Yük taşıyıcı hayvanlar)
Nebîleri onlara dedi ki: “Ona komutanlık verildiğinin işareti, size Sandık’ın gelmesidir. İçinde Sahibinizden (Rabbinizden) sizi rahatlatacak bir şey, Musa ve Harun ailelerinin bıraktığı hatıralar olacak ve onu melekler taşıyacaktır. Eğer inanıyorsanız bunda sizin için gerçek bir gösterge vardır.” Tabutun esas anlamı sandıktır. O çağda at arabalarıyla ilkel kanılarla çekilmiştir. Tek hayvanla taşınmadığı için ayette melaike (melekler) geçer.


Azrail, Kur'an'da geçmez; ancak Kur'an'da ölüm meleği ifadesi yer almaktadır (17: 85). Yapılan incelemeler sonucunda bilim insanları, ölümle ilişkili genleri keşfetmişlerdir. Karolinska Enstitüsü'nün açıklamasına göre, İngiliz bilim insanı Sydney Brenner, Amerikalı H. Robert Horvitz ve İngiliz John E. Sulston, nematod adı verilen bir bağırsak paraziti olan Caenorhabditis elegans ile gerçekleştirdikleri deneylerde, organizmanın gelişimini ve hücrelerinin programlı ölümünü yöneten kritik öneme sahip genleri belirlemişlerdir. Ayrıca, bu benzer genlerin insan da dahil olmak üzere daha gelişmiş organizmalarda da bulunduğunu ortaya koymuşlardır. Bu keşfin tıp araştırmaları alanında son derece anlamlı olduğu ve birçok hastalığın oluşumunun daha iyi anlaşılmasına olanak sağladığı vurgulanmaktadır.


Bu çalışma, Kur'an'da meleklerin ve diğer varlıkların Allah'ın emirleri doğrultusunda nasıl işlev gördüğünü ortaya koymaktadır. Her şeyin birer "melek" olarak görev yaptığı anlayışı, varlıkların doğasına dair derin bir bakış açısı sunmaktadır. İnsanlar, akıl ve irade ile bu varlıklardan faydalanarak, onların sunduğu hizmetleri kullanma yetisine sahiptir. Örneğin, ateş yemek pişirmek için kullanılırken, otomobiller insanın emrinde hareket eder. Bu durum, Yüce Allah'ın iradesinin her şeyde hâkim olduğunu ve varlıkların belirli bir düzen içinde çalıştığını göstermektedir.

Kur'an'da belirtildiği gibi, Allah "ol" dediğinde her şey oluşur (2:117). Bu, Yüce Allah'ın varlıklar üzerindeki mutlak otoritesini ve her şeyin O'nun iradesine tabi olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Sonuç olarak, meleklerin ve diğer varlıkların işlevselliği, insanın akıl ve iradesi ile birleştiğinde, Allah'ın yarattığı düzenin bir parçası olarak anlam kazanır.


Doğrularım Allah'ın, yanlışlarım benimdir... Aydın Orhon


EMEVİLERDEN KÜÇÜK BİR KESİT...

     630 Yılında Mekke’nin fethi gerçekleştirildi. Mekke’nin başında Ebu Süfyan bulunuyordu. Karşı koyamayacağını anladı ve kan dökülmesini önlemek adına teslim olmuştur. Teslim olmasıyla da Müslüman olmuştur. Mekke artık Nebi Muhammed ve ordusunundur.
    
     Arap toplumunun kabilecilik çok önemlidir. Onun için bu olay Ümeyye Oğullarının içine hiç sinmemiştir. Ümeyye Oğullarından olan Ebu Süfyan adamlarını teker teker kadrolaşmanın içine sokmuştur. 2. Halife Hz. Ömer döneminde Ebu Süfyan’ın oğlu Muaviye Şam valisi olmuştur. Ümeyye Oğullarında olan 3. Halife Hz. Osman döneminde bütün idari kadro Ümeyye oğullarının kontrolü altına girmiştir. Hz. Osman’ın öldürülmesine müteakip Hz Ali 4. Halife seçilmiştir. Muaviye, Hz. Alinin halifeliğine karşı çıktı.  Hz Osman’ın öldürülmesini de bahane ederek Hz Ali’ye savaş açtı.
Hz Osman’ın kanının bahanesiyle açılan savaşta iki tarafta da İslam’ın ileri gelenleri de vardı.
Daha sonra ki dönemde 4. Halife Hz. Alinin öldürülmesiyle Muaviye İslam toplumunun başına geçti. Bu dönemde oğlu Yezit’ in halifeliğini de halktan 2 kez biatla garanti altına aldı. 
Hz Hasan zehirletilerek öldürüldü. Yezit’ te Hüseyin’le birlikte 70 üzerinde kişiyi katletti. Artık İslam Devleti tamamen ellerine geçirdiler. Artık babadan oğula hanedanlık süreci de başlatılmış oldu.

     Abbasilerde de aynı saltanat devam etmiştir. İktidarın devam etmesi, kalıcı olması için din anlayışıyla oynamalar devam etmiştir. Başarılı da oldular. Önce kendilerine sempati besleyen din adamlarını yanlarına çektiler. Medreseler kuruldu. Burada kendi anlayışlarına uygun din adamları yetiştirdiler. Böylece kendi görüşlerini hadis adı altında dine boca ettiler. Artık burada yetişen kişilere âlim denir oldu ki, söylenen ayetmiş gibi algılandı. Bugün camilerimizde de “Hz Muhammed şöyle buyurmuştur.” denilip rivayet aktarılmıyor mu? Daha da ileri gidip “Resulullah şöyle buyurmuştur” da diyebiliyorlar.
Yukarılarda nebi resul kavramını işlemiştik. Kısaca hatırlayalım. “Resule itaat Allah’a itaattir” (4/80) Günümüzün resulü Kur’an’dır. Hocamızın bahsettiği de rivayettir. Önce Arapçasını okur. Sonra mealini açıklar. Biz de ayet okuduğunu zannederiz.
Âl-i İmran 78. Ayet:
Onlardan bir grup var ki, kitapta olmayan bir şeyi siz kitaptan sanasınız diye, dilleriyle kitabı çarpıtırlar ve Allah'tan olmadığı halde, “Bu, Allah katındandır!” derler, böylece bile bile Allah hakkında yalanlar uydururlar.


     İşte Nebi Muhammed’in ölümünden 60 yıl sonra atılmaya başlanan kıvılcımlar günümüze ateş olarak düşmüştür. Hz. Muhammed’in ölümünden 200-250 sene sonra da bu söylemler toplanmıştır. Sonuç: Çoğunluk Kur’an’ı gale almaz duruma gelmiştir. Şu an ki elimizdeki hadis kitapları ağızdan ağıza gelen o günlerin eseridir. Hadis kitaplarının da vahiymiş gibi algılanması bir gaflettir. Gafletin de ötesinde… Hadisin ayeti nesh etmesi, yok etmesi Kur’an’ın yok olması anlamına gelmez mi?

     Netice vahim… Arap cahiliyesinden gelen kültür, gelenek ve görenekler esintisi dinimiz olup çıkmıştır. Kur’an açıklanamaz derler; rivayetleri gayet güzel açıklanmıştır. Allah’ın mescitlerin de Kur’an genellikle Arapça okunurken, hadisler Arapça okunup açıklaması yapılıyor. Bunun sebebinin de Kur’an’dan sanmamız içindir.
Yüce Allah Kur’an’ı açıklanamasın diye mi gönderdi.
Hud 1-2.Ayet:
Elif Lâm Râ. Bu Kur'an; âyetleri, hüküm ve hikmet sahibi (bulunan ve her şeyden) hakkıyla haberdar olan Allah tarafından muhkem (eksiksiz, sağlam ve açık) kılınmış, sonra da Allah'tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye ayrı ayrı açıklanmış bir kitaptır. (De ki:) "Şüphesiz ben size O'nun tarafından gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim."


     600000 Hadis toplanmış âlimler toplamda 30000 civarında içinden alıp diğerlerini 570000 adetini inkar etmişlerdir.
10000’lerce hadis de işlerini görmemiş. Arkasından Fetva, icma ve içtihat icat etmişlerdir.
Bunların ardı arkası kesilmemiştir. Doğru içtihat yapan âlime 2 sevap; yanlış yapana 1 sevap uydurulmuştur. Âlimler kendilerini ne de güzel düşünmüşler.

Osmanlı’da aynı yanlışlara eklemelerle devam etmedi mi?
Maide 32. Ayet:
Bu yüzden Biz İsrailoğullarına bildirdik ki, -cinayetin ve yeryüzünde fesadı yayma(nın cezası) olarak işlenmesi dışında- eğer bir kimse bir insanı öldürürse bütün insanlığı öldürmüş gibidir ve bir kimse bir hayat kurtarırsa bütün insanlığı kurtarmış gibi olur. Gerçekten elçilerimiz, onlara hakikatin bütün delilleri ile geldiler: ama, buna rağmen, onların çoğu yeryüzünde her çeşitli aşırılığa meyletmeye devam etti.
Ayetten anlaşılmayan bir şey var mı? Yüce Allah insan öldürmenin ne demek olduğunu Kur’an’ın da apaçık belirtmiş.  Osmanlı padişah olan kişinin kafası rahat olması adına birilerinin kellelerini kopartmak istiyor. Kur’an malum, anlamadan okunuyor; Ne yapacak fetva uydurulması gerekiyor. Rivayetlere dayanarak fetva veya içtihat yolundan başka çareleri kalmamış. Fetvayı verecek ulema zaten sarayda yaşıyor. Fatih Sultan Mehmet döneminde ulamaların fetvasıyla “Kardeşin katli vaciptir.”  Şeklinde İstek doğrultusunda fetva geliyor. Sonra da taht uğruna kardeşler birbirini öldürüyorlar.  III. Murat’ın ölümünden sonra tahta çıkan III. Mehmet bütün kardeşlerini öldürmüştür. III. Murat’ın öldüğü sırada eşlerinden hamile olanlar da öldürülmüştür.

Birkaç ayetle konuyu bağlayalım.
Araf 52. Ayet:
Andolsun, biz onlara bir Kitap getirdik; iman edecek bir topluluğa bir hidayet ve bir rahmet olmak üzere bir bilgiye dayanarak onu çeşitli biçimlerde açıkladık.

Maide 3. Ayet:
“… Bugün dininizi sizin için tamamladım, nimetlerimin tamamını size bahşettim ve sizin için din olarak İslam'ı uygun gördüm. Kim gönülden günaha yönelmiş olmamak üzere, açlık halinde dara düşerse, haram etlerden yiyebilir. Çünkü Allah çok bağışlayıcıdır; çok merhamet edicidir.”

Zuhruf 44. Ayet:
Şüphesiz bu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüt ve bir şereftir, ondan hesaba çekileceksiniz.

Doğrularım Allah’ın yanlışlarım bana aittir.                                           Aydın ORHON


KUR’AN’A GÖRE NASIL DUA ETMELİYİZ?

                                            KUR’AN’A GÖRE NASIL DUA YAPMALIYIZ?
               Öncelikle şunu belirtmek istiyorum. Kur’an’ı iyi anlayabilmek için, ne dediğini değil; ne demek istediğini anlamaya çalışmalıyız. Anlayabilmemiz için de düşünüp, akıl etmemiz gerekir. Çünkü Kur’an’da sık sık akıl etmemiz ve düşünmemiz emredilmektedir.  
Nahl Suresi 17. Âyet;
O halde, (düşünün, bütün bunları) yaratan (Allah), hiçbir şey yaratamayan herhangi bir (varlıkla) kıyaslanabilir mi? Hala aklınızı başınıza toplamayacak mısınız?

                Allah yarattıklarını iki gruba ayırmıştır. İnsanlar ve insanlar dışında yaratılmış tüm varlıklar, yani meleklerdir. Meleklerde akıl, düşünce irade yoktur. Bundan dolayı sorumluluk insanlara yüklenmiştir.
Ahzap Suresi 72. Âyet;
Gerçek şu ki, Biz (akıl ve irade) emaneti(ni) göklere, yere ve dağlara sunmuştuk; ama (sorumluluğundan) korktukları için onu yüklenmeyi reddettiler. O (emanet)i insan üstlendi; zaten o, daima haksızlığa ve akılsızlığa son derece meyyal biridir.

                İnsanlara yüklenen sorumluluğu da özetleyecek olursak; Kur’an’a iman edip Kur’an’da ki emirleri hayata taşımaktır. Sorumlu olduğumuz tek kitap Kur’an’ı Kerim’dir. (43:44)
İblis hariç diğer bütün meleklerin insanlara secde etmesi; onların emirlerine boyun eğmeleridir. (2:34) Bu görevlerini yapmalarıyla Allah’a da secdelerini yapmış olurlar. (22:18) İblis de meleklerdendir. Görevi kötü olan her şeyi güzelmiş gibi göstermektir. Israr yeteneği yoktur. İnsanlara vesvese verir, fuhuşu, adam öldürmeyi, isyanı, inkârı teklif olarak sunar ve çekilir. Teklife uyarsınız veya uymazsınız, bundan sonrası size kalmıştır. Diğer meleklerde olduğu gibi İblis de harfiyen görevini yerine getirir.
                İki farklı istikamette giden insanların Allah’ın nimetlerden istifade etmek için arzu ve istekleri yönünde göstermiş oldukları çaba ve gayretler bütününe dua denir.
                Kimileri inkâr amaçlı dua ederken; kimileri de iman amaçlı dua ederler. Hangi amaçla olursa olsun, eğer istikamet üzerine gayret ve çaba göstermezse o dua gerçekleşmez.
İsra Suresi 11. Âyet;
Hal böyleyken, insan yine de (çoğu zaman) iyilik için dua ediyormuşçasına (tutkuyla) kötülük için dua eder; çünkü insan (yargılarında) tez canlıdır.

                Dua kişinin kendi gayreti, çabası, becerisi ve gücü doğrultusunda, gösterdiği performansa göre karşılık bulur. Birde kişinin kendisi dışındakilere yaptığı duası vardır ki, bu dua sahibine temenniden başka bir şey değildir. O kişi duanın gerçekleşmesi için duaya icabet etmesi gerekmektedir.
Örnek verirsek:
                Bir kişi bir işyeri açtı, sizde onun işlerinin iyi ve bereketli olması için dua ettiniz. Kişi iş yerine saat 12.00 de gidip 15.00 de ticarethanesini terk ederse, bazen gidip bazen gitmezse, zaman zaman kapatıp hiç açmazsa, bu kişi sizin duanıza icabet etmemiş demektir. Sizin duanız da boşa gider.
                Sabahlara kadar dua eden öğrenciyle, sabahlara kadar çalışan öğrenci bir olmaz. Çalışacaksın sonra da dua edeceksin. Hırsız girmesin diye kapıyı açık bırakıp “Ayetel Kürsi”yi bin kez de okusanız okursanız o mekâna hırsız girebilir.
Pekiyi ne yapalım? Önce kapıyı güzelce kilitleyelim, sonrada duamızı yapalım.
                Onlarca dua okuduktan sonra aracınıza binip 200 km süratle giderseniz başta siz duanıza icabet etmediniz demektir. Önce trafik kurallarına uyulacağız, sonra da dua edileceğiz. Veya önce duamızı edeceğiz tedbiri de elden bırakmayacağız.
                Genellikle bu gibi durumlarda Ayetel Kürsü okunur. Bu dua Arapça seslendirilir. Fakat anlamını bilen, anladığı dilde okuyan pek yoktur. Aşağıda mealini paylaştığım ayeti lütfen okuyalım… Mükemmel bir ayet… Allah ne kadar yüce olduğunu, eşinin benzerinin olmadığını, olamayacağını bizlere hatırlatıyor.
Bakara Suresi 255. Âyet;
Allah -O'ndan başka ilah yoktur-; Her zaman diridir, bütün varlıkların kendi kendine yeterli yegane kaynağıdır. Ne uyuklama tutar O'nu, ne de uyku. Yeryüzünde ve göklerde ne varsa O'nundur. O'nun izni olmaksızın nezdinde şefaat edebilecek olan kimdir? O, insanların gözlerinin önünde olanı da, onlardan gizli tutulanı da bilir; oysa O dilemedikçe insanlar O'nun ilminden hiçbir şey edinemez, hiçbir şey kavrayamazlar. O'nun sonsuz kudreti ve egemenliği gökleri ve yeri kaplar ve onların korunup desteklenmesi O'na ağır gelmez. Gerçekten yüce ve büyük olan yalnızca O'dur.
Ayeti Arapça seslendirmekte bir problem yok; ancak Yüce Allah’ın bize buyruğu havada kalmamalı… Ne dediğini bilmeliyiz ki emre itaatsiz davranmış olmayalım.
                Hiç düşündünüz mü? Neden Konya kadar bir ülke, tarım ve hayvansal gıdalarda dünyada lider? Geçenlerde çiçekçiden orkide aldım. Hollanda’dan geliyormuş. “Bizim orkidelere ne oldu?” Diye sorduğumda; bizimkilerin renk skalasının çok kısıtlı olduğunu ve dayanıksız olduğunu öğrendim.
                İnsanlara yaşamlarında Yüce Allah tarafından iki farklı yön gösterilmiştir. Birisi takva yolu, diğeri fısk fücur yoludur. Yüce Allah bize iyi yöne de yönelsek, kötü yönde de gitsek, bizim yaşantımıza, gidişatımıza dünya hayatında müdahale etmemektedir.
Fatır Suresi 45. Âyet;
Eğer Allah, insanları kazandıkları yüzünden hemen cezalandıracak olsaydı, yerkürenin sırtında hiçbir canlı bırakmazdı. Ne var ki, onları belirli bir süreye kadar erteliyor. Nihayet süreleri gelince, (gerekeni yapar). Çünkü Allah, kullarını hakkıyla görmektedir.
Ayette de gördüğümüz gibi Allah, Müslim-gayrimüslim ayrımı yapmaksızın, dünyada iki farklı grubu bir tutuyor. Bu doğrultuda düşündüğümüzde, her iki yönde yapılan dua da usule uygunsa Yüce Allah duaya icabet edecektir.
Dua kişinin isteği doğrultusunda gayreti, azmi, çalışması sonucunda neticeye varır. İnkâr yolunu seçenler din günü cezalarını çekerken, iman yolunu seçenler cenneti kazanırlar.  Eğer Allah dünya hayatında inkâr edenlere müdahale etseydi, zulmeden bir tek kişi kalmazdı. Allah bize ölçü nispetinde ayırım yapmaksızın her salise yardımda bulunmaktadır. Asıl yardımını din gününde Müslümanlara yapacaktır.
                Rabbimizin Âdem’den günümüze kadar gelmiş değişmeyen bir yasası vardır. (48:23) Bu yasası gereği insanların ölümüne kadar müdahale etmez. Kim ne ekerse onu biçecektir. Allah zulmedenlerin cezasını dünya hayatında vermeyeceğini buyuruyor. Bu cezayı hesap gününde ahrette verileceğini vurgulamaktadır.
                Yüce Allah’ın her ana müdahil olduğuyla ilgili ayet de mevcut. Kur’an bütünlüğünde düşündüğümüzde Bir bilgisayarın programlanması gibi… Biz bu programa müdahale etmediğimiz sürece o program aynı işlevi görür.  Allah’ın ölçü sistemi de biz müdahale etmezsek hiç değişikliğe uğramadan devam edip gider. Biz müdahale etmiyor muyuz? Hemen birkaç örnek açıklayalım:
                Ozon tabakasını deldik. Güneşin faydalı ışınlarından yararlanırken; radyasyonla da muhatap olduk. Diktiğimiz ağaçtan çok ağaç kestik, yetmedi. Ormanlarımızı yaktık. Sularımızı kirlettik ve bilinçsiz kullandık. Obruklar, seller, heyelanlar, dolular ardı ardına gelmeye başladı. Ülkemizde hiç görmeye alışık olmadığımız hortumlar görmeye başladık. Kuzey kutbunda buzullar eriyor. Denizlerdeki su seviyesi yükseliyor; fakat susuzluk da kapıda… Bu Yüce Allah’ın yarattığı ölçü sistemine kısmen de olsa, bunlar müdahale değil de nedir? Ben dünyanın sonunun gelişini de Yüce Allah’ın bizim elimizle yaptıracağını düşünüyorum. Tabii doğrusunu Allah bilir.
               Yüce Allah her yarattığının yaptıkları için de doğal olarak “yaptım, yaptık” tabirlerini kullanıyor. Allah istemese yaprak bile düşmez. (6/59) Tabii ki Yüce Allah isterse müdahale eder. Ancak müdahalesi Sünnetullah’a ters olur.
Bu konuyu bir ayetle sonlandırmak istiyorum.
Enfal Suresi 17. Âyet;
(Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat Allah onları öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı. Mü’minleri, tarafından güzel bir imtihanla denemek için Allah öyle yaptı. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

                Ayette gördüğümüz gibi savaşta okla birisinin öldürülmesi olayında Allah “Ben attım. Ben öldürdüm.” diyor.
Allah’ın oku atışı atan kişiye onay vermesinden kaynaklanmaktadır. Allah istemezse o kişi oku atamazdı. Karşısındakini de öldüremezdi. Kamer Suresi 39. Ayetle, Enfal Suresi 17. Ayeti bir arada ve Kur’an bütünlüğünde düşündüğümüzde Yüce Allah’ın insanlara ön onay verdiği anlaşılıyor. Herkes istediğini ön onayla yapabiliyor. Ne zamana kadar? Ta ki din gününe kadar…
                Her işin başında besmele çekeriz. Tabiri caizse ben buna Yüce Allah’ın kartviziti diyorum.
Rahmân Rahim olan Allah’ın adıyla…
Rahman sıfatı; dünyada yaşayan Müslüman, kâfir ayırmaksızın bütün insanlara olan sonsuz merhametini, Rahim sıfatı ise din gününde bütün Müslümanlara olan sonsuz merhametini temsil eder. Rabbimizin kâfirlere dünyada müdahale etmemesi Rahman sıfatındandır.
Dini ayakta tutma, sahip çıkma görevini bize vermiştir.  Biz dinimizi yaşayabilir, yaşamayanları uyarabilirsek, Yüce Allah’ın takdirini kazanmış oluruz.
Bakara Suresi 214. Âyet;
(Ama), sizden önce gelip geçen (mümin)ler gibi sıkıntı çekmeden cennete girebileceğinizi mi zannediyorsunuz? Onların başına öyle ezici sıkıntılar ve katlanılmaz darlıklar geldi ki ve öylesine sarsıldılar ki, müminlerle birlikte Elçi de: "Allah'ın yardımı ne zaman gelecek?" diye feryat ediyordu. Gözünüzü açın, Allah'ın yardımı (daima) yakındır!

                Yüce Allah bize olan yardımını Kitab’ı ile zaten yapmaktadır. Kur’an’da ki yasaları hayata taşıdığımız sürece Allah’ın bize nasıl yardım ettiğini hissedebiliriz. Sıkıntılara da göğüs gererek hem dünyada hem de ahrette refaha ereceğimizin bilinciyle yaşamalıyız.
Allah’ın bütün varlıkları bir ölçü nispetinde yarattığını söylemiştik. Bu ölçüyü bozmadığımız sürece Allah’ın yardımı da devam ediyor demektir. Her nefesimizi alışımız Yüce Allah’ın bize vermiş olduğu ölçülü oksijen sayesinde olmuyor mu? İnsanlar iyi niyetlerini belirtmek amacıyla birbirlerine “Allah yardımcın olsun.” derler. Yüce Allah zaten her salise yardım etmekte… Allah sadece oksijeni kıssa o andan sonra ki yaşantımızda hareket bile etmekte zorlanırız.
                Yüce Allah sık sık zekâtı emreder. Allah’ın zekât emrini duyduğumuzda, “bana zekât düşer mi, düşmez mi?” kaygısına kapılırız. Kaygıya kapılmayan da arabasının modelini yükselterek borçlanıp, kendimizi zekâttan kurtardığını sanır.
Biz bu ayetleri bile yanlış anlıyoruz. Yüce Allah “Maddi durumu iyi olan zekâtını versin.” Diye buyurmuyor. “zekâtı verin” emri var. Allah bize zekât emri verirken bizim çalışıp zekât verir konuma gelmemizi istemektedir. Bu Müslümanların güçlenmesi refaha ermesi demektir. Bu arada ihtiyaç fazlasını verme emrini de unutmayalım. (2:219) Kur’an’da benzer onlarca ayet vardır.
                Allah bize düşünüp, akıl etmemizi boşuna buyurmuyor. Unutmayalım Yüce Allah’ın her buyruğu İslam’ın şartlarındandır. Yüce Allah’ın dünya hayatında ki yardımını, Müslümanların güçlü iktidar sahibi olmalarıyla yapar. Ahiret hayatında da cennetiyle mükâfatlandırır.
                İslam ülkelerinin geri kalmışlıklarının sebeplerinin birisi de, dua anlayışlarının yanlış olmasından kaynaklanmaktadır. Dünya hayatında dua ile ilgili şartlar oluşmadan duaya başvurursak, bu duaya Yüce Allah icabet etmez. Hiçbir birikimimiz hazırlığımız yoktur. Dua istikametinde hiçbir fiil gerçekleştirmemişiz, sonrada oturup dua ederiz. Allah’tan ev isteriz, araba isteriz, yazlık isteriz. Bu duanın karşılığı yok. Önce istek doğrultusunda bir hazırlığınız olacak. Ayrıca duanın en makbul olanı ahiret istikametinde olanıdır.
Bakara Suresi 245. Âyet;
Allah'ın kat kat fazlasıyla geriye ödeyeceği bir güzel borcu O'na verecek olan kimdir? Allah alır ve kat kat fazlasıyla verir; ve hepiniz sonunda O'na döndürüleceksiniz.

                Yüce Allah’ın hiç kimsenin yardımına ihtiyacı yoktur. Allah bütün yaşayanlarına yardım edendir. Verdiği emirlere bağlı kalıp kalmadığımızı hatırlatıyor. Allah kâinatta yarattığı her şeyi insanların emrine vermiştir. Yaşam kılavuzu Kur’an’da belirttiği emirleri yerine getirmemiz, hayatımıza taşımamız bizim görevimizdir. Her görevimizi yerine getirmemiz, Ayete göre Rabbimize borç vermek anlamını taşımaktadır. Rabbimiz din gününde bunun kat kat fazlasını verecek, cennetiyle ödüllendirecektir.

Mülk Suresi 2. Âyet;
O, hem ölümü, hem de hayatı yaratmıştır ki sizi sınamaya tabi tutsun (ve böylece) davranış yönünden hanginiz daha iyidir (onu göstersin) ve yalnız O(nun) kudret sahibi ve çok bağışlayıcı (olduğuna sizi inandırsın).
               
Yüce Allah aç ve yoksulları doyurma görevini bize veriyor. (76:8) Bu ve benzer ayetlerle bizi imtihan ediyor. Biz de kapımıza gelen dilenciye “Allah versin” diyerek geri çeviriyoruz.
Birilerine acıyoruz arkasından “Allah’ım onları aç bırakma” diye dua ediyoruz. Bize verilmiş görevi haşa Allah’a havale ediyoruz. Sanki emre itaat etmediğimiz yetmiyormuş gibi, “Sen yap!” demiş olmuyor muyuz?

Tevbe Suresi 52. Âyet;
De ki: "Bize (olması mümkün) iyiler iyisi iki şeyden birisi değil de, ille de (kötü) bir şey olmasını mı umup gözlüyorsunuz? Fakat bilin ki, sizin kadar biz de gözlüyoruz, Allah’ın (ya) kendi katından ya da bizim elimizle sizi bir azaba uğratmasını! O halde, umutla gözleyin; bilin ki, biz de sizinle birlikte gözleyeceğiz!"

                Yüce Allah iki güzellikten birisini vereceğini buyuruyor. İman edenler galip gelirse dünyada zaferi kazanmış olacaklardır. İnkâr edenler mağlup olup esir düşeceklerdir. Allah inkâr edenler galip gelirse cehennemi, Müslüman olanlara da cennetini vaat etmektedir.
                Dua ile ilgili ayetlerin içerisinde en vurucusu da Furkan Suresi 77. Ayettir. “İnsanı en güzel biçimde yarattık.” (95:4) diyen Yüce Allah, bizim dua etmeyenimizi sürüngen bir hayvandan farksız görüyor.
Furkan Suresi 77. Âyet;
(İnananlara) de ki: "Dua ve yönelişiniz O'na olan inancınız için değilse, Rabbim size niçin değer versin?" (Ve inkarcılara da de ki:) "Gerçek şu ki, siz (Allah'ın mesajını) yalanladınız: artık bu (günah) yakanızı bırakmayacaktır!"

                İman edenler, dualarını Allah’ın istediği usulle yaparlar. Bu kişiler hayra dua edenlerdir. İnkâr edenler,  iblisin yolunu seçmiştir. Bütün çabaları şer üzerinedir. Bu kişiler de şerre dua ederler. Usulüne göre yapılan dualara Yüce Allah icabet edeceğinin taahhüdünü vermiştir. (2:186)
                Hz İbrahim babası için dua ediyor. Ancak babası Azer bu duaya icabet etmiyor. Putlarına tapmaya devam ediyor. Böylece dua da kabul olmuyor,
Mumtehine  Suresi 4. Âyet; …" Tek istisna, İbrahim'in, babasına: "Senin için (Allah'tan) bağışlama dileyeceğim ama senin adına Allah'tan herhangi bir şey elde etmek benim elimde değil" demesiydi. (Ve İbrahim ile ona uyanlar,) "Ey Rabbimiz!" diye yalvardılar, "Sana güveniyor ve Sana yöneliyoruz çünkü bütün yolların varışı Sanadır.
Eğer duasının kabul edileceğini bilseydi ısrarla dua ederdi. Dua’nın kabulü babasının dua istikametinde gayret ve çabaları neticesinde gerçekleşir. Yüce Allah Hz. İbrahim’in yalvarışı karşısında “Azer’i artık Müslüman yaptım. Gözün aydın olsun.” Demez, dememiştir de; çünkü buyruğu sünnetullah’ına ters olurdu.
Tevbe Suresi 114. Âyet;
İbrahim'in (buna benzer bir durumda) babasının bağışlanması için yaptığı duaya gelince, bu sadece o'nun berikine (daha sağlığında) vermiş bulunduğu bir söze dayanıyordu. Ama o'na berikinin Allah'ın düşmanı olduğu açıklandığı zaman (İbrahim) ondan hemen kopup uzaklaştı. Zaten İbrahim çok ince ruhlu, yumuşak huylu biriydi.
Hz. İbrahim daha önce vermiş olduğu söze istinaden duasının yapmıştır. Babasının Allah düşmanı olduğunu öğrenmesi üzerine bir daha da dua etmedi.
Hac Suresi 40. Âyet;
Onlar ki yalnızca, "Efendimiz ALLAH’tır" dedikleri için haksız yere ülkelerinden çıkarıldılar. Allah halkın bir kısmını bir kısmına karşı savunmasaydı silolar, alışveriş merkezleri, yardım kurumları, ve içlerinde ALLAH’ın isminin çokça anıldığı mescidler yıkılırdı. ALLAH kendisine yardım edenlere elbette yardım edecektir. ALLAH Kuvvetlidir, Güçlüdür.

                “Allah halkın bir kısmını bir kısmına karşı savunmasaydı hiçbir şey kalmazdı. Yıkılır giderdi.” cümlesinden ne anlamalıyız?
Kim kendini, memleketini, ülkesini, vatanını koruyabilirse ayakta kalabilir. Allah hiçbir şekilde müdahale etmez. Allah’ın müdahale edeceği gün, din günüdür.  Eğer Yüce Allah fiilsiz duayı kabul etseydi; Allah’a iman edenleri yurtlarından atmaya kimsenin gücü yetmezdi.
                Allah’a iman edenler, eğer yurtlarından kovulmak istemiyorlarsa usulüne uygun dua etmeliler. Bu dua öncesi fiiliyata bağlıdır. Önce her türlü güçlenecekler, araç, gereç ve silahlarını yüksek teknolojiyle geliştirecekler. İşte o zaman Allah duaya icabet edecektir. Kimsenin de Müslümanları yurtlarından çıkartmaya gücü yetmeyecektir.
                Bütün İslam âlemi Filistinliler için dua ediyor. Sonuç ortada… Avuç kadar Yahudi’nin gücünü ve oraya nasıl çöreklendiğini biliyorsunuz. Müslümanlar en azından güç birliği yapsa, Yahudi zulmüne devam edebilir mi?
                Eğer yüce Allah’ın müdahalesi olsaydı, resullerinin öldürülmesine engel olurdu. Şüphesiz Allah’ın yardımı yakındır. (2:284) ayetini Müslümanların o anki konumuna göre güçlenmesi, iktidar olması, güvenlik tedbirlerini iyi alması sonucu yapacağı yardımını anlamalıyız. Ya da Müslümanların mükâfatını ahrette vereceğini anlamalıyız.

Fatiha Suresi 1-4. Âyet;
Hamd , Âlemlerin Rabbi, Rahmân, Rahîm, hesap ve ceza gününün (ahiret gününün) mâliki Allah'a mahsustur.

                Yüce Allah din gününe kadar bizi imtihan alanına bırakmıştır. Bize yaptığı birinci yardımı kâinatta ki bütün yarattıklarını bizim emrimize vermesi. İkincisi de Kitabı Kur’an’ı Kerim’dir.
                Şu ana kadar okuduklarımızda sizlerin kafasında bir soru işareti oluştu. Bunun farkındayım. “Nasıl yani dua mı etmeyeceğiz?” Haşa böyle bir şey söylemek kimsenin haddi değildir. Namaz, oruç, zekât, infak, adil olmak, çalmamak, zina etmemek, meleklerine inanmak, kitaplarına inanmak, ahret gününe inanmak vb. 6236 Ayetin tamamı gibi dua da İslam’ın şartlarındandır. Dua edeceğiz dua istikametinde de çalışıp gayret göstereceğiz.
                Firavun boğulmak üzereyken tevbe etti. Allah’ın tek ilah olduğuna inandığını, Müslüman olduğunu söyledi. Allah tarafından bu dua kabul edildi mi? Hayır!
Neden? Çünkü fiiliyat yok. Hayatı boyunca şirkle yaşayıp, ölürken tevbe edip Müslüman olmak yetmiyor.
                Geleneksel dinde son nefeste kelimeyi şehadet getiren herkes cennetin kapısını açıyor. Hayatın boyunca etmediğini bırakma, son nefesinde kendini bir cümleye odakla, sonra cennetin kapısını aç. Benim iman ettiğim Allah bu değil… Yüce Allah adildir. (21:47)
Yunus Suresi 90-92 Âyet;
İsrailoğullarını denizden geçirdik. Firavun da, askerleriyle birlikte zulmetmek ve saldırmak üzere, derhal onları takibe koyuldu. Nihayet boğulmak üzere iken, "İsrailoğulları'nın iman ettiğinden başka hiçbir ilâh olmadığına inandım. Ben de müslüman’lardanım" dedi. (Ona): "Ancak şimdi mi?" denildi, "Oysa, bu güne kadar (Bize) hep başkaldırmış ve bozguncular arasında yer almıştın!"
(İmdi,) bugün senin sadece bedenini kurtaracağız ki, senden sonra gelecek olanlar için (uyarıcı) bir işaret olsun; çünkü, gerçek şu ki, insanların çoğu ayetlerimize karşı umursamazlık gösteriyor!"
                Şimdi size sürekli okuduğunuz bir dua ayetini paylaşıyorum.
Rabbena duasI:
Bu ölenin arkasından yapılan dua… Ölmeden önce Firavunun tevbesinin kabul edilmediğini biliyoruz. Pekiyi bu dua kabul olur mu?
İbrahim Suresi 41. Âyet;
"Rabbimiz! Hesap görülecek günde, beni, ana babamı ve inananları bağışla."
Hz. İbrahim babasına daha ölmeden dua etti. Kabul oldu mu? Dua edilen kişi, dua ya icabet etmemesine rağmen kabul olsaydı. Nebi Lut eşini, Nebi Nuh oğlunu, Nebi Muhammed amcasını kurtarırdı.

                Demek oluyor ki kabul olsa da, olmasa da biz duamızı yapacağız. Yapmış olduğumuz her dua ile Allah’a olan acziyetimizi göstermiş oluyoruz. Dua ibadetin bir parçasıdır. Namaz da duanın kıyam, rükû ve secdeli halidir.
                Ölmüşlerin arkasından yaptığımız duadan fayda sağlayacak ölmüşümüz değil, bizatihi kendimizdir.
                Tekrar hatırlatmakta fayda görüyorum. Makbul olan dua ahret hayatı işle ilgili olan duadır.
Duayı ederken de Kur’an’ın buyruklarına ters düşmeliyiz. “Allah evlat acısı vermesin.” Diye dua etmeyelim.
Tagabun Suresi 15. Âyet;
Unutmayın ki malınız mülkünüz ve çoluk çocuğunuz sizin için gerçekten bir imtihan vesilesidir. Asıl büyük mükâfat ise Allah katındadır.

Âyette gördüğümüz gibi Yüce Allah’ı buyruğuna ters düşmemek adına, Rabbimizden güzel mutlu sağlıklı bir yaşam dileyebiliriz.
                Yüce Allah’tan “Kaza, bela vermesin. Allah utandırmasın. Kimseye muhtaç etmesin.” gibi dualar da etmeliyiz. Yüce Allah hiçbir şekilde zulmetmez. Bu oluşumları biz kendi elimizle yapmışızdır.
Zuhruf Suresi 44. Ayet;
Şüphesiz ki Allah, insanlara hiçbir şekilde zulmetmez; fakat onlar kendilerine zulmederler.

Rabbimizden bol kazanç diliyorsak, yanı sıra verilen rızıklar için şükür karşılığında ihtiyaç sahiplerine yardım edebilme imkânını da dilemeliyiz. Yüce Allah’tan “Şunu da ver. Bunu da ver. Şuna rahmet eyle. Buna bol kazanç ver.” Gibi emir kipi bulunan tabir yerine dilekte bulunmak en güzelidir. “Rabbimden bütün ölmüşlerinize rahmetiyle muamele etmesini dilerim.” Gibi…
                Boşuna okunmuş yiyecek, içecekten medet ummayalım. Bu tür davranışlar hem fayda sağlamaz; hem de tehlikelidir. Dua yapacak kişi dua istikametinde çalışacak, çabalayacak, dua istikametinde gayretini gösterecektir. Dua ederken evren ve vahiy yasalarına ters düşmemeliyiz. Kâinatın yaratıcısı her şeyi bizim isteklerimiz doğrultusunda yaratmıştır. Evrene usulünce yaklaştığımız sürece duamıza Allah icabet edecektir.
                Evinizin kapısını açık bırakırsanız sonra arkasından hatim indirseniz faydası olmaz. Önce kapıyı güzelce kilitleyeceksiniz. Sonra kilitlediğiniz yerin her türlü korunması için Yüce Allah’a duanızı yapacaksınız. Sadece dua ederek bir fakirin zenginleştiğini göreniniz var mı? Sonuç olarak, fiilsiz dua kabul olmaz…

Doğrularım Allah’a, yanlışlarım bana aittir.                                                  Aydın ORHON

Yükteki Su Kabı: Yusuf’un Hikâyesinden Bugüne Adalet ve Merhamet ? Bir gün ansızın yüklerin arandığını hayal et… Herkesin omzunda, sırtında...