AMİN NE DEMEKTİR?

AMİN NE DEMEKTİR…
                 Bir Müslüman kardeşimiz duasını tamamladığında ağzından ”âmin” kelimesi çıkar. Aynı anda elleriyle yüzünü kapatır, alnından çenesine doğru bir sıvama hareketiyle dini rituelini tamamlar.

Bu dinimize nereden girmiştir?
     Hiçbir yorum yapmadan Türkiye Dinayet Vakfı Ansiklopedisinden bir paragraf paylaşalım.

     Âmîn kelimesi, köken itibariyle Arapça’ya diğer bir Sâmî dilden geçmiş olmamakla birlikte, dua hâtimesi olmak vasfını Sâmî monoteizminden (vahdet dini) almıştır ve bu durum kelimenin ilk defa Tevrat’ta görülmesinden açıklıkla anlaşılmaktadır. Nitekim Süyûtî’nin Hâris b. Ebû Üsâme’nin Müsned’i ile İbn Merdeveyh’in Tefsîr’inden naklettiği bir hadiste, Hz. Peygamber’in “Bana namazda olsun duadan sonra olsun, Allah tarafından âmîn demek nimeti verildi. Bu, Mûsâ müstesna benden önce kimseye verilmemişti; Mûsâ dua eder Hârûn da âmîn derdi. Siz de duanızı âmîn ile bitiriniz! Bu suretle Allah onu kabul eder” buyurması da (bk. el-Câmiʿu’ṣ-ṣaġīr, I, 38) bu görüşü desteklemektedir. Ayrıca Câhiliye Arapları arasında tanrılara karşı yapılan duaların sonunda âmîn denildiğine dair herhangi bir bilginin bulunmaması (bk. İbnü’l-Kelbî, s. 26-53) ve çok tanrılı başka toplumlarda da böyle bir olaya rastlanmaması (bk. ERE, X, 155-213), geleneğin vahdet dininden geldiğini gösteren diğer belirtilerdir.

     Özetlersek dinimize Tevrat’tan geçmedir. Eğer Tevrat orijinal olsaydı; Kur’an’la motamod aynı olurdu. Kur’an’da duadan sonra “âmin” dememizle ilgili hiçbir emir yoktur.

     Tarihin derinliklerinde araştırdığınızda Amon tapınakları ile ilgili hikayelerle, Mısır uygarlığına kadar gidersiniz. Karşımıza Amon diye tapılan bir put çıkar… Eski Mısır tanrısı Amon.
Gerçeği ve hakkı bir takım rivayetlerden alır ve buna inanırız. İnanmak zorunda kalırız. Bunu dönüp “Kur’an’a soralım” demeyiz.
Kendimi de katıyorum; Çünkü Kur’an’a vakıf olmadan bunu öğrenmek zor. Düne kadar benim de “âmin” kelimesi dilimden düşmezdi.Yani “âmin” kelimesinin kökeni eski Mısır tanrısı Amon’a kadar dayanıyor. Amon Tevrat’ta amen’e dönüşmüş, bize de “âmin” olarak girmiştir. Biz dualarımızın ardından her “âmin” deyişimizde Tanrı Amon’un adını anmış olduğumuzu da unutmayalım.

     Yukarıda TDV Ansiklopedisinden bir paragrafını paylaşmıştım. Rivayetlere göre Sevgili Muhammed’imize namazdan veya duadan sonra  “âmin” demenin nimeti verilmiş. Bu hak bir de Hz. Musa’ya verilmiş. Madem verildi; Kur’an’da neden yok. Kur’an’a geçici olarak şimdi koysak; Kur’an’da otomatikman çelişki oluşur. Bu sevgili Nebi Muhammed’imize ve Hz. Musa’ya yapılmış iftiradan başka bir şey değildir.
     Hz. Musa’ya kadar kimseye verilmiyor. Musa’dan sonra İsa’ya da verilmiyor. Tekrar Hz. Muhammed’e veriliyor.
     Yüce Rabbimiz benim sözüm (yasam) asla değişmez demiyor mu? Hz. Adem’de yasası ne ise Hz. Muhammed ve ikisi arasındaki bütün elçilerine aynı kanunu uygulatmamış mı?
Fetih 23. Ayet:
Allah'ın öteden beri işleyip duran kanunu (budur). Allah'ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.

     TDV Ansiklopedisinde “âmin” başlığıyla,  6. Paragrafta “Âmîn kelimesi Kur’an’da geçmemektedir.” denmektedir.
Evet, bunu biraz değiştirerek yazalım: “âmin” kelimesi Kur’an’da anladığımız anlamda geçmemektedir. Ses olarak “âmin”e benzeyen “iman et” anlâmina gelen bir kelime vardır.
Kur’an ile “âmin” kelimesini teyit etme çabasında olanlar, var demek için farklı anlam taşıyan bu “âmin” kelimesini uydurmuşlardır.
Farz etsek, onların zannettiği gibi “âmin” olarak geçse ne olur? Kelime emir içeriyor. Dua sonuna uygun bir kelime değildir.
“Allah’ım günahlarımı bağışla.” Dedik ardından “iman et…” Kim iman edecek?
Haşa Allah’a mı iman etmesini söylüyoruz?… Böyle bir hataya düşmek istemeyiz.

Kur’an’da “âmin” kelimesinden bir örnek vereyim:

وَالَّذٖى قَالَ لِوَالِدَيْهِ اُفٍّ لَكُمَا اَتَعِدَانِنٖى اَنْ اُخْرَجَ وَقَدْ خَلَتِ الْقُرُونُ مِنْ قَبْلٖى وَهُمَا يَسْتَغٖيثَانِ اللّٰهَ وَيْلَكَ اٰمِنْ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ فَيَقُولُ مَا هٰذَا اِلَّا اَسَاطٖيرُ الْاَوَّلٖينَ

https://islamansiklopedisi.org.tr/âmin

Ahkaf 17. Ayet:
Anne ve babasına, "Öf size! Benden önce nice nesiller gelip geçmiş iken, beni tekrar diriltilecek olmakla mı tehdit ediyorsunuz?" diyen kimseye, onlar Allah'a sığınarak, "Yazıklar olsun sana! 
İman et, Allah'ın va'di gerçektir" diyorlar, o da, "Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir" diyordu.

     Kur’an’da geçen “âmin” kelimesinin anlamı inan, inandım “İman et” ‘dir. Bu kelimenin de bizim söylediğimiz “âmin” kelimesiyle uzaktan yakından alakası yoktur.
Araf 64. Ayettin sonunda da “âmin(e)” Gözü kör, kulağı sağır, gerçeklerden bihaber, inançsız, inkârcı anlamını taşır.

     Biz âmin derken “kabul et Allah’ım” dediğimizi sanırız… Ne yazık ki böyle bir anlam taşıyan “âmin” kelimesi Kur’an’da yoktur. Bu Sevgili Muhammed’imizin ölümünden 200-250 yıl sonra yapılmış iftiradır.

     Bakınız Sevgili Muhammed’imiz neler buyurmuş:
* Din konusundaki ihtilaflarda size Kur’an yeterlidir.
[5424-Buhârî-Müslim-Nesâî] [4727-Muvatta-Müslim][5406-Buharî-Müslim]

* "Ömer, Nebi Muhammed'den, halkın doğru yoldan sapmamaları için kendisine bir şeyler söyleyip yazmasını istediğinde; Nebi Muhammed: 'Allah'ın Kitabı bize yeter' dedi"
(Buhari İtisam 26, İlim 39, Cenaiz 32, Merza 17, Müslim Cenaiz 23, Vasaya 22).

* “Size sadece Kuran’ı bırakıyorum; ona uyarsanız yolunuzu şaşırmazsınız”
(Müslim 15/19 Nu, 1218; İbnMace 25/84 Nu, 3074; Ebu Davud 11/56, Nu 1905)

* "Biz hadis yazarken Muhammed yanımıza geldi. "Yazdığınız şey nedir dedi." Senden işittiğimizl hadis" dedik. Nebi Muhammed: "Allah'ın kitabından başka kitap mı istiyorsunuz. Sizden evvelki milletler Allah'ın kitabı yanında başka kitaplar yazdıkları için yoldan çıktılar.
(Tirmizi, Es Sünen, K İlm 11, El hatip, Tadyik 33)

             Geçmişte ben de dahil dilimize “âmin” kelimesi o kadar oturmuş ki… Hemen çıkmaya da hazır… Tek dayanağı da rivayet. Sevgili Muhammed’in Kur’an dışı bir şey söylemesi mümkün mü?
Ahkaf 9. Ayet:
De ki: 'Ben elçilerden bir türedi değilim, bana ve size ne yapılacağını da bilemiyorum. Ben, yalnızca bana vahyedilmekte olana uyuyorum ve ben, apaçık bir uyarıcıdan başkası değilim.'


           
            Eminim bazı arkadaşlar “biz âmin derken veya Amonu düşünerek söylemiyorduk ki” diyebilirler. Bu bilden haberi olmayanlar için problem olmayabilir. “Ameller niyetlere göredir.” diye düşünebilirsiniz; fakat şimdi öğrendiniz. Doğrusunu Yüce Allah bilir.

            Eğer bizim dünyaya geliş sebebimiz imtihan ise; önce imtihanı başarmak için gayret göstermemiz gerekir. Yani önce dini yaşantımızı sorgulayıp, sonra da Allah’ın emirlerini öğrenip hayatımıza taşımalıyız.

            Pekiyi duadan sonra “âmin” demeyeceksek ne diyeceğiz?  “Âmin” demektense dua ettikten sonra hiçbir şey söylememek daha iyi. Yüce Allah’a yalvardınız, yakardınız ve sustunuz. Allah’a bitti dememiz gerekmiyor. Yüce Allah duanın bittiğini zaten biliyor.

             Ama biz yine de bir şeyler diyelim… Bakalım ne dersek doğru olur? “İnşallah” kelimesini deneyelim. “Allah dilerse, uygun görürse” anlamına gelmektedir. Şimdi kısa bir dua edelim:
“Allah’ın bize dünyada ve ahirette iyilikler ver. Ateş azabından koru… “ diye duamızı yaptık ve arkasından “İnşallah” diyoruz. “Allah dilerse uygun görürse…”
Üç cümleyi Türkçe olarak tekrar yazalım:
“Allah’ın bize dünyada ve ahirette iyilikler ver. Ateş azabından koru… Allah dilerse uygun görürse…”  
Sizin de dikkatinizi çektiğinden eminim. Allah’tan yardım istiyoruz. Sonra Allah uygun görürse, dilerse diyoruz. Haşa bu cümlede Allah’tan başka bir Allah varmış gibi anlam çıkıyor. Yağmurdan kaçarken doluya da tutulmayalım. Kendi duamız arkasından “İnşallah kelimesi olmuyor gibi; fakat başkasının duası arkasından “İnşallah kelimesini kullanabiliriz diye düşünüyorum.
Birisi dua ediyor:
-Allah’ım ne verirsen hayırlısını ver…
Siz:
-İnşaAllah… “Allah dilerse”
İnşaAllah “Allah dilerse” diyebiliriz.
Kendi kendimize dua ederken herhangi bir şey söylememiz gerekmiyor. Yine de:
“El hamdu lillâhi rabbil âlemin,  -Hamd âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur.-” diyebiliriz.
“Elhamdülillah -Allah’a şükürler olsun.-” diyebiliriz.
“Tebareke -O her şeye hakkıyla gücü yetendir- diyebiliriz.
“Rabbena tekabbel -Allah kabul etsin-“ diyebiliriz.
“Tekabbel dua -duamı kabul et-“ diyebiliriz.

            Duymayanlar duydu. Hemen pata küte de atalarımızdan gelmiş olan “âmin” kelimesini atmayalım. Kimseye inanmamayı bilelim. Ben de Allah’ın bir kuluyum. Yanılıyor da olabilirim. Önce yukardaki yazılanları okuyup teyit ettikten, konuya kalbimiz mutmain olduktan sonra hayatınıza taşıyalım. Bir yanlıştan çıkarken başka bir yanlışa da girmeyelim. Araştıralım. Düşünelim, akledelim inşallah...

            Bakın Rabbimiz; “Belgelerle açıklanmış, anlaşılır, rehber, rahmet olarak Kur’an’ı indirdik.” Diyor. Düşünün, aklınızı kullanın diyor.


Yüce Rabbim den Kur’an’ı anlayarak okuyan, anladığını hayata taşıyan kullarından olmamızı dilerim.

Doğrularım Allah’a, yanlışlarım bana aittir.                                                       Aydın ORHON


KUR’AN’IN NUZUL SEBEBİ…

             Tüm övgüler, hamd edişler, çocuk edinmeyen, ortağı olmayan, hiçbir şeyden aciz olmayan, bir yardımcıya gereksinim duymayan Allah içindir. O'nun büyüklüğünü gereğince dile getirelim İnşaAllah. (17:111)

Allah hiçbir kimseyi hiçbir şeyi hükmüne ortak etmez (18:26)

 Lokman 27. Ayet:
Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de mürekkep olsa, arkasından yedi deniz daha ona katılsa, Allah'ın sözleri (yazmakla) yine de tükenmez. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.


Yüce Allah dinimize son şeklini vermiştir. Böylece din ile ilgili nimetini artık sonlandırmıştır. “Bugün size dininizi kemale erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Size din olarak İslam'ı seçip beğendim.” (5:3) Demiştir.

Yüce Allah’ın tebliğ ettiği (Kur’an) dışında bizi sıkıntıya sokacak gereksiz ve yaşamımıza sığmayan şeyler hakkında sorular sormamamız gerekmektedir.  Allah bunları gerekli görseydi Kur’an’ı indirirken mutlaka açıklardı. Yüce Allah bize farz kılmamasından dolayı, özellikle açıklamamıştır. Özgür irademize bırakılmıştır. Allah açıklanmayanlardan olacak günahları bağışlayandır. Gafur’dur. Halim’dir. (5:101)

 

Bilmeliyiz ki, Allah’ın yanında tapınılan her şey gerçekte bizim ve atalarımızın, çıkardığı anlamsız şeyler ve isimlerden ibarettir. Allah onlara her hangi bir güç ve ayrıcalık vermemiştir. Hüküm yalnız Allah’ındır. (12:40)

 

Rabbimizin buyrukları en mükemmel şekilde Kur’an ile tamamlamıştır. Adalet bakımından tas tamamdır. Şunu da iyice bilmemiz gerekir ki, O'nun sözlerini değiştirebilecek yoktur. Allah’ın vaadinden başka hiçbir söz ve rivayete de ihtiyaç yoktur. (6:115)

Bir konu hakkında Rabbin bize kitabında neyi buyurmuşsa sadece onu gerçek kabul etmeliyiz. Rabbimizin sözlerini kimse değiştiremez. Allah’tan ve resulden (Kur’an’dan) başka hiçbir sığınak yoktur. Sadece Allah’a uy? (18:27)

 

İnanmayanlar Nebi Muhammed’e “Yoksa Kur’an’ı sen mi uydurdun” derler. Sırf inat ve inkarlarından dolayı iman etmezler… Madem inanmıyorlar, benzeri bir söz (hadis) getirseler ya… (52:33-34)
Eğer Nebi Muhammed’e safha safha indirilmiş Kur’an’ın Allah’tan geldiğine kuşkunuz varsa, siz de benzer bir sure getirin de görelim.

(2:23-24)


Gerçek şu ki, Yüce Allah Kur’an’ı bir zikir olarak insanlar anlayıp düşünsünler ve öğüt alsınlar diye kolaylaştırmıştır. Öyleyse anlayıp, düşünüp benimsemeliyiz. (54:32)



 

Doğru yolu bildirmek, gösterip yöneltmek Allah'a aittir. (16:9)

Yemin olsun ki, doğruya ve güzele kılavuzlamak sadece Allah’ın işidir. (92:12)

Nebi Muhammed’in görevi de Allah’tan inen vahyi bilgilerle sadece uyarmak ve doğru yolu bildirmekten ibarettir. (5:99), (13:7)

O’nun gösterdiği istikamette gidenlerin görevi de aynen yol göstermek ve uyarmak olmalıdır.


Yüce Allah, Kıyamet Gününde, kendisinin ve onların yaptıklarını onaylamak üzere her elçiyi kendi toplumuna şahitlik yapsın diye bulunduracaktır. Dolayısıyla Nebi Muhammed de toplumuna şahit olması üzerine getirilecektir. Kur’an’ın iniş sebebi doğru yolu göstermesi ve bize rahmet olmasındadır. Okuyup anlamak, düşünüp yaralanmamız içindir. İçtenlikle inananlara hayatlarını kolaylaştırıp onları mutlu etmek için indirilmiştir. (16:89)


Allah, rızasına uyanları o Kitap'la esenlik ve barış yollarına iletir. Onları kendi izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarıp şaşmayan ve sapmayan dosdoğru yola kılavuzlar. (5:16)) Sabredip Allah’ın mesajlarımıza tereddütsüz inandıkları zaman, onların içinden, Yüce Allah buyrukları doğrultusunda kavimlerini hidayete ulaştıran önderler çıkarmıştır. Nebi Muhammed’e vahyedilmiş olan ilahi kelam için de aynı şey geçerli olacaktır. (32:24)

Onlar ki, yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları, ummi nebi resulün getirdiklerine uyarlar. Hz. Muhammed Tevrat ve İncil bağlılarına nelerin iyi, nelerin kötü olduklarını anlatır. Ayrıca onlara neyin helal ve neyin haram olduğunu söyleyecektir. Kendi kendilerine koydukları haramlarla üzerlerine koydukları yükümlüklerin kaldırılacağının haberini verir. Hz Muhammed’e saygı gösterecek, yardım edecek ve kendisine indirilen Kur’an’a uyacak olanlar, mutlu sona ulaşacaklardır.  (7:157)

Çünkü Kur'an’ın âyetleri, hüküm ve hikmet sahibi bulunan ve her şeyden hakkıyla haberdar olan Allah tarafından muhkem (eksiksiz, sağlam ve açık) kılınmıştır. Kur’an, Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim diye ayrı ayrı açıklanmıştır. Nebi Muhammed, şüphesiz bize Yüce Allah tarafından gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeleyicidir. (11:1-2)
Kur’an’ açıklamak yalnız Yüce Allah’a aittir. (75:19)


Daha önceki elçi ve o dönem yaşayanların kıssalarında ilim sahipleri için ders alınacak pek çok ibretler vardır. Kur’an’ın uydurma, iftira dolu boş bir hadis (söz) olması düşünülemez.(12:111)

Yüce Allah kimin iman edip etmediğini, ne söylediklerini, her şeyi çok iyi bilendir. Dolayısıyla Nebi Muhammed’in zorla inandıramayacağını da bilmektedir. Yüce Allah’ın tehdidinden korkan, kıyamet gününün sorumluluğunu taşıyan, iman etmiş olanlara Kur’an’dakilerle öğüt vermesini buyurmuştur. (50:45)

 

Hz. Muhammed bizi sadece Yüce Allah’ın vahiy yoluyla (Kur’an’la) uyarmaktadır. Kendisine bildirilene harfiyen uyarak doğru yola davet etmiştir. Fakat şunu da biliyordu ki, insanların çoğu söylenenleri işittikleri halde kulaklarını tıkayacaklar. Duymazdan geleceklerdir. (21:45)

Yüce Allah Nebi Muhammed’i uyarıyor:
Furkan 52. Ayet:
bunun içindir ki, sen hakkı inkâra şartlanmış olan kimselere uyma; tersine, bu (ilahi mesajın) ışığında onlara karşı bütün gücünü ortaya koyarak büyük bir direnç ve çaba göster.


Allah’ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında iken Yahudi olanlar Tevrat’ı bırakıp Nebi Muhammed’in hakemliğine başvuruyorlar. Zaten sonra da Nebi Muhammed’in verdiği karara uymuyorlar. Çünkü onlar mümin kimseler değildir. (5:43)


İnsanlardan çekinmemek Allah’tan çekinmek gerekir. Kimse çıkarı için Allah’ın ayetlerini kendi sözleriyle değiştiremez. Resuller de kitapla hükmederlerdi. Kim Allah’ın buyrukları doğrultusunda hüküm (karar) vermezse, artık onlar küfre sapmışlar demektir. (5:44)

 


İnsanlar tek bir ümmetti. Kıskançlıkları sebebiyle anlaşmazlığa düştüğü şeyleri ve küfre düşmeleri sebebiyle, resuller aracılığı ile insanların anlaşmazlığa düştükleri konular hakkında aralarında hüküm vermek için hak kitap da indirdi. Halbuki o konularda anlaşmazlığa düşenler, kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra, aralarındaki kıskançlık yüzünden ihtilafa düşen kitap ehlinden başkası değildi. Bunun üzerine Allah, kendi iradesiyle, inananları ihtilafa düştükleri hakikate eriştirdi. Çünkü Allah, dileyeni doğru yola ulaştırır. (2:213)

Yüce Allah bize kitabını okuyup düşünebilelim diye en ayrıntılı şekilde indirmiştir. Kur’an’ın yol gösterici mesajlarını bırakıp başkalarının gerçeğe uymayan sözlerine mi uyacağız? Kendilerine kitap verilmiş olanlar Kur’an’ın gerçekten Rablerinden indirildiğini çok iyi bilirler. Buna rağmen, hala söylemekte oldukları inkâr edici yaldızlı sözlere kanmayalım. Şüpheye düşenlerden de olmayalım.(6:114)

Resullere Allah’ın indirdiği kitapla hükmetmesi emredilmiştir. Yüce Allah “Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, fasıkların ta kendileridir.” demiştir.

Yüce Allah Kur’an’ı amacımıza uygun olarak indirmiştir. İnanan kişiler gelip de Nebi Muhammed’den bir konu üzerinde hüküm vermesi istendiğinde, Kur’an dışı hüküm veremez. O’na gelen kişiler zaten peşinen Kur’an’a göre hüküm vermesini kabullenmişlerdir. Nebi Muhammed’de Kur’an’a göre davranışlarını yönlendirmiştir. Çünkü Yüce Allah’ın Nebi Muhammed’e Kur’an’la hükmetmesini emretmiştir. (5:47-49)


Allah resullerini ayetlerine uysunlar diye göndermiştir. Kur’an ile tekrar uyarmadan Yüce Allah insanları helak edebilirdi. O zaman insanlar “Rabbimiz ne olurdu bize bir elçi gönderseydin de böyle perişan ve rezil olmadan önce Senin bildireceğin ayetlerine uysaydık” diyerek inançsızlıklarına bahane uyduracaklardı. (20:134)


Mazeret etmeyelim, bahane uydurmayalım diye Yüce Allah resuller göndermiştir. (6:156)

Yahudiler, Allah’ı bırakıp bilginleri,  hahamları ve ruhbanları olan din adamlarını, Meryem oğlu Mesih’i Rabler edinmişlerdi. Hâlbuki onlara, yalnız tek Allah’a kulluk etmeleri emredilmişti. Allah’tan başka ilah yoktur. Allah şirk koştuklarından uzaktır.
Hz. Muhammed’e “Din adamlarını biz Rab görmüyoruz ki” diye itiraz eden Yahudi ve Hristiyanlara, din adamlarıyla ilgili şu açıklamayı yapmıştır. “Din adamlarının haram ve helal dediklerini, kitaplarınızdan olup olmadığına bakmadan hemen kabul ediyorsunuz. Ya helal dedikleri haramsa; veya tam tersi haram dediklerini Yüce Allah helal kılmışsa…” Eğer bu tür yanlışa düşersek din adamlarımızı Rab yerine koymuş oluruz. Ayette ve Nebi Muhammed’in sözlerinde, insanların resullerini, hatta din adamlarını ilahlaştırmaya meyili dikkat çekilmiştir. Burada Müslümanlarda uyarılmış olmaktadır. Bu nedenle karşımızda ki kim olursa olsun dini konuda hemen ona inanmamalıyız. İnanmak için Allah’ın kitabı o kişinin söylediğini onaylıyor mu? Ona bakıp doğru veya yanlış olduğuna Kur’an’ın koyduğu hükme göre karar vermeliyiz.
(9:31) Yani Kur’an süzgecinden geçirmeliyiz.


Hüküm yalnız Allah’ındır. Allah’a Herkes güvenini, inancını kaybetmeden Allah’ın verdiğine razı olmalıdır. (12:67)

Müslümanlığı kabul eden kişi Allah’a teslim olmuş kişidir. Böyle bir kişi de Allah’a tevekkül eder. (10:84)

Doğru yolu gösteren Rabbinden Nebi Muhammed’e indirilen Kur’an iman edenleri takvaya ulaştırır. Kibirli ve yanlış yolda olanların inkârını, küfrünü daha da artırır. Eğer Kur’an’a uymuyorsanız Allah nezdinde hiçbir şey değilsiniz.  (5:68)

Nebiler ahret gününe inanan ve vahyi uygulayan bir örnektir. (33:21)


Yüce Allah, Nebi Muhammed’e bir yöntem, şeriat, yol kurallar bildirmiştir. Önce bunlara kendisinin uymasını emretmiştir. Bilmekte olduğu muhkem (değişmez) amaç hüküm olan gerçekleri bildirmesi buyrulmuştur. Arkasından Nebi Muhammed’e ikaz edilmiştir. “Gerçekleri bilmeyen kişilerin arzusuna uyup, daha öncekiler gibi farklılaşmalara, din temelli gruplaşmalara sebep olma.
Yukarıda belirtilen şeriat, Kur’an’da ki muhkem, değişmez amaç hükümleri demektir. Bunun böyle olduğu ve müteşabih değişken amaç mesajlar olmadığı (3:7) ayette açıkça belirtilmiştir.

Allah hiçbir kimseyi hiçbir şeyi hükmüne ortak etmez (18:26)


Allah’tan daha güzel hüküm veren kim olabilir? (5:50)
Göklerin, yerin ve içlerindeki her şeyin hükümranlığı Allahındır: O, dilediğini yapmaya kadirdir. (5:120)

Nebi Muhammed’in hüküm konusunda hiçbir iddiası yoktur.
 Nebi der ki "Ben size 'Allah’ın hazineleri bendedir! demiyorum; ne insan idrakini aşan şeyleri bildiğimi söylüyorum ve ne de size 'Ben bir meleğim! diyorum: Ben sadece bana vahyedileni yerine getiriyorum". Ve devam eder "Hiç gören ile görmeyen bir olur mu? Siz düşünmez misiniz?" (6:50)

Nisa 80. Ayet:

Kim Elçi'ye itaat ederse elbette Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, biz seni onların üzerine bekçi göndermedik.

Bu ayet genellikle yanlış anlamalara sebep olmaktadır. Sebebi, mealciler çevirilerde Türkçe anlamı olan “elçi” kelimesi yerine Farça “peygamber” olarak çeviri yapmalarından kaynaklanıyor. Orijinalini olduğu gibi “resul” yazsalar yine problem olmayacak; ama yazmıyorlar.
Orijinalinde “nebi, resul” yazan kelimelerini ikisinin yerine de “peygamber” kelimesini koyarsanız Kur’an’da çelişkiler görürsünüz.

Çelişki olmayan Kur’an’da çelişkiyle karşılaşmamak için önce Nebi resul kavramlarını bilmemiz gerekir. Kısaca açıklamam gerekirse Kur’an’da geçen nebi de resul de Muhammed’dir. “Nebi” kavramı Muhammed’in unvanıdır.  Nübüvvetin verildiği an Nebi Muhammed olmuştur. Vahyi alan nebi Muhammed’dir. Aldığı vahyi bize aktarırken Resul Muhammed olarak aktarmaktadır. Çok kısa olduğu için anlaşılmamış olabilir. Aşağıdaki linkte bu konuyla ilgili makalem okunursa inşallah faydalı olacaktır.
https://aydinorhon.blogspot.com/2019/07/nebi-resul-kimdir.html

Allah’a ve O’nun buyruklarını bildiren resulüne (elçisine) uymamız emredilir. Resulün sorumluluğu, verilen tebliğ görevini yerine getirmektir. Bizim sorumluluğumuz da Resul Muhammed’den gelen vahye uymaktır. Doğru yolu arıyorsak, resule itaat etmek durumundadır. Çünkü Resulün tek görevi, Allah tarafından indirilen vahyi olduğu gibi bize aktarmaktan ibarettir. (24:54)


Çeşitli bahaneler üretip O’nun ayetlerine inanmayanları Allah doğru yola iletmez.

Allah’ın ayetlerine inanmayanlar, ayrıca rivayet uydurup durmaktadırlar. Gerçek yalancılar da uyduranlardır. (16:104-105)

 

Nebi Muhammed, Yüce Allah’tan vahyolunana uyar. (33/2) Vahyin gelmediği dönemlerde de hiçbir şey uydurmaz, uyduramaz. Eğer bunu yapmazsa resul (elçilik) görevini yerine getirmemiş olur. (5/67) Resulün görevi sadece vahyi tebliğ etmektir. (5/92) Vahyin dışında bir şeyleri din adına tebliğ edemez. İlave de eksiltme de yapamaz. (38/86) Kur’an’da her örnek mevcuttur. (39/23)    Kur’an’ı beyan (açıklama) Allah’a aittir. (75/19) Kur’an’da hiçbir eksik yoktur. (6/38) Allah bizim için, Kur’an’dan başka hiçbir hadise (söze) iman edilmez. (45/6))

Buna karşılık, ayetlerimiz konusunda acze düşürücü çabalara düşenler, engelleyip etkisiz kılmak üzere uğraşanlar vadır. Artık o kişiler, cehennem ateşinin halkı olmayı hak etmişlerdir. (22:51)


Tevbe 111. Ayet:
Allah'ın âyetlerine inanmayanları, Allah elbette doğru yola iletmez. Onlar için elem dolu bir azap vardır.

Rabbimizden size indirilen Kur’an’ın bildirdiklerine uymalıyız. O’nu bırakıp evliyanın, velilerin yani kutsallık payesi verdiklerinizin, Kur’an’a uymayan sözlerin peşinde gitmeyelim. Aklınızı ne kadar az kullanıyoruz. Ne kadar az düşünüyoruz. (7:3)

Uyulması gereken tek kitap Kur’an’dır. Hz Muhammed’in sözü diye rivayet edilenleri de ancak kur’an’a ters düşmeyenlerini kabul etmemiz gerekir.
Kur’an’a uymadığını bile bile inanmak, bir nevi Allah’ın kelamı yerine kul sözüne uymaktır. Diğer bir ifadeyle şirk koşmaktır. Hz. Muhammed’in sözü diye rivayet edilenleri Kur’an’ın onayına sunduktan sonra kabul etmeliyiz. Zuhruf 44. Ayette belirtildiği gibi bizler Kur’an’da sorumlu tutulacağız. İmtihan olacağımız tek kitap Kur’an’ı Kerim’dir. Kur’an İslam toplumunun anlayıp düşünecekleri bir uyarıcıdır. Hesap günü de onun muhkem, değişmez amaç mesajlarını uygulayıp uygulamayışımız yönünden değerlendirilip, sorgulanacağız.

Çoğu insanları hiçbir bilimsel kaynağı olmayan çelişkili hadislere (sözlere) yönelip değer verirler. Kur’an ayetleriyle bir tutarlar. İşte böyle davrananlar için aşağalayıcı bir azap olacaktır. Kur’an dışı ve Kur’an’la çelişen hadisleri (sözleri) üretenlere inananlar, hikmet dolu kitabın ayetleri okunduğu zaman sanki onu hiç duymamış bir tavırla önemsemezler. Rivayet olan sözlere daha çok yönelirler. Böylelerini elem dolu bir azap beklemektedir. (31:6-7)
Araf 3, Bakara 79, Al-i İmran 187. Ayetlerde de Kur’an’a uymayıp rivayetlere uyanlarla ilgili anlatımlar bulunmaktadır.
Eğer Resul Muhammed, Kur’an dışında kendinden dini kural diye bazı sözler söylemiş olsaydı, Yüce Allah O’nu kesinlikle gücünden ve desteğinden mahrum bırakır, sonra da yaşamına son verirdi. (69:44-46)
Böyle olunca Hz. Muhammed’in Kur’an dışı bir şey söyleyebilmesi mümkün değildir. Nebi Muhammed’in her sözü Kur’an temellidir. Hz. Muhammed’e atfedilen söz eğer Kur’an’a uymuyorsa buna şüphe ile bakmamız gerekir. Hakka suresine göre Nebi Muhammed’in sözlerinin Kur’an sözleri gibi değerlendirilmesi yasaklanmıştır. Resul (elçi) Muhammed’in sözleri zaten Kur’an’da mevcuttur.

Önce Kur’an’la başlarsak; göreceksiniz, Kur’an bizi başka kitaplara da yönlendirecektir. Bizi birilerinin yanıltmasını istemiyorsak; Allah’ın ipine sımsıkı sarılmamız gerekmektedir. O tür kişiler Nebi Muhammed’i bile yanıltmaya çalışmadılar mı?
İsra 73. Ayet:
O (Yolunu şaşırmış) kimseler, Bizim adımıza, vahyettiğimizden başka bir şey ortaya atasın diye seni ayartarak, seni vahyettiğimiz (gerçeklerden) uzaklaştırmaya çalışmaktalar; öyle ki, bunu başarabilselerdi seni hemen kendilerine dost edinirlerdi!

 

Bizi yanıltmaya çalışan insanlar Kur’an dışı kitaplar için “Bu Allah’tandır.” demiyorlar mı?
Bakara 79. Ayet:

Vay o kimselere ki, elleriyle Kitabı yazarlar, sonra da onu az bir karşılığa değişmek için, "Bu, Allah'ın katındandır" derler. Vay ellerinin yazdıklarından ötürü onların hâline! Vay kazandıklarından dolayı onların hâline!

Hatta önce Arapçasını okuyup sonra tercüme etmiyorlar mı? Bilinçli veya bilinçsiz söze başlamadan önce “gale resullullah” demiyorlar mı? Bunun anlamını bilmeyenler için yazıyorum. “Resul (elçi) buyurdu” demektir. Allah’ın elçisi Kur’an dışı Allah adına hiçbir şey buyuramaz.
Al-i İmran 78. Ayet:
Onlardan bir takımı Kitaptan okur gibi dillerini eğip bükerler ki Kitap'tan sanasınız. Ama Kitaptan değildir. "O Allah katındandır." derler, ama Allah katından da değildir. Allah'a karşı bile bile yalan söylerler.

Hz. Muhammed de Din Gününde, Mahşer ’de ümmetinin başında hazır bulundurulacaktır. (16:89) Kur’an’a muhatap olup iman ettiği sanılan Müslüman toplumun olumsuz durumunu görecektir. “Ey Rabbim ümmetim Kur’an’ı anlayamayacağını düşündüğü için kendini ondan uzak tuttu. Kur’an’ı terk etti. Anlamadığı için makamıyla namesiyle oynadı. Sonuçta bu perişan hale düştü.”  Diyerek üzüntüsünü ve şikâyetini belirtecek. (25:30)

Demek ki, Muhkem (değişmez) amacımıza ulaşabilmemizi sağlayan ayetleri anlamadığımız dilde okuyarak Mahşer’de perişan duruma düşmeyi göze alabiliyoruz.

Sad 67-68. Ayet:
De ki: "Bu, muazzam bir mesajdır: (nasıl) ondan yüz çevirirsiniz?"

Yukarda da belirtmiştim. Tekrar altını çizmek istiyorum. Biz her hangi bir kulun sözünden değil, sadece Kur’an’dan sorumlu tutulacağız. Bu sözüm Kur’an’la sabittir. (43:44)
Rivayetleri din edinmeye kalkarsak; haşa Allah’a dinimizi öğretmeye kalkmış oluruz. Bu da bize cehennemin kapısını aralar.
Hucurat 16. Ayet:
16 - De ki: "Siz Allah'a dininizi mi öğreteceksiniz? Oysa Allah, göklerde ve yerde olanları bilir. Allah, her şeyi bilendir."

Şu an yazdıklarım, iyi niyet temelli bir gayret ve emeğin eseridir. Ayet numaralarını da koymama rağmen bana da güvenmeyin. Ama bilin ki, Allah’ın kitabı hepimizin kurtuluşudur. Hiçbir meal mutlak Kur’an değildir. Bunun için Kur’an meallerini karşılaştırarak okumamız gerekmektedir. Çünkü kişinin kanaat ve yorumuna göre tercüme edilmiştir. Aklınıza uymayan bir cümle sizde şüphe uyandırmalı. Bu şüphe inşallah farklı meallere bakarak, düşünüp aklederek kalkacaktır.

Kur’an’ı genellikle bilmediğimiz dille okuruz. Dini kuralları, yasaları başka kitaplara göre hayatımıza taşırız. Bizim Kur’an’ı anlayamayacağımıza inandırdıkları için okumayız. Hiç de kontrol etmeyiz anlayıp anlamadığımızı… Okuyanlarımız da anlamına vakıf olmadan yüzeysel okur geçerler. Ne aklımıza ne de Kur’an’a güveniriz.
iki örnek ayetle vermek istiyorum:

1.        Haram helaL
 Abdest nasıl alınır abdesti bozan şey

Maide 3. Ayet:
Ölmüş hayvan, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına boğazlanan, (henüz canı çıkmamış iken) kestikleriniz hariç; boğulmuş, darbe sonucu ölmüş, yüksekten düşerek ölmüş, boynuzlanarak ölmüş ve yırtıcı hayvan tarafından parçalanmış hayvanlar ile dikili taşlar üzerinde boğazlanan hayvanlar, bir de fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. İşte bütün bunlar fısk (Allah'a itaatten kopmak)tır. Bugün kâfirler dininizden (onu yok etmekten) ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı seçtim.  Kim şiddetli açlık durumunda zorda kalır, günaha meyletmeksizin (haram etlerden) yerse, şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.


Haram helal hakkında anlayamadığımız bir şey var mı? Varsa lütfen tane tane tekrar okuyalım. Kesin anlamışızdır. Allah tarafından haram olanlar bildirilmiş, kalanların tamamı helal demektir. Pekiyi Yüce Allah’ın bu sözlerine uyuyor muyuz? Uymuyoruz… Haşa biz Allah’a değil, mezhep kitaplarına tabiyiz. Nebi Muhammed’in ölümünden 200-250 sonra ki oluşumlara… Yüce Allah benim yasam, sözüm değişmez, (33:62), (48:23), (35:43), (6:34) demesine rağmen her bir mezhep farklı yoldan hareket ediyor. Her birisinin abdesti, bozan şeyleri farklı… Haramları helalleri farklı… Biz kimin yasasını uyguluyoruz. Kimin dini kurallarını uyguluyoruz. Farkında mısınız bilmiyorum çok yanlış istikamette gidiyoruz. Bu yolun nereye varacağını söylemeye dilim varmıyor…

Hani Allah’a inanıyorduk, güveniyorduk… Yalnız O’na iman ediyorduk… Yüce Allah’ın hani sözü değişmiyordu? Allah’a güvenmezsek Allah bize hiç güvenmez. Elimizde Yüce Allah’ın kendi koruması altında olan tertemiz kitabı dururken başka kitaplara güvenmekte neyin nesi?... (15:9)

Bir de abdestle ilgili ayeti inceleyelim.
Maide 6. Ayet:
Ey iman edenler! Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi ve -başlarınıza mesh edip- her iki topuğa kadar da ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüp iseniz, iyice yıkanarak temizlenin. Hasta olursanız veya seferde bulunursanız veya biriniz abdest bozmaktan (def-i hacetten) gelir veya kadınlara dokunur (cinsel ilişkide bulunur) da su bulamazsanız, o zaman temiz bir toprağa yönelin. Onunla yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin (Teyemmüm edin). Allah, size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez. Fakat O, sizi tertemiz yapmak ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz.

Tekrar soruyorum. Ayette anlaşılmayan bir şey var mı? Abdesti Allah’ın istediği gibi mi alıyoruz? Abdesti bozan şey var. Şeyler yok… Abdestle ilgili kocaman kitap basılmış. Kur’an Arapça olarak inmiştir. Kur’an’ın oniki ayetinde geçmektedir. Bunun sebebi Hz. Muhammed’in Arap tolumu içerisinde yaşamasından kaynaklanmaktadır. Eğer Nebi Muhammed Türk ve Türk toplumu içinde yaşasaydı Türkçe inecekti. Arap toplumu içerisinde ki Nebi Muhammed’e acemi (Arapça dışı bir din)  olan bir Kur’an inmiş olsaydı; herkes itiraz edecekti. Anlamağı dine nasıl iman edeceklerdi. (41:44)

Bizde anlamadığımız dilde Kur’an’ı okuyarak ve başkalarının söylediklerine göre yaşayarak kendimize zulüm ediyoruz.

Kur’an’ı Nuzul (iniş) sebebi:
karanlıktan aydınlığa çıkarmak içindir. (14:1-2) İnsanlara Yüce Allah’ın tek olduğunu, ondan başka ilah olmadığı bildirmek, uyarmak, düşünüp akledip, öğüt almaları için indirilmiştir. (14:52) Sorumlu olduğumuz tek kitap’ta Kur’an’ı Kerim’dir. Bu kitaptan sorguya çekileceğiz. (43:44)

Farkındasınız, genellikle bütün cümlelerimin veya paragraflarımın arkasına ayet numaralarını yazdım. Direkt paylaştığım ayetler de var. Yorum minimum düzeyde, ayet numaralarıyla kontrol imkanınız mevcut. Hal böyleyken kainatın yaratıcısı, sahibi Yüce Allah’a yönelmenin vakti geldi geçiyor. Ömür bitiyor. Din günün de bir gün veya daha az dünyada kaldık diyeceğiz. (23:113) Gerçekten günler o kadar hızla tükeniyor ki…

Lütfen sirkilip üzerimizde olan kulaktan dolma kirli dini bilgilerini atalım. Yüce Allah’ın kitabına yönelelim. Name ve makama ara; manaya değer verelim. Değer verelim ki Allah’ta bizi değerli kılsın. Yüce Allah’ın okunmamış 6236 mesajını inceleyip, düşünüp akledelim. Aklımız doğrultusunda hüküm ayetleriyle yön verelim. Bize “Kur’an anlaşılmaz” diyenleri yalancı çıkaralım. Haşa Allah anlaşılmasın diye Kur’an mı göndermiş? Benim Allah’a güvenim tamdır. Gelin birlikte güvenelim. Şu an hepimizin miracı olsun…
Rabbimden cümlemizin Kur’an’ı hayat rehberi eylemesini dilerim.


Doğrularım Allah’ın, yanlışlarım bana aittir.                                                Aydın ORHON


KUR’AN’A GÖRE KONUŞMA ADABI

 

                                                     
             İnsanlarımız genellikle dini konuda, atalarından gördüğü dini bilgiler dışında, düşünceye sabır ve tahammülleri yoktur.
Onlara deriz ki: “Allah’ın indirdiği kurana uyun.” Buna rağmen kimileri “Biz atalarımızdan gördüğümüze uyarız” derken bazıları da “Bize caminin hocası yeter”, “Bizim şeyhimiz neyi söylüyorsa doğru söyler”, “Bu güne kadar kimse bilmiyordu da sen mi biliyorsun” gibi cümlelerle cevap verirler.
Pekiyi, ya ataları akıllarını hiç kullanmayan ve doğru yolu bulamayan kimseler ise, yine de onların izinden mi gidecekler? (2:170)

İnsan körü körüne iman etmemeli. Allah’ın yarattıklarına bakıp, onlardan Allah’ı görmeye çalışmalı… Şüpheci olmalı… Araştırmalı… Akledip düşünmelidir.
İsra 72. Ayet:
Kim bu dünyada körlük ettiyse ahirette de kördür, yolunu daha da şaşırmıştır.


Hz. İbrahim, kalbinin mutmain olması için Yüce Allah’tan öldükten sonra tekrar nasıl dirilteceğini sorgulamıştır.
Bakara 260. Ayet:
Hani İbrahim, "Ey Rabbim! Ölüye nasıl hayat verdiğini bana göster!" demişti. O da, "Yoksa inancın yok mu?" diye sormuştu. (İbrahim) cevap vermişti: "Hayır, ama (görmeme izin ver) ki kalbim tamamen mutmain olsun." "Öyleyse" demişti Allah, "Dört kuş al ve onlara sana itaat etmeyi öğret; sonra onları (etrafındaki) her tepeye ayrı ayrı sal; sonra da çağır: uçarak sana gelecekler. Bil ki Allah her şeye kadirdir, hikmet sahibidir."

Biz elimizde nasıl bir din bulmuşsak kabulümüz demişiz. Bu günkü dini yaşantımızı göz önüne alırsak Putperest bir ailenin ferdi olsaydık; kesin putperesttik.

Hz Musa Yüce Allah’ı görmek istemiştir.
Araf 143. Ayet:
Mûsâ, belirlediğimiz yere (Tûr'a) gelip Rabbi de ona konuşunca, "Rabbim! Bana (kendini) göster, sana bakayım" dedi. Allah da, "Beni (dünyada) katiyen göremezsin. Fakat (şu) dağa bak, eğer o yerinde durursa sen de beni görebilirsin." dedi. Rabbi, dağa tecelli edince  onu darmadağın ediverdi. Mûsâ da baygın düştü. Ayılınca, "Seni eksikliklerden uzak tutarım Allah'ım! Sana tövbe ettim. Ben inananların ilkiyim" dedi.

Dinimizi araştırmamız, düşünüp akletmemiz gerekiyor…


Allah’ın kitabına davet ettiğim insanlar, ilk paragrafta yazdıklarım gibi tabi ki normal tepki vermiyorlar. Küfür, hakaret ardı ardına geliyor. Kur’an dışı bildikleriyle cevap vermeye çalışıyorlar. Sıkıştıkça saldırının dozunu daha da artırıyorlar.
Ben önceleri son haddine kadar, Allah’ın emrine göre cevap vermeye çalışıyordum. Gördüm ki, , gözleri kör, kulakları sağır, kalbi mühürlenmiş olanlara fayda etmek mümkün değil.
Şimdi cevap vermeden önce kişinin sayfasına bakıyorum. Sayfası kişiliğini ortaya koyuyor. Ona göre kimilerine faydalı olmaya çalışırken; kimilerini görmezden gelmek zorunda kalıyorum. Aksi durum da bütün vaktim cevap yazmakla geçiyor. Bir kişiye fayda sağlayabileceğimi bilsem, günlerim değil aylarım feda olsun.

Bu yazışmalar esnasında kişiler öncelikle gerçeği konuşmuyorlar. (3:17) Çünkü Kur’an’dan delil getiremiyorlar. Kibar konuşmuyorlar. Yüce Allah “insanlara güzel söz söylemeyi emretmiyor mu? (2:83) “Yumuşak sözlü ol, nazikçe konuş.” Demiyor mu? (17:28) Eğer siz doğru sözlüyseniz; yumuşak söz ederseniz belki öğüt alır. Veya içi titrer, korkar” (20:44) da diyor. Allah’tan korkmanız gerekiyor. Onun için doğruyu söylemelisiniz. (33:70) Eğer sözünüzün doğruluğundan eminseniz, Allah’ın kitabından delil göstermelisiniz. Böyle bir deliliniz yoksa yalan peşinde koşuyorsunuz demektir. Allah yalan konuşmayı yasaklamıştır. (22:30) Çoğunlukla boş konuşurlar. Mesnetsiz, konuşurlar. Yüce Allah’ın vahyinden delili olmayan söz anlamsızdır. (23:3) Sağlam bir söz değildir. (33:79) O zaman bu kişiler adilde davranmıyorlar demektir. (6:152)

Benim gruplarımın ana sayfasında bir notum vardır:
“Lütfen yorum yaparken karşınızdaki kişi; deist, ateist de olsa saygılı davranalım. Hakaret etmeyelim. Dinde zorlama yoktur.” (2:252) Küfür kesin olarak kabul edilecek bir davranış değildir.”

Yukarda gördüğünüz düzgün konuşmakta Allah’ın emirlerindendir. Namaz, oruç, infak vb. ne ise yukarda belirtilen ayetlerde İslam’ın şartlarındandır. 6236 ayetten bir tanesini bile terk edemeyiz.
Rabbimden bizleri Kur’an’ı anladığı dilden okuyan, okuduğunu hayatına taşıyan kullarından etmesini dilerim.

Doğrularım Allah’ın, Yanlışlarım bana aittir.                                                      Aydın ORHON


DÜŞÜNMEK AKLETMEK DE İSLAM’IN ŞARTLARINDANDIR.

 


                     İnsanoğlu düşündüğü ve aklettiği sürece üretkendir. Düşünüp akleden toplum ilerleyen toplumdur. Sürekli gelişir, mutlu ve huzurlu olur. Barış ve huzur içerisinde yaşamlarını idame ettirirler. O toplumda adalet vardır. Geri kalmış toplumlarda bunların hiçbirisini göremezsiniz.

Her insan düşünebilir, önemli olanı akıl ile bütünleştirmek gerekir; yoksa boş, ilimsiz düşüncenin hiçbir anlamı yoktur.
Akletme bilincinin oluşması için doğru kaynaklardan beslenmemiz gerekmektedir.
Aklımızı düzenlerken, bu hayatı bize lütfeden Yüce Allah’ın hükümlerine kulak verip hayatımıza taşıma gayreti içinde olmalıyız. Hâlbuki insanlar zanlarına ve hevalarına uyarlar. Akledip, fıtratına sadık kalmazlar.
Batı medeniyeti teknolojik kazanımlarını insanların kullanımına sunarlar; ancak bunun verdiği gücü sosyal ve siyasi anlamda kötüye kullanırlar. Düşünüp akletmeyen toplumlar, geri kalmaya ve sömürülmeye mahkumdurlar. Müslüman ülkelerde ne hikmetse akletmek kavramı gerektiği konuma ve öneme sahip olmamıştır. Hem de Kur’an’ı Kerim’de yüzlerce ayette ilim ve akletmek emredilmesine rağmen…
Yüce Allah yarattıklarını bir ölçü üzerine yaratmıştır. Bu yarattıklarının tamamından maksimum ölçüde yararlanabilmemiz için bizlere düşünebilme, akletme olgularını vermiştir.
Bu olguları kullanmamızı emretmiştir. İslam’ın şartı 5’dir diyenlere söylüyorum. “Bu emir İslam’ın dışında mı?”
Hala akletmeyecek misiniz? (21:10)
Akletmek de bir ibadettir. Bu ibadetimizi terk edemeyiz. Namazı, orucu, zekatı nasıl ibadetse, akletmek de ibadetin bir parçasıdır.
Rabbimizin hayatımıza taşımamız gereken yasalarını kitabıyla bize göndermiştir. Aynı kitapta akletmeyle ilgili hükümleri de mevcuttur. Akletmenin yanında akletmeyi destekleyici “tedebbür, tezekkür, tefakkuh, tefekkür kavramlarını da kullanmıştır. “Hala tedebbür etmeyecek misiniz? (4:82), “Hala tezekkür etmeyecek misiniz?” (6:80) “Dala tefekkür etmeyecek misiniz? (6:50) Hala akletmeyecek misiniz? (11:51)
“Akıl” kelimesi Kur’an’ın yaklaşık 72 yerinde geçmektedir. Akletmeyi destekleyici kavramları da düşünürsek yüzlerce ayet mevcuttur. Buna rağmen zorunlu ibadet olarak görünmez.
Böyle olunca da geri kalmış ülkelerin safından ayrılamayız. Gelen vurur, giden vurur. Din kardeşlerimizin canına okurlar; kılımız bile kıpırdamaz. Ne sosyal, ne ekonomik, ne de teknolojik gücümüz var.  Korkarız. Düşene, düşürülene sessiz kalırız.

Dinimizi gereği gibi yaşamazsak; onun bunun kuklaları oluruz. Ne derse “bu Allah’tandır” der geçeriz. Düşünüp akletmeyen kişi şirk bataklığına mahkûmdur.
Nisa 116. Ayet: Hiç şüphesiz, Allah, kendisine şirk koşanları bağışlamaz. Bunun dışında kalanlar ise, (onlardan) dilediğini bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa elbette o uzak bir sapıklıkla sapmıştır.
Şirk Allah’tan başka ilah edinmektir. Dini emirleri kaynağından almamaktır. Neticesinde başkalarının yönlendirmesiyle, atalarımızdan gördüklerimizi din zannederiz.  Tali kaynaklarla dini yaşamakla şirk kapısı aralanabilir. Eğer yaşantımız Yüce Allah’ın kitabına ters ise otomatikman şirke girmişiz demektir.

Dini konuda kafama bir şey takıldığında samimi olduğum bir hocayı arar sorardım. Düşünen insan, aklını kullanan insan, sonucunda ebedi cehennemin olduğu konularda kimseye güvenmemeli. Çoğumuzda dedemizden, babamızdan mahalle imamından ne duymuşsak onu din zannetmiştir. Çoğunluk atalarını hangi yolda bulmuşsa ona uymuşlardır. Yüce Allah’ın kitabına Kur’an-ı Kerim’e sarılan, düşünüp akleden kişiyi, birilerinin gelip aldatması mümkün değildir.
Bakara 170. Ayet:
Onlara “Allah’ın indirdiğine uyun!” dense, “Hayır! Biz atalarımızı hangi yolda bulmuşsak, ona uyarız!” derler. Peki, ataları akıllarını bir şeye çalıştırmamış ve doğru yola da girmemişlerse, yine uyacaklar mı?

Araf 38. Ayet:
Allah, şöyle der: "Sizden önce gelip geçmiş cin ve insan toplulukları ile birlikte ateşe girin." Her topluluk (arkasından gidip sapıklığa düştüğü) yoldaşına lânet eder. Nihayet hepsi orada toplandığı zaman peşlerinden gidenler, kendilerine öncülük edenler için, "Ey Rabbimiz! Şunlar bizi saptırdılar. Onlara bir kat daha ateş azabı ver" derler. Allah, der ki: "Her biriniz için bir kat daha fazla azap vardır. Fakat bilmiyorsunuz."
Ahzap 67. Ayet:
Yine şöyle diyecekler: "Ey Rabbimiz! Biz önderlerimize ve büyüklerimize itaat ettik de bizi yoldan saptırdılar."

Yunus 100. Ayet:
Allah’ın onayı olmadan kimse inanıp güvenmiş (mümin) sayılmaz. Allah, aklını kullanmayanların üstünde inançsızlık pisliği oluşturur

Düşünce kademe kademedir.  Bir insanın usta olabilmesi için nasıl önce çırak sonra kalfa olması gerekiyorsa, düşünce de böyle kademe kademedir. Düşünmeye ve araştırmaya devam etmek, yeterince veriler üzerinde çalışmakla oluşur. Çalışma neticesinde püf noktalar yakalanır. Ustalık döneminde ki kişi, fikirler çözümler üretebilir. Tabi aklı hep yanında tutmak şartıyla; çünkü “Üstün akıllılardan başkası derin düşünemez.” (3:7) Allah’ın kitabına yönlenen kişi, önce kafasındaki dini bilgileri temizlemesi gerekir. Mental olarak temizlendikten sonra, Kur’an’la iletime geçebiliriz. Eğer bunu yapmazsak anlamakta zorlanabiliriz.  “…ki ona ancak [kalben] temiz olanlar dokunabilir”(56:79) “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”, "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak akıl sahipleri öğüt alırlar..”  (39:9)

Düşünüp, akletmeyenler sadece dinini yaşadığını zannederler…
Rabbimden, tüm İslam âleminin; düşünen, akleden kullananlardan olmalarını dilerim.

Doğrularım Allah’ın yanlışlarım bana aittir.                                                      Aydın ORHON

  Kur’an Bütünlüğünde Melek Anlayışı – Derinlemesine İnceleme Bilim insanlarının açıklamalarına göre, evrenin başlangıcı yaklaşık 13.8 mil...