Kur’an’a Göre Salat Nedir?
Kur’an’a göre salat nedir? Yaslanmak, destek
olmak, desteklemek… Salat cümlede tek başına gelmişse “namaz” çevirisi
yapılmamalıdır. Bunlar “kulluk yapmak”, “ibadet etmek”, “birinden yana olmak”
anlamında değerlendirilmelidir. Salli, yusalli, musalli
gibi kelimeler Kur’an’da çokça geçer. Bu kelimeler müstakil, tek başına
kullanılmışlarsa onlara özel olarak “namaz” anlamı verilmemelidir. Kulluk
yapmanın içinde namaz da vardır; ancak Kur’anî perspektiften baktığımızda, bu
kelimeleri Kur’an’ın anlattığı bağlamda anlamalıyız. Salat kavramı ekame, yukîmû,
ekım gibi fiillerle birlikte
kullanılmıyorsa genellikle “dua” ve “ibadet” anlamı taşır. Ekâmes-salâh, ekîmîs-salâh,
yukîmûnes-salâh, yuqîmînes-salâh, ikâmus-salâh,
ikamtelihus-salâh gibi ifadelerin
karşılığı ise doğrudan “namaz”dır. Bu ifadeler, formu belli olan bir ibadeti
bize öğretir. Yani namazın “ikame edilmesi” ifadesiyle karşı karşıyayız.
(Yukarıdaki tanım Mehmet Okuyan’ın bir
videosundan alınmıştır.)
Allah’tan yana olmak kaydıyla, Allah’ın
rızasını kazanmak adına, O’na daha yakın olabilme düşüncesiyle ortaya konulmuş
her bir tevhid eylemi salattır. Salat kavramı sözlü veya fiziksel bir tevhid
eylemidir. Salat, Allah’tan yana olmaktır. İnsan iki şeyden birisine yaslanır:
ya Allah’a yaslanarak cennete gider, ya da şeytana yaslanarak cehenneme gider.
Arkadaşlar, bugün Kur’an’da geçen “salat”
kavramı üzerine birlikte biraz derin düşünelim. Çünkü bu kavram, öylesine
geçiştirilecek, sadece dua ya da birkaç bedensel hareketle sınırlanacak bir
konu değil. Tarihsel süreçte farklı yaklaşımlar olmuş. Kimi “salat”ı sadece
dua, yardım ya da sosyal destek olarak yorumlamış; kimileri de tamamen fiziksel
bir ibadetle sınırlandırmış. Ama Kur’an’a bütüncül olarak baktığımızda
görüyoruz ki, “salat” hem zihinsel ve ruhsal bir yöneliş hem de fiziksel olarak
icra edilen bir ibadettir. Yani tek katmanlı değil, çok katmanlı bir yapıdan
söz ediyoruz. Bu ibadet, insanın Rabbine yönelmesini, onunla bilinçli ve
düzenli bir bağ kurmasını temsil eder.
Salatın anlamını açıkladıktan sonra, dua namaza yakın bir ibadet olduğu
için, salatın ikinci anlamı “dua”ymış gibi anlatmaya devam edeceğiz. Böylece
kavram karmaşası oluşmadan konuyu daha sağlıklı bir şekilde anlayabileceğimizi
düşünüyoruz.
Kur’an’da Allah’ın “unutkan olmadığını”
(Meryem 64), “Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadığını” (En’am 38), “insanlara
her türlü örneği verdiğini” (İsra 89) ve “dini kemale erdirdiğini” (Maide 3)
hatırlarsak, salat gibi temel bir ibadetin de Kur’an’da eksiksiz yer aldığını
gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz.
Salatla ilgili kullanılan fiil formlarına
baktığımızda karşımıza önemli bir nokta çıkıyor: Bu fiiller, sadece dua ya da
soyut bir yardım anlamına gelmiyor. Aynı zamanda fiziksel olarak yerine
getirilen, belli vakitlere ve şartlara bağlı olan bir ibadeti işaret ediyor.
Özellikle de “ekame” fiili önemli. Bu fiil, “salatı yapmak” değil, onu “ikame
etmek” yani layıkıyla, düzenli ve bilinçli biçimde yerine getirmek anlamına
geliyor. “Salatı ikame edenler” ifadesi de tam bu anlama geliyor: Sadece yapan
değil, hakkını vererek yaşayan kimseler.
İşte bu temel fark, bizi yüzeysel bir okumanın
ötesine taşır. Kur’an’da salat, bir eylemin adıdır. Ama bu eylem, sadece
fiziksel ritüellere indirgenmemiştir. Kur’an’ın anlatımıyla salat; bilinçle
yerine getirilen, anlamı özümseyen ve bireyin hem ruhunu hem hayatını
şekillendiren kapsamlı bir ibadettir. Tek başına dua değildir, ama duasız da
değildir. Sadece bedenle yapılan bir hareketler bütünü değildir, ama bedeni de
dışlamaz. Yani salat, ruh-beden bütünlüğü içinde yaşanması gereken bir
yöneliştir.
Kur’an’ın birçok yerinde salatın belirli vakitlerde yerine getirilmesi
gerektiği de çok açık. Hud 114, Taha 130, Nur 58, Bakara 238, Rum 17-18, Kaf 39
ve İsra 78 gibi ayetler bize günün farklı vakitlerinde Allah’ı anmamız ve
salatı yerine getirmemiz gerektiğini söylüyor. Mesela İsra 78’de şöyle
buyruluyor: “Güneşin zevalinden gecenin karanlığına kadar namazı kıl. Bir de
sabah namazını kıl. Çünkü sabah namazı şahitlidir.” Bu sadece vakti değil,
vakte bağlı bir uygulamayı da tarif ediyor. Yani salat, sadece içsel bir bilinç
hali değil; aynı zamanda davranışla ortaya konan bir yöneliş.
Bazı çevreler salatın sadece dua olduğunu savunuyor ama bu düşüncenin
görmezden geldiği çok önemli bir detay var: Kur’an, salat için fiziksel
hazırlıkları da zorunlu kılmış. Maide 6 ve Nisa 43 ayetlerinde abdestten
bahsediliyor. Hatta su bulunmadığında teyemmüm yapılabileceği belirtiliyor.
Bunlar, sadece zihinsel bir yöneliş olan dua için değil, fiziksel bir ibadet
için gerekli hazırlıklar. Ayrıca aynı ayetlerde, cünüp olanların gusletmeden
salata yaklaşmaması gerektiği de söyleniyor. Bu da demek oluyor ki salat sadece
zihinle değil, bedenle de yapılan bir ibadet.
Nisa 101-103. ayetler de çok dikkat çekici. Savaş gibi olağanüstü durumlarda
bile salatın nasıl eda edileceği detaylı şekilde anlatılıyor. Ayakta, oturarak
veya yan üstü kılınabileceği; hatta savaş sırasında bir grubun diğerine
nöbetleşe eşlik etmesi gerektiği belirtiliyor. Bu detaylar, salatın soyut bir
kavram değil; uygulanan, şekli olan bir ibadet olduğunu net şekilde gösteriyor.
Nitekim 103. ayet açıkça şöyle diyor: “Çünkü salat, müminler üzerine vakitleri
belirlenmiş bir farzdır.”
Kur’an’da salatın şekliyle ilgili ipuçları da var. Rükû, secde, kıyam gibi
hareketler salat bağlamında birçok ayette geçiyor. Hac 26, Bakara 125, Al-i
İmran 43 gibi ayetlerde salat edenlerin Allah’ın huzurunda saygı ile durduğu,
rükû ve secde ettiği belirtiliyor. İsra 110. ayette ise namazda sesin çok fazla
yükseltilmemesi ya da tamamen kısılmaması gerektiği belirtiliyor. Bu detay,
salatın içsel yönünün yanı sıra dışa yansıyan, sesli bir uygulama yönü olduğunu
da ortaya koyuyor.
Fatiha Suresi’ne ayrı bir parantez açmak gerek. Hicr 87’de, “Biz sana
tekrarlanan yedi ayeti ve büyük Kur’an’ı verdik” deniyor. Bu, Fatiha’nın
salatta okunacak temel dua olduğunu gösteriyor. Ankebut 45’te de “Sana
vahyedileni oku” buyruluyor. Yani salat esnasında Kur’an’dan kıraat yapılması
gerektiği vurgulanıyor. Demek ki salat, sadece zikirle değil, Kur’an okumasıyla
bütünleşen bir ibadet. Ve Kur’an’a göre bu ibadet, yalnızca Allah’a yönelmek
için yapılır. En’am 162’de şöyle deniyor: “Benim salatım, ibadetim, hayatım ve
ölümüm yalnızca âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.”
Kur’an’a göre salat, yalnızca bu döneme ait bir ibadet değil. Önceki
nebîlere de aynı ibadet emredilmiş. Meryem 31’de İsa şöyle der: “Rabbim bana
namazı ve zekâtı emretti.” Meryem 58’de geçmiş nebîlerin Allah’ın ayetleri
karşısında secdeye kapandığı belirtilir. İbrahim 40’ta ise, İbrahim’in Rabbine
şöyle dua ettiği geçer: “Beni ve soyumdan gelenleri salatı ikame edenlerden
eyle.” Bu ayetler, salatın tarihsel olarak da köklü bir ibadet olduğunu, sadece
İslam’a özgü olmadığını gösteriyor.
Bazen “salat” kelimesi Kur’an’da bağlama göre başka anlamlarda da
kullanılıyor: Dua, yardım, destek, bağışlanma isteme gibi. Mesela Ahzab 56’da
geçen “Allah ve melekleri, o resule salat ederler” ifadesi, salatın burada
yüceltme, destek olma ya da bağışlanma dileği anlamına geldiğini gösteriyor.
Ama bu tür kullanımlar, ritüel bir ibadeti değil; salatın daha geniş anlam
kümesini yansıtıyor. Özetle, her “salat” aynı anlamda kullanılmaz ama ibadet
anlamında geçen her salat açık ve detaylıdır.
“Kur’an’da namaz yok” iddiası işte tam bu noktada sarsılıyor. Çünkü eğer
salat yalnızca dua ya da soyut destekse; abdest niye var? Cünüpken namaza
yaklaşmayın uyarısı neden yapılmış? Vakitler neden bu kadar detaylı verilmiş?
Savaşta bile neden salat terk edilmemiş? Ayakta, secdede, oturarak yapılan bir
dua biçimi, nasıl yalnızca zihinsel bir hal olarak açıklanabilir?
Kur’an’ın ortaya koyduğu salat, belirli vakitlere bağlı, belirli
hareketlerle icra edilen, hem zihni hem bedeni kuşatan bir ibadettir. Amaç
nedir? Ankebut 45’te söyleniyor: “Gerçekten salat, hayasızlıktan ve kötülükten
alıkoyar.” Yani bu ibadet insanın karakterini inşa eder, ahlakını geliştirir.
Taha 14’te ise, “Beni anmak için salat ikame et” denilerek, Allah’ı sürekli
hatırlama yönü vurgulanır. Salat, hayatın merkezinde olması gereken bir ibadet
olarak sunulur. Bu yüzden Kur’an’da “dinin direği” şeklinde değil, “hayatın
istikameti” şeklinde yer bulur.
Salat aynı zamanda Allah’tan başkasına yönelmemenin de bir simgesidir.
Fatiha 1:5 bunu net söyler: “Yalnız sana kulluk ederiz, yalnız senden yardım
isteriz.” Ne aracıya, ne kutsal mekâna, ne özel kişilere gerek var. Kur’an’daki
salat anlayışı, dini yalnızca Allah’a has kılar. Çünkü dinde zorlama yoktur
(Bakara 256) ve herkesin yöneldiği bir yön vardır (Bakara 148). Ama o yönün
kime doğru olduğu, yönelinen kişi ya da objeden daha önemlidir: Allah’a
yönelmek.
Kur’an’da “salat” kavramının sadece şekli bir ibadet olarak değil, bilinçli
ve derin anlamlar taşıyan bir yöneliş olarak sunulduğunu fark etmek çok önemli.
Nisa Suresi 43. ayette geçen “Ne söylediğinizi bilinceye kadar...” ifadesi, bu
ibadetin ancak anlamı kavranarak yapılabileceğini açıkça ortaya koyar. Yani
salat, sadece belirli hareketlerin tekrarlandığı bir uygulama değil; bilinçle,
anlayışla ve derin bir farkındalıkla yerine getirilmesi gereken bir kulluk
halidir. Kur’an’a göre bu ibadet; anlam, bilinç, saygı, istikamet, teslimiyet
ve temizlik gibi içsel unsurları da kapsayan bütüncül bir yapıya sahiptir.
Salatın kıyamla başlaması (2:238), ardından Kur’an’dan ayetlerin okunması
(4:43), sonra rükû ve secdeyle Allah’a boyun eğilmesi (22:26, 48:29) şeklinde
fiziki bir yönelişle uygulanması, birçok ayette vurgulanmıştır. Kur’an, bu
ibadetin ne olduğunu, ne zaman ve nasıl yapılacağını, kimlere farz kılındığını,
hangi hallerde nasıl uygulanacağını ayrıntılı şekilde açıklar. Bu da salatın,
Allah’ın diğer hükümleri gibi apaçık, kolaylaştırılmış ve detaylandırılmış bir
emir olduğunu gösterir. Ne var ki zamanla bu açıklık, rivayetlerle karartılmış
ve salatla ilgili tanımlar mezheplerin yorumlarına bırakılmıştır.
Kur’an’ın yaklaşımına göre salat, yalnızca bireysel bir yöneliş değildir;
aynı zamanda toplumsal bilinç oluşturan bir ibadettir. Cemaatle kılınan
salatlar, bir ümmetin ortak değerlerini, yönünü ve birlik ruhunu yansıtır.
Fakat bu birlik, sadece aynı hareketleri tekrar ederek değil, ortak anlam ve
amaç etrafında kenetlenerek sağlanabilir. Kur’an, salatı şekli bir tekrarın
ötesine taşıyarak, hayatın merkezine yerleştirir. Bireyin içsel dönüşümüne
katkı sunar, onu ahlaki olarak da eğitir. Bu anlamda salat, sadece Allah’ın
huzurunda bulunmak değil; O’nun yoluna sadakatle bağlı kalmak, sabırla
ilerlemek ve sürekli hatırda tutmak demektir.
Kur’an’ın bütününe bakıldığında, salatın belirli vakitlerde, belirli bir
dikkat ve hazırlıkla, arınarak ve bilinçli bir şekilde yerine getirilmesi
gerektiği net olarak görülür. Maide Suresi 6. ayette, abdestin ayrıntılı olarak
anlatılması, salatın ciddiyetini gösterir. Bu ibadet, rastgele yapılan bir
yöneliş değil; Allah’a saygıyla yönelmenin, ruhsal ve fiziksel teslimiyetin
sembolüdür. Kıyam, rükû ve secde gibi hareketlerle şekillenen salat, sadece
davranış değil, bir kulluk bütünlüğüdür. Hem bireysel hem de toplumsal yönüyle,
basit bir ritüelden çok daha öte bir anlam taşır.
En’am Suresi 162. ayette geçen, “De ki: Benim salatım, kurbanım, hayatım ve
ölümüm âlemlerin Rabbi Allah içindir” ifadesi, bu ibadetin ne kadar kapsamlı
bir yönü olduğunu vurgular. Salat sadece belli zamanlarda yapılan bir görev
değil, hayatın merkezine yerleştirilmiş bir duruş biçimidir. Şekilden çok
içeriğe anlam katar ve bu nedenle, ruhsal bir hazırlıkla yapılması gerekir.
Nisa 43. ayette “Sarhoşken ne söylediğinizi bilinceye kadar...” uyarısı, bu
bilinçli hazırlığın zorunlu olduğunu teyit eder.
Salatın vakitleri de Kur’an’da net biçimde bildirilmiştir. İsra 78. ayette
“Güneşin doruğu aşmasından gecenin çöküşüne kadar namazı kıl” ifadesi, beş
vakitli ibadetin zeminini oluşturur. Diğer ayetlerde (11:114, 20:130, 30:17-18,
76:26) sabah ve akşam vurgusu yapılır. Böylece günün iki ucunda salatın önemine
dikkat çekilir. Kur’an’a göre, vakitli salat esastır. Ayrıca, belli şartlarda
bu ibadet kısaltılabilir (Nisa 101-103). Örneğin savaş ve korku hâllerinde
salat terk edilmez; şekli değişse bile bilinçli yöneliş sürer (Bakara 239).
Yani her durumda kulluk bilinci korunmalıdır.
Bazı yaklaşımlar salatı yalnızca “destek veya yardım” anlamında ele alarak,
onun bedensel yönünü görmezden gelir. Oysa bu yorumlar, kıyam, rükû, secde gibi
yüzlerce ayeti yok saymak anlamına gelir. Zümer Suresi 9. ayette geçen “Gece
boyunca secde ederek yahut ayakta durarak ibadet eden kimse” ifadesi; bu
ibadetin açıkça fiziksel bir boyut taşıdığını gösterir. Aynı şekilde Nisa 102.
ayette, elçinin arkasında saf tutup secde eden topluluktan söz edilmesi,
salatın cemaatle ve bedenle uygulandığını gösteren somut bir delildir.
Meryem Suresi 58. ayet, geçmiş toplumlardaki salat uygulamasını aktarır:
“Onlara Rahman’ın ayetleri okunduğunda ağlayarak secdeye kapanırlardı.” Bu,
salatın geçmişten günümüze bir kulluk biçimi olduğunu gösterir. Meryem 31 ve
55. ayetlerde de İbrahim, Musa ve İsa gibi nebilere salat emrinin verildiği
belirtilir. Bu da ibadetin evrenselliğini kanıtlar.
Bugün mezheplerin getirdiği şekilsel ayrıntılar, Kur’an’ın salat
anlayışından uzaklaşılmasına neden olmuştur. 4 rekatlı öğle ya da 3 rekatlı
akşam namazı gibi detaylar, Kur’an’da yoktur; bunlar rivayetlerle şekillenmiş
yorumlardır. Oysa Kur’an, salatın özüyle, zamanıyla, uygulanışıyla, terk
edilmeme koşullarıyla çok nettir. Mezhepler, bu sadeliği karmaşıklaştırarak
ibadeti şekilciliğe hapsetmiştir. Kur’an ise salatı; bilinçle, anlayışla,
içtenlikle ve sadece Allah için yapılması gereken bir ibadet olarak sunar.
Salatın fiziksel hareketlerden ibaret olmadığı; aynı zamanda kalbin, zihnin
ve ruhun Allah’a yönelişi olduğu Hac Suresi 26. ayette açıkça vurgulanır. Secde
ve rükû ile birlikte teslimiyetin şart koşulması, ibadetin yalnızca bedensel
değil, derin bir kalbi boyut taşıdığını ortaya koyar. Ankebut 45. ayette ise
salatın ahlaki etkisi hatırlatılır: “Gerçekten salat, hayasızlıktan ve
kötülükten alıkoyar.” Bu, salatın bir eğitim süreci olduğunu da gösterir.
Kur’an’ın öğrettiği gibi; sadece okumak değil, anlamak ve yaşamak gerekir.
Ankebut Suresi 45. ayette “Gerçekten salat, hayasızlıktan ve kötülükten
alıkoyar” ifadesi, namazın sadece bedensel bir ritüel olmadığını, aynı zamanda
ahlaki ve zihinsel bir arınma aracı olduğunu açıkça gösterir. Salat, sadece
Kuran ayetlerini okumak değil; onu anlamak, bilmek, kavramak ve hayatın her
anına yansıtmakla anlam kazanır. Nisa Suresi 43. ayette ise “Ne söylediğinizi
bilinceye kadar” ifadesi, bilinçli bir farkındalıkla namaz kılmanın önemini
vurgular. Bu, salatın bilinçsizce yapılacak bir alışkanlık ya da mekanik bir
eylem olmadığını, anlamlı ve içten olması gerektiğini ortaya koyar.
Kur’an’da salat ibadeti, belirli fiziksel hareketlerle birlikte uygulanır.
Kıyam yani ayakta durmakla başlayan salat, ardından özel bir dikkat ve saygıyla
Kur’an’dan ayetlerin okunmasıyla devam eder. Ardından rükû ve secde
hareketleriyle Allah’a boyun eğilir ve teslimiyet gösterilir. Bu beden dilinin
her parçası, kulluğun somut ifadesi olarak Kur’an’da detaylı şekilde yer alır.
Namazın kılınacağı vakitler, farz kılındığı kişiler ve uygulanma şekilleri
Kur’an’da ayrıntılı biçimde açıklanmıştır. Allah’ın diğer emirleri gibi, namaz
da apaçık, kolaylaştırılmış ve detaylandırılmış bir ibadettir. Ancak tarih
boyunca bu açıklıklar rivayetler ve gelenekler tarafından gölgelenmiş,
mezheplerin farklı yorumları bu ibadetin asli Kur’an çizgisinden sapmasına yol
açmıştır.
Salat, yalnızca bireysel bir Rabbine yöneliş değil, aynı zamanda toplumsal
bir bilinç ve birliğin ifadesidir. Müslümanlar bir araya gelerek namaz
kıldığında, bu ibadet ümmetin ortak değerlerini, birliğini ve istikametini
temsil eder. Ancak bu toplumsal bilinç, sadece ezberlenen duaların veya
hareketlerin tekrarıyla sağlanmaz; namazın ruhuna uygun anlam ve amaç
birliğiyle pekişir. Kur’an, salatı sadece fiziksel hareketlerden ibaret bir
ritüel olmaktan çıkarıp, hayatı kuşatan, insanı dönüştüren bir ibadet olarak
sunar. Salat, Allah’ın huzuruna çıkmakla kalmaz; aynı zamanda O’nun yolunda
kararlı olmayı, kullukta sadakati göstermeyi, ahlaki duruşu temsil etmeyi ve
Allah’ı sürekli hatırda tutmayı içerir.
Namazın zamanında kılınması Kur’an’da açık bir şekilde belirtilmiştir. İsra
Suresi 78. ayet “Güneşin doğuşundan gecenin kararmasına kadar namazı kıl”
diyerek sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı vakitlerinin zeminini oluşturur. Bu
vakitler, günün belirli anlarında Allah’a yönelme ve ibadet etme alışkanlığını
yerleştirir. Ayrıca Nisa Suresi 101-103 ayetlerinde seferde olanların namazı
kısaltabilecekleri, korku halinde yürürken ya da binek üzerindeyken bile
salatın eda edilebileceği belirtilir. Bu hükümler, ibadetin zorluk ve güçlük
haline gelmemesi için Allah’ın kolaylık sunduğunu gösterir. Esas olan, ibadetin
samimiyet ve bilinçle yapılmasıdır; şekilcilik değil.
Namazın bedensel yönleri Kur’an’da ayrıntılı bir şekilde vurgulanır. Kıyam
(ayakta durmak), rükû (eğilmek), secde (yere kapanmak) hareketleri kulluğun
somut dışavurumlarıdır. Bu hareketler, sadece birer davranış değil, bütün
varlığıyla Allah’a yönelmenin işaretidir. Nisa 102. ayette, Peygamber’in
arkasında bulunanların secdeyle salatı tamamlaması, toplu namazın ve belirli
bedensel hareketlerin Kur’an’da yer aldığını gösterir.
Abdest konusu da Maide Suresi 6’da ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Yüzün,
ellerin dirseklere kadar yıkanması, başın mesh edilmesi, ayakların topuklara
kadar yıkanması gibi ayrıntılar, ibadetin hem dıştan hem de içten arınmayı
gerektirdiğinin delilidir. Bu açıklama, namazın sadece bedensel hareketlerden
ibaret olmadığını, temiz bir beden ve ruhla ibadete yönelmenin önemini ortaya
koyar.
Kur’an’da namaz (salat), bireysel
ve toplumsal hayatın merkezinde yer alan, bilinçli ve bütüncül bir ibadettir.
Bu ibadet, fiziksel hareketlerle (kıyam, rükû, secde) ve ruhsal yönelişle
(duygu, düşünce, teslimiyet) şekillenir. Namazın zamanında kılınması, abdestsiz
olmaması, zor durumlarda kolaylık sağlanması, Kur’an’ın açık hükümlerindendir.
Mezheplerin getirdiği şekilcilik ve detaycı yorumlar, Kur’an’daki sade ve
anlaşılır namaz tanımını karmaşıklaştırmıştır.
Namazda Kur’an’dan ayetlerin okunması (kıraat), ibadetin önemli bir
parçasıdır. Fatiha Suresi’nin namazda okunması geleneksel olarak bilinse de
Kur’an’da buna dair doğrudan bir emir yoktur. Ancak Nisa 101-103. ayetleri,
salat sırasında Kur’an’dan ayetlerin okunmasının, ibadetin bilinçle ve dikkatle
yapılmasına katkı sağladığını açıkça ortaya koyar. Kıraat, kişiyi Allah’la
doğrudan konuşur hale getirir; bu yönüyle namaz, sadece fiziksel hareketlerin
ötesinde anlam ve bilinçle zenginleşir.
Namazda sesin nasıl olması gerektiği de Kur’an’da yer bulur. İsra 110 ve
Araf 204. ayetleri, sesin ne çok yüksek ne de gizli olmayacak şekilde, orta
düzeyde tutulmasını öğütler. Bu, gösterişten uzak, samimi bir ibadet biçiminin
işaretidir.
Kur’an, salatın bireyi kötülüklerden alıkoyan bir mekanizma olduğunu
bildirir (Ankebut 45). Namaz, yalnızca ritüel bir yükümlülük değil; insanın
ruhunu arındıran, davranışlarını şekillendiren, hayatına istikamet veren bir
ibadettir. Onu sadece şekil olarak değil, bilinçli ve içten bir yöneliş olarak
yaşamak gerekir.
Zamanla namazın kılınış biçimi, rekat sayıları gibi ayrıntılar, hadis ve
mezheplerin etkisiyle şekillenmiştir. Oysa Kur’an, salatın özünü vakitli,
bilinçli ve samimi bir ibadet olarak ortaya koyar. Detaylı rekat sayısı gibi
hususlarda Kur’an açık ifadelerle hüküm verirken, geleneksel anlayışlar bu
açıklığı gölgelemiş olabilir. Kur’an’a uygun bir namaz anlayışı, ibadetin
amacına, özüne ve Allah’a olan teslimiyete odaklanır.
Ve şunu da unutmamak gerekir: Diyelim ki salat kelimesi "namaz"ı
kapsamıyor ve herkes bunun sadece dua olduğunu kabul ediyor. Fakat bir insan bu
duayı fiziksel hareketlerle yapıyorsa, Allah’ın ona karşı çıkacağını düşünmek
akıl ve adaletle bağdaşmaz. Ya tersi doğruysa? Eğer salat günümüze kadar ulaşan
şekliyle de bir ibadetse ve insanlar bu yönünü tamamen terk ettiyse… İşte o
zaman, sonucunun ne olacağını kestirmek bile zor olabilir.
Namaz, bireyin Allah ile kurduğu en samimi bağdır. İçtenlik, bilinçli
teslimiyet ve sürekli hatırlamayı kapsar. Bu ibadet insanı kötü davranışlardan
korur, ruhu arındırır, hayatı disipline eder. Salat, sadece elleri kaldırıp dua
etmek değil; Allah’a yönelmek, O’nun emirlerine kul olmak ve hayatı O’nun
rızasına uygun yaşamaktır. Bu nedenle Kur’an’a göre namaz, Müslüman’ın
hayatındaki vazgeçilmez bir bağdır.
Doğrularım Allah’ın yanlışlarım benimdir.
Aydın Orhon
aydinorhon.com