YÜZÜ SUYU HÜRMETİNE…

                      Fatiha Suresinin 4. ayeti her gün onlarca defa okuyoruz. Anlamı, “Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım dilerim…” Bizim anlamla ilgimiz olmadığı için, namazlarımızı ezberlediğimiz surelerle robot gibi kılıp çıkarız. Ne kadar samimi? Allah’ın “Ne dediğinizi bilene kadar namaz kılmayın.” demesine rağmen. (4:43) Papağan gibi anlamdan habersiz okuyoruz. Onu okurken de kafamız başka tarafta…  Anlamını düşünerek yapılan ibadetlerde bu kafadaki düşüncelerin biteceğinden emin olabilirsiniz.


Yüce Allah bizden dua etmemizi istiyor. “Dua ve yönelişiniz O'na olan inancınız için değilse,  Rabbim size niçin değer versin?” (25:77)
Allah her yaptığımız duanın da karşılığını vereceğini buyuruyor. Biz ne yapıyoruz. Gidiyoruz mezar taşının başına, bizi duyması mümkün olmayan kemik yığınının yüzü suyu hürmetine, Allah’tan talepte bulunuyoruz. (30:52)

Bu yetmiyor; Kimileri şeyhinden, kimileri gavsından, kimileri kutubundan ister de ister. Bilmez ki, “Yetiş ya Muhammed, Yetiş ya Ali, Yetiş ya Geylani” demek de şirktir.

Bilmiyorlar ki Yüce Allah “Size şah damarınızdan daha yakınım” diyor. (50:16) Okumuyorlar ki, Yüce Allah “Kişi ile kalbi arasına girerim” diyor. (8:24)
Bize, bizden daha yakın Allah dururken, bizler de hala O’na yaklaştırsın diye başkalarını araya sokuşturmaya çalışıyoruz. (39:3)

Bu anlayış rivayet kaynaklıdır. Rivayetlere de yabancı kaynaklardan girmiştir. Kur’an bunu reddeder.
Zannediliyor ki, Dünya’da çalışan torpil müessesesi Allah katında da devam edecek. Allah katında haksız yere adam kayırma, cezalandırma yoktur.(4:49)

Yüzü suyu hürmetine: “Falanca senin salih kullarından olduğu için, duamı kabul eyle.” Anlamına gelir. O’nun salih kulu olmasıyla, dua edenin arasında ne ilgi ne bağlantı olabilir? Bazıları da “falan kişinin hakkı için” diye dua ederler. Anlam açısından “yüzü suyu hürmetine” den farklı değildir. Bu da yanlış bir dua şeklidir. Sanki falan kişinin haşa Allah üzerinde bir hakkı varmışta da onu alacakmış gibi olur. Herkes Allah’a borçludur. Allah’ın kimseye borçlu olması mümkün değildir.

Bir kişiyi Allah’a yaklaşmak adına vesileye kalkışmak; Mekke müşrikleri gibi küfrü tercih etmektir. Mekkeli müşrikleri, müşrik yapan tek şey Allah’a yaklaştırsın diye aracı edinmeleridir. (10:18)

Allah’ın insanlara yakınlığını söylemiştik. O, “Dua ederek bir yardım isteyenin duasını kabul ederim.” Diyor. Bizden de O’nun buyruklarına uyarak karşılık vermemizi O’na inanmamızı buyuruyor. İşte o zaman dosdoğru yolu bulabileceğiz.  (2:186) Size sizden daha yakın olan Rabbinize alçak gönüllülükle ve yüreğinizin ta derinlerinden seslenin. Dua edin. Aracı koyarak edilen dua haddi aşmaktır. (7:55)

Hiçbir merci Allah’a baskı kuramaz. Allah’ın ortağı yoktur. (25:2) Yüce Allah’ta kimsenin hürmetine bir iş yapmaz. Kimse bir işi yapması konusunda ona ortak da olamaz. (42:21)
Aracılar, merhamet edenlerin en merhametlisi olan Yüce Allah’ı (12:92) ikna ettiklerine göre, Yüce Allah’tan daha mı merhametliler?
Bu Allah’a güvenmemekten başka bir şey değildir…
Birilerinin hatırına bir şeyler istemek, Allah’tan fazla, istediğiniz kişiyi önemsemektir. Allah’tan başkasından istekte bulunmak şirke kadar gidebilir. Allah "Yalnız Benden isteyin." Demiştir. (1:4)
Allah Kur’an’da kendisini tanıtmıştır. Dua ile ilgili bilgi bile vermesine rağmen bundan haberimiz yok. (7:180)
Her anımızdan haberdar olan, bizden bize daha yakın Allah’a, aracı koyma düşüncesi inanılır gibi değildir Allah’ın katına daha yakın olmanın yolu, iman edip doğru ve yararlı işler yapmak, yani salih amelle mümkündür. (34:37)                   
Kur’an’ın hiçbir yerinde, hiçbir şekilde “yüzü suyu hürmetine” diye dua edileceğine dair ayet geçmez.

Kehf 102. Ayet:
Hakkı inkâra şartlanmış olan bu kimseler, Benim kullarım(dan herhangi birini) Bana karşı (kendilerine) dost, koruyucu edinebileceklerini mi sandılar? Hiç şüphe edilmesin ki Biz cehennemi hakkı inkâr edenler için bir konak yeri olarak hazırlamışızdır.


Allah’ın isimleri ile O’na yalvararak sadece O’ndan isteyelim. Başkalarının adını katarak şirke kapı aralamayalım…

Doğrularım Allah’ın yanlışlarım ise bana aittir.                                Aydın ORHON

 

 

 

DİNİ PARÇALAYANLARDAN OLMA...

Halis (katıksız) olan din yalnızca Allah'ındır. (39:3) Allah’ın Hz. Âdem’de yasası ne ise bugün de bir değişiklik bulamazsınız. (43:23) Yüce Allah Kitabında on sekiz nebi ismini sayıyor ve onlara kitap verdiğini buyuruyor. (6:83-89) Yüce Allah Hz. Âdem’den günümüze kadar gelmiş, bütün nebilere kitap vermiştir. (3:81) Bugün dinin tek kaynağı da Allah’ın kitabı Kur’an’dır.

Fakat bir süre sonra insanlara Kur’an yetmez olmuştur. Hz. Muhammed’in ölümünden yaklaşık 60 yıl sonra uydurulmuş dinin tohumları ekilmeye başlanmıştır. 200-250 yıl sonra alternatif kitaplar, mezhepler oluşmuştur. Kur’an’dan başka kitaplara iman edilmeye başlanmıştır. Kendi anlayışlarını güya Allah’a isnat edilerek yazmışlardır. Bu yazdıklarına kendileri de inanmışlardır. Her yazan grup dini ayrı parçaya bölmüştür. Bu yazılanlar da din kabul edilmiştir. Bu da katıksız arı duru dini, katıklı hale getirmiştir. Böylece parçalara bölünmüştür. Allah’ın ipini (Kur’an’ı) bırakılıp, beşerin yazdıklarıyla din yaşanır hal almıştır.

Al-i İmran 103. Ayet:
Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı tutunun ve birbirinizden kopmayın. Ve Allah'ın size verdiği nimetleri hatırlayın: Siz birbirinize düşman iken kalplerinizi nasıl uzlaştırdı da O'nun lütfu ile kardeş oldunuz ve ateşli bir uçurumun kenarında (iken) sizi ondan (nasıl) korudu. Bu şekilde Allah mesajlarını size açıklar ki hidayet bulasınız,

Allah’ın değişmeyen yasası kulları tarafından değiştirilmiştir. Yüce Allah yasakları, haram ve helalleri kitabında açıkça belirtmesine rağmen beşer de kendisine göre haram/helal uydurmuşlardır. Haşa, Allah’a dinlerini öğretiyorlar? (49:16)

“ Ümmetim benden sonra 73 fırkaya ayrılacak, yalnızca benim ve sahabelerimin yolunda gidenler kurtulacaklardır.” Diye Sevgili Muhammed’in ağzına iftira yakıştırıyorlar.

“Resule itaat şartı vardır. Resule itaat Allah’a itaattir. (4:80) Fakat sahabeye itaat şartı yoktur. Sahabe Allah’ın istediği gibi yaşamışsa; bizde aynı şekilde yaşamanın gayretindeyiz. Yolunda da gideriz. Sahabeden yanlış yapanlar yok mu? Bu yanlışlardan da aynı hataya düşmemek için ders almalıyız.
Önce sahabenin tanımı düzeltilmeli. Uzaktan Hz Muhammed’i gören bir kişinin bile sahabe olduğuna dair tanım yapanlar var. Hz. Muhammed, Ebu Cehil ile karşılıklı defalarca görüştü. Ebu Leheb amcasıydı. Müşriklerdendi.  

Bu arada hem bölünmüşlüğü işlerken hem de sahabeden örnekler verelim:

Muaviye’nin adı geçtiğinde kendilerine “ra” eki koymayı ihmal etmezler. “radyallhu anh” Allah ondan razı olsun, demektir. Allah’ın razı olup olamayacağını yine yaratan bilir.
Muaviye’yi özetle tanımaya çalışalım: Muaviye tanımlara göre sahabedir. Ebu Süfyan’ın oğlu, Yezit ’inde babasıdır. Pekiyi Muaviye İslam diniyle ilgili neler yapmıştır?
Bir bakalım: Babasının Müslümanlara kan kusturduğunu biliyoruz. O’da Müslümanım dedi. Kendisinin liderlik yarışında yaptıklarını da göz önüne alırsak, Mekke’nin fethinden sonra çaresizlikten ailece Müslümanım diyenlerden olduğunu düşünüyorum. Doğrusunu Allah bilir.
Muaviye, İslam’ı Emevi hanedanının çıkarları için yeniden düzenledi. Hz Muhammed öğretilerinin dışına çıkardı. Mescit süsleme hastalığı Emeviler zamanından gelmedir. En muhteşem camiler Muaviye döneminde inşa edilmiştir. Camilere minare ilk Muaviye tarafından yaptırılmıştır. Camiyi insanlara benimsetmek için “Cami Allah’ın evidir” anlayışını yaymıştır.  Bu yapılan camilerde “Hz Ali ve Ehl-i beyt’e“ sövgü yuvaları olarak değerlendirir.

Bütün ibadet biçimleri de değişime uğratılmıştır. Hz Muhammed Cuma günleri farz namazından sonra hutbe okuturdu. Muaviye tersini yaptırdı. Cemaatte eksilme olmasın diye hutbeyi öne aldı. Amacı, dinin içine bir şeyler katmak, Emevi siyasetini dikta ettirmektir. İlk minberi Vali Amr İbn-ul As dua ve hutbe için yaptırmıştır.

Sünnet, müstehap, müfsidat, vacip, mekruhat, salat koşulları, hülle, ıskat, ölüye Kur’an okutma bu dönemdeki oluşumlardır. Hatta mezheplerin, tarikatlarında tohumları o dönemde atılmaya başlanmıştır.
Camiyi "Allah’ın evi" diye bir taraftan lanse ederken, kendisi at üzerinde camiye girebilmiştir.
Hz Muhammed’in çok sendiği omuzunda taşıdığı torunlarında Hasan’ı zehirletenin Muaviye olduğu söylenir. Yine sahabeden Muaviye’nin oğlu Yezit, diğer Hz. Muhammed’in diğer torunu Hüseyin de dâhil 72 sahabeyi katletmedi mi? Cemel savaşında Hz. Ayşe’nin arkasında ki destek de Muaviye’ye aitti.

Cemel Savaşına da kısaca değinelim:
Cemel savaşında Hz. Ayşe komutasındaki savaşçılar sahabe değil miydi? Hz Ali etrafındakiler de sahabeydi. İki tarafta binlerce kişi öldü. Kalanlar şaşkın… Sebebi, ölenlerinin ne olacakları konusunda endişeleri vardı. Allah için savaşsalardı şehit olacaklardı. Burada Müslüman, Müslüman’ın kanını dökmüştür...
Savaş neticesini aktarıyorum. Sıkı durun…
Bu savaşta haklı olan 2 sevap, haksız olan 1 sevap kazanmış…
Bunu söyleyenler şaşırmışlar. Kitabımız bir olmadığı için fazla şey de söylemek istemiyorum.

Şimdi ikinci bölünmüş parçayı konumuza dâhil etmeye çalışalım.
Hz. Ömer’in ölümü:
Vergisinin azaltılmasını isteyen, ancak talebi kabul edilmeyen Mugire bin Şu'be'nin Fars kölesi Ebû Lü'lüe El Mecusi tarafından Medine'de sabah namazında Hz. Ömer hançerle öldürüldü. Öldüren kişinin İran’ın Keşan kentinde türbesi bulunmaktadır.
Katile dini kimliğini sorsanız, Müslüman cevabını alırsınız. Ölen kişi de 2. Halifemiz Hz. Ömer…
Unutmadan, İran'da bir tane Ömer ismine sahip kimse bulamazsınız. Ayrıca isminiz Ömer'se İran'a gitmeseniz iyi olur.

İsteyen arkadaşlar Ebu Lülü'nün ihtişamlı türbesini görebilirler.   https://oha.gen.tr/ebu-lulu-ve-fitne-atesi/

İnsanları acımasızca katledenler neye dayanarak bunu yapıyorlar, onu da anlamış değilim. Ölen de öldüren de sahabe… Tarih tekerrürden ibarettir. Günümüzde de Müslüman’ı Müslüman’a kırdırıyorlar. Bunun tek sebebi Allah’ın ipine sımsıkı sarılmamamızdır.

Yüce Allah, “bir kişiyi öldüren bütün insanlığı öldürmüş, bir insanın hayatını kurtaran bütün insanları yaşatmış gibidir”(5:32) demiyor mu?

Burada gördüğümüz Müslüman iki grup kendilerine arı duru dini yetersiz görmüş olacaklar ki farklı kollara ayırmışlar. Birincisi Ben Müslümanın ayrıca Sünni’yim derken, diğeri Alevi’yim demiş.

“Sünni” olmak da yetmemiş. Dört kola daha ayrılmışlar. Hanefi; Maliki; Şafi; Hambeli.

Alevi’ler Sünnilerden geri kalır mı? Dörtte onlardan.  Seyd ve Şerifler; Caferilik Arap Aleviliği Rafızilik gibi; Kızılbaşlık, Bektaşilik; Aluvilik (Yukardaki kollarla Aluvilik ’in pek alakası yoktur. Aleviliği İslamiyet’ten ayrı düşünen bir koldur. Kur’an’ı Arapça olduğu için reddederler. İslamiyet’ten ayrı düşünürler. Ahret hayatına inanmazlar.)

Şura 13. Ayet:
O, itikadi konularda, Nuh'a emrettiğini -ve sana (ey Muhammed,) vahiy aracılığıyla öğrettiğimizi ve aynı zamanda İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya emrettiğimizi- sizin için uygun gördü. (Sahih) itikada sağlam bir şekilde sarılın ve o konuda bütünlüğünüzü bozmayın. Onları çağırdığın bu (itikad bütünlüğü) başka varlıkları veya güçleri Allah'a ortak koşanlara ağır gelse (bile). Allah dileyen herkesi kendine çeker ve O'na yönelenleri doğru yola ulaştırır.

Tarikatlara hiç girmeyelim…
Aralarındaki birliği bozup din işlerini parça parça ettiler. Her grup kendinde bulunanın geçerli olduğunu savundu. (23:53) Dinlerini parçalara, fırkalara, mezheplere, hiziplere ayıran gruplar halinde olanlar dan uzak durmak gerekir. (3:105)

Al-i İmran 19. Ayet:
Allah nezdinde tek (hak) din, (insanın) O'na teslimiyetidir; daha önce vahiy verilenler, kıskançlıklarından dolayı, kendilerine (hakikat) bilgi(si) geldikten sonra (bu konuda) farklı görüşlere sarıldılar. Allah'ın mesajlarının doğruluğunu inkâr edenlere gelince; unutma, Allah hesap görmede hızlıdır.

Din günü amellerinin yanlış olduğunu göreceklerdir. (6:159) Allah'ın dinini kabul etmiş olanlar ihtilafa düştükleri konulara dayanarak farklı dini gruplar oluşturdular. Öyle bir duruma getirdiler ki, her grup sadece kendi görüşüyle sanki dini kendilerinin sandılar. Bir diğerini ötekileştirdi. Yeri geldi birbirini düşman gibi gördüler.(30:32)

Araf 168. Ayet:
Ve onları ayrı topluluklar halinde yeryüzüne dağıttık; onlardan bazıları dürüst ve erdemli kimselerdi; bazılarıysa böyle değildi: bu sonrakileri hem bağış ve bolluk ile hem de darlık ve sıkıntı ile sınadık ki belki doğru yola dönerler.

 Al-i İmran 103. Ayete iman ediyorsak; Allah’ın vahyini hayatımıza taşımamız gerekiyor. İşte o zaman kimse bizi kandıramaz. Birlik beraberlik bozulmaz.

Furkan 30. Ayet:
Ve (o gün) Resul: "Ey Rabbim!" diyecek, "Kavmimden (bazıları) bu Kuran'ı gözden çıkarılacak bir şey olarak gördü!"
“Hayır, biz atalarımızın bize bıraktığı geleneğe uyarız, o bize yeter!” (5:104) Dersek yukardaki ayete de muhatap olmuş oluruz. “Peki ya ataları, hakikati bilmeyen ve doğru yolda olmayan kimseler iseler? (5:104) Bunu da göz ardı etmeyelim…

Rabbim’den, Kur’an’ı hakkıyla anlayan, anladığını hayatına taşıyan, kullarından eylemesini dilerim.

 

 Doğrularım Allah’ın yanlışlarım bana aittir.                                                                 Aydın ORHON

 

 

 

 

 

 

 

DİNDE AŞIRIYA GİDİLMEZ...

                                                                DİNDE AŞIRI GİDİLMEZ…

            Hristiyanlar, başka millet ve grupların etkisinde kalmışlardır. Yahudiler Nebi Üzeyir’e Allah’ın oğlu dediler. Aynı anlayış daha sonra Hristiyanlara da sirâyet etti. Onlarda Nebi İsa Allah’ın oğlu dediler. Yahudi kültürü Hristiyanları etkiledi. Yunan felsefesinin de etkisinde kalarak, dinlerini değişikliğe uğrattılar. Tevhit inancının öğretileri felsefeye yön vereceğine, felsefe dine yön vermiştir.  Böylece de dinin saflığı ortadan kalkmıştır.
Bakara Suresi 143. Âyet;
Ve böylece sizin dengeli ve ölçülü bir toplum olmanızı istedik ki (hayatınızla) tüm insanlığın huzurunda hakikatin şahitleri olmanız ve Elçi de sizin huzurunuzda ona şahitlik yapsın. Ve Elçi'ye uyanlar ile ökçeleri üzerinde gerisin geri dönenler arasında açık bir ayrım yapabilmek amacıyla senin, (ey Peygamber) daha önce yöneldiğin hedefi (bu topluluk için) kıble olarak tayin ettik: Şüphesiz bu, Allah'ın doğru yola ulaştırdığı kişilerden başka herkes için zor bir sınavdı. Allah sizin inancınızı kesinlikle göz ardı etmeyecektir; zira, unutmayın ki, Allah insana karşı en şefkatli olandır, rahmet kaynağıdır.

            Hristiyanlar hadlerini aşarak Allah’ın hakkında gerçek olmayan şeyler uydurmuşlardır. Allah’tan başka ilah edinmişlerdir. (4/171) İncil takipçileri Hristiyanlar bid’atlara hurafelere kaydılar ve ruhbanlığı bid’at olarak ortaya koymuşlardır. (57/27) Uydurmuş oldukları ruhbanlığı dinlerine soktular. Yüce Allah’ın farz kılmadığı şeyi dindenmiş gibi göstermişlerdir. Bu dinde aşırıya gitmektir. İslam dini insanlara kolaylık ve istikamet belirtmek için nazil olmuştur. 
Taha Suresi 2. Âyet;
Biz sana bu Kur'an'ı güçlük çekmen için indirmedik,

            Dinde zorlama da yoktur! Çünkü doğrulukla eğrilik apaçık ayrılmıştır. Artık her kim tağutu inkâr edip, Allah’a inanırsa, kopması mümkün olmayan sağlam bir kulpa yapışmış olur. Bakara Suresi 256. Âyette, din konusunda zorlama yasaklanmakta, artık doğru ile eğri tam olarak ortaya çıktığı için, sağlam olan Allah’ın ipine (Kur’an’a) sarılanın kurtuluşa ereceği vurgulanmaktadır. Bu âyet, İslâm’ın gelişinden önce Hristiyan veya Yahudi dinine giren bir kaç Ensar’ın çocuklarına, ailelerinin Müslüman olmaları için baskı yapmaları üzerine inmiş ve böyle bir zorlama yasaklanmıştır. Yüce Allah kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemez.
En’am Suresi 152. Âyet;
Rüşdüne erişinceye kadar yetimin malına ancak en güzel şekilde yaklaşın.  Ölçüyü ve tartıyı adaletle tam yapın. Biz herkesi ancak gücünün yettiği kadarıyla sorumlu tutarız.  (Birisi hakkında) konuştuğunuz zaman yakınınız bile olsa âdil olun. Allah'a verdiğiniz sözü tutun. İşte bunları Allah size öğüt alasınız diye emretti.

            Dinde aşırıya gitmemenin yolu Kur’an’da bildirilenlerin dışına çıkmamaktan geçer.  Gerçek olan Allah’ın vahyi bilgileridir. Bunun dışındakilerin etkisi altında kalmamalıyız. Nevamıza uyarsak o da Allah'ın yolundan saptırır. (38/26) Nebi Muhammed’in önemli özelliklerinden biri nevasından konuşmamasıdır. (53/3) Çünkü daha önce de böyle sapan ve saptıranlar olmuştur. Dalalete sapanların yanında, peşinde olmayalım.
            Haramlardan kaçmak ve Yüce Allah’ın emirlerine itaat etmektir. Rivayetlerle dini yaşamak, dinde aşırıya gitmek demektir. Farzları ihmal ederek, haramlardan kaçmayarak amel etmek mümkün değildir. Üzerine farz olan yakınlarının geçimini göz ardı eden kişi mümin olamaz.
Maide Suresi 77 Âyet;
De ki: "Ey Kitap ehli! Hakkın dışına çıkarak dininizde aşırı gitmeyin. Daha önce sapmış, birçoklarını da saptırmış ve dümdüz yoldan da şaşmış bir milletin arzu ve keyiflerine uymayın."

            Kur’an’ın indirilişinin ana amaçlarından birisi de helal ve haram olan şeylerin sınırını çizmektir. Allah, Kur’an ile din açısından neyin helal neyin haram olduğunu belirlemiştir. (5/1); (5/3-5); (5/94); (5/96); (5/151); (5/168); (16/14); (7(32)
            Beşeri görüşlerinin özellikle haram alanına girmemesi için yukarda bir kısmını paylaştığım âyetler indirilmiştir. Allah’ın insanlara helal kıldığı bir şeyi insanlar kendilerine haram kılamaz. Allah ehlinin, yaptıkları yanlışları bize duyuruyor. Bu yanlış davranışların duyurmasının sebebi, bizim aynı hatalara düşmememiz içindir.
            Allah’ın bize helal kıldıklarını haram etmeyelim. Bize bildirilen sınırı aşmayalım. Helali haram yapmak, haddi aşmaktır. Dinde aşırıya gitmektir.
Maide Suresi 87. Âyet;
Ey iman edenler! Allah'ın size helâl kıldığı iyi ve temiz nimetleri (kendinize) haram etmeyin ve (Allah'ın koyduğu) sınırları aşmayın. Çünkü Allah, haddi aşanları sevmez.

            Şunu iyi bilmeliyiz ki Kur’an’la din tamamlanmıştır. (5/3) Kur’an dışında ki bütün kaynaklar aşırıya gitmektir. Kur’an dışında insana akıl ve düşünme kabiliyeti de verilmiştir. Aklını kullanıp düşünerek bilgi üretilmesinde sakınca yoktur. Âyetleri lafız olarak değişmeyeceğinin bilinciyle okumalıyız. Ancak kelime anlamları değişkendir, doğurgandır. Buna dikkat edelim. Akıl Kur’an’ın hükümlerini anlayacak şekilde yaratılmıştır. Akıl dinin sınırları dışında kalan alanlara da hükümler koyar. Akıl bu faaliyet içindeyken nefis devreye girip, aklı devre dışı bırakabilir. En çok dikkat edeceğimiz noktada budur.
            Allah tarafında indirilenler (Kur’an) dışında bizi sıkıntıya sokacak, gereksiz şeyler hakkında sorular sormayalım. Allah gerekli görseydi bunları açıklardı. Allah genellikle sorulanları açıklamadı. Açıklananlar, Nebi Âdem’den günümüze değişmeyen yasasıdır. (35:43) Allah’ın kitabında bildirmediği şeyler, muaf tuttuklarındandır. Allah sorguladıklarımızı özgür iradenize bırakmıştır. Nebi Muhammed’e sorulan soruların yersiz ve zamansız olması sebebiyle bu âyet indirilmiştir.
Maide Suresi 101. Âyet:
Ey iman edenler! Size açıklandığı takdirde, sizi üzecek olan şeylere dair soru sormayın.  Eğer Kur'an indirilirken bunlara dair soru sorarsanız size açıklanır. (Hâlbuki) Allah onları bağışlamıştır. Allah, çok bağışlayandır, halîmdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir.)
            Kur’an her konuda dengeli olmayı emreder. Rahman halis kullarının orta yolu izlediklerini belirtir.
Furkan Suresi 67. Âyet:
Onlar, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik edenlerdir. Onların harcamaları, bu ikisi arası dengeli bir harcamadır.
            Âyetten de açıkça anlıyoruz. Allah’ın kullarının harcamaları ölçülü, hareketleri dengelidir. İsraf ve cimrilikten sakınırlar. Harcadıklarında ne israf ederler ne de cimrilik. Bu ikisi arasında dengeli olur.

Lokman Suresi 17, 19. Âyet:
"Yavrum! Namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret. Kötülükten alıkoy. Başına gelen musibetlere karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar kesin olarak emredilmiş işlerdendir."
"Küçümseyerek surat asıp insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü Allah, hiçbir kibirleneni, övüngeni sevmez."
"Yürüyüşünde tabiî ol. Sesini alçalt. Çünkü seslerin en çirkini, şüphesiz eşeklerin sesidir!"
            Nebi Lokman’ın ağzından vurgulanan bu âyette; yürüyüşünde bile orta yolu seçmesi, ne çabuk ne de yavaş ölçülü gidilmesi buyruluyor. Bağırarak konuşmaması gerektiği ve sesin alçaltılması gerektiği belirtiliyor.
            Biz Yüce Allah’ın Kur’an’ı ışığında yürümezsek. Mutluluğa ve huzura ulaşamayız. Dinde aşırıya gitmenin bir karşılığı da gruplara ayrışıp her grubun diğerini ötekileştirmesidir. Bu yol Yüce Allah’ın istediği yol değildir. Allah’ın istediği tek yol vardır. Sadece İslam’dır.  Allah’ın yasası değişmez ve tektir. Genellikle Atalarımızdan bulduğumuz dinin peşinden ayrılmamışız. Ana baba Hanefi ben de Hanefi’yim. Şii ben de, Hambeli, ben de, ben de… Ben de… Bakmamışız, incelememişiz… Neden diyememişiz. Yüce Allah’ın kitabını zaten anlamazsın demişler. Acaba anlar mıyım dememişiz? “Anamız babamız Yahudi olsaydı biz ne olurduk?” diye hiç düşündünüz mü?
En’am Suresi 159. Âyet:
Şu dinlerini parça parça edenler ve kendileri de grup grup ayrılmış olanlar var ya, (senin) onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra (O), yapmakta olduklarını kendilerine haber verecektir.
           
Dinde aşırıya gitmek, hakikat sınırlarını ihlal etmektir. Gidilen istikamette ayarı yükseltmek ve alçaltmaktır.  Din de taşkınlık yapmamaktır. Yüce Allah’ın haramına helal, helaline haram demektir. Allah’ın kitabını yeterli görmektir. Rabbimizin koyduğu sınırları aşmaktır. Rivâyetleri din edinmektir. İbadette orta yolu bulmaktır.
En’am Suresi 119. Ayet:
Ne oluyor ki size, kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalmanız dışında, O, size haram kıldıklarını ayrı ayrı açıklamışken, üzerinde Allah'ın ismi anılan şeyleri yemiyorsunuz? Gerçekten çoğu, bir ilim olmaksızın kendi heva (istek ve tutku)larıyla (kimilerini) saptırıyorlar. Şüphesiz, senin Rabbin haddi aşanları en iyi bilendir.

            Yaşadığımız dinin doğrulunu kontrol için cevap anahtarı olarak Kur’an’a müracaat etmeliyiz. Eğer yaşamınız cevap anahtarıyla örtüşüyorsa doğru yoldayız demektir. Örtüşmüyorsa, kendimize çeki düzen vermeliyiz. Rabbimden cümlemizi doğru yoldan ayırmamasını dilerim.

 

Doğrularım Allah’ın yanlışlarım ise bana aittir.                                       Aydın ORHON

ARAPÇA KUTSAL DEĞİLDİR...

    ARAPÇA KUTSAL DEĞİLDİR.



Hiçbir dil kutsal olmamakla birlikte; bütün diller Allah’ın ayetleridir. İncil Aramice, Tevrat ve Zebur İbranicedir. Eğer Arapça kutsalsa bu diller de kutsaldır. Yüce Allah, kitabını indirdiği bölgenin dili ne ise o dilde indirmiştir.

Fussilet Suresi 44. Ayet:
Eğer bu (ilahi kelamın) Arapça dışında bir dilde (indirilmiş) bir hitabe olmasını dileseydik, onlar, (şimdi onu reddedenler,) bu defa, "Neden onun mesajları anlaşılır bir şekilde ifade edilmemiş? Hayret! Arapça dışında bir dil(de indirilmiş bir mesaj bu) ve (tebliğ eden de) bir Arap (elçi)?" diyeceklerdi. De ki: "Bu (ilahi kelam,) iman edenler için bir rehber ve bir şifa kaynağıdır; ona inanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir sağırlık var ve bundan dolayı (Kuran) onlara kapalı, anlaşılmaz gelir. Onlar çok uzaklardan seslenilen (insanlar gibi)ler."

Şimdi empati kuralım. Düşünelim ki son Nebi, Ülkemizden seçildi. Türkçe bilen bir nebiye de Fransızca vahy inmiş olsun. Fransızca inmesiyle o dil kutsallaşmış mı olacak? Haşa bu cümle ağır oldu. Yüce Allah Türkçe bilen topluma anlamadığı dilden vahy gönderir mi? Yüce Allah ayetinde de buyurmuş. Olmaz da biz yine olmuş gibi düşünelim. Bu Allah’ın emirlerini çevirisi yapılmadan ne nebi anlayabilirdi; Ne de bize aktarabilirdi. Kendi anlamadığı vahiyleri bize geldiği gibi Fransızca olarak aktarsa bizde kayda alsak, ezberlesek hafız olsak, dinimizin gereğini öğrenip hayatımıza taşımadan ne faydası olabilir? Anlamadığımız dilde okuduğumuz Kur’an’dan hiçbir farkı olmaz. Buradan şu sonuç çıkmasın! “Orijinalini kaldır, meallerle devam et.” Böyle bir şeyi ancak cahiller söyleyebilir. Keşke herkes Arapçayı hakkıyla bilse de kendi mealini kendisi yapabilse… Orijinal Kur’an’a da sahip çıkmalıyız. Aksi halde Yahudi, Hristiyanların durumuna düşeriz. Dün tam anlaşılamayan ayetler bugün anlaşılırken, Bugün tam açıklığa kavuşmayanlar da yarın anlaşılacaktır. Onun için orijinali çok önemlidir. Buna bir örnek vermek istiyorum:
1929 yılında Edwin Hubble yaptığı keşifte gökyüzünü tararken yıldızların gözlem yapıldığı yerden sadece bizden değil, birbirinden de uzaklaştığını keşfetmiş. Bu demek oluyor ki, evren genişliyor. Şişmemiş balonun üzerine noktalar oluşturun. Sonra şişirmeye başlayın. Dünyada ki oluşumda bir benzeridir. Balon şişip genişledikçe noktaların hem merkezden, hem de birbirinden uzaklaştığını gözlemleyeceksiniz. 1929 yılına kadar Zariyat suresi 47. Ayet tam olarak anlaşılamamıştır.
Bu ayrıca “Kur’an Allah tarafından değil; Nebi Muhammed tarafından yazılmıştır.” Diyen ateistlere kapak niteliğindedir. Nebi Muhammed çölden teleskopla mı keşfetmiş de yazmış?

Buradan şu yanlış sonuca varılmamalıdır: “Orijinalini kaldır, meallerle devam et.” Bu tür bir yaklaşım, ancak cehaletle açıklanabilir. Keşke herkes Arapçayı hakkıyla öğrenebilse ve kendi mealini kendisi yapabilse. Orijinal Kur'an’a sahip çıkmak, son derece önemlidir; aksi takdirde, Yahudi ve Hristiyanların durumuna düşme riski taşırız. Dün tam olarak anlaşılamayan ayetler, bugün daha iyi anlaşılırken, bugün tam açıklığa kavuşmayanlar da yarın anlaşılacaktır. Bu nedenle, orijinal metin büyük bir öneme sahiptir.

Bir örnek vermek gerekirse, 1929 yılında Edwin Hubble, gökyüzünü tararken yıldızların sadece bizden değil, birbirlerinden de uzaklaştığını keşfetmiştir. Bu, evrenin genişlediği anlamına gelir. Şişmemiş bir balonun üzerine noktalar koyduğunuzda ve balonu şişirmeye başladığınızda, noktaların hem merkezden hem de birbirlerinden uzaklaştığını gözlemleyeceksiniz. Bu, dünyadaki oluşumlarla benzerlik taşır. 1929 yılına kadar Zariyat suresi 47. ayeti tam olarak anlaşılamamıştır.

Bu durum, “Kur'an Allah tarafından değil; Nebi Muhammed tarafından yazılmıştır.” diyen ateistlere de güçlü bir yanıt niteliğindedir. Nebi Muhammed, çölden teleskopla mı keşif yapmış da bu bilgileri yazmış olabilir?

Şimdi bu konuyla ilgili Zariyat Suresi 47. Ayeti üç farklı yerden paylaşalım:


Diyanet:
Göğü kudretimizle biz kurduk ve şüphesiz bizim (her şeye) gücümüz yeter.

Muhammed Esed:
Evreni (yaratıcı) güc(ümüz) ile inşa eden Biziz; ve şüphesiz Biziz onu istikrarlı bir şekilde genişleten.

Ali Bulaç:
Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz Biz, (onu) genişleticiyiz.

وَالسَّمَاءَ
ve ssemāe ve göğü

بَنَيْنَاهَا beneynāhā inşa ettik

بِأَيْدٍ bieydin sağlam

وَإِنَّا ve innā ve elbette biz

لَمُوسِعُونَ lemūsiǔne genişleticiyiz


Diyanet’in meali, gördüğünüz gibi sınıfta kalmış. Bu nedenle, bir meale bağlı kalmamalıyız; en iyi yöntem, karşılaştırarak okumaktır. Kur'an’ın içeriği, o Arapça harflerde saklı olduğu için bizim için son derece kıymetlidir. Burada en önemli nokta, Kur'an’ı öpüp başımızın üzerine koymak ya da evin en yüksek köşesinde saklamak değildir. Önemli olan, onu anladığımız dilde okuyup hayatımıza taşıyabilmemizdir. Duvarına, boynuna Arapça metin asıp, Arabasına cevşen veya mini Kur'an koyup ondan medet umanlar, Allah’tan başka ilah edinmiş olduklarını unutmamalıdır.

Şimdi diyeceksiniz ki, “Biz onlardan medet ummuyoruz, yine Allah’tan istiyoruz.” Ancak bu söz, aynen Mekkeli Müşriklerin sözüdür. O zaman size sorarlar: “Bu nazar boncuğunun burada işi ne?” Maalesef, hep bir şeylerden medet umulmadı mı? Beklentimizi, dileğimizi, şah damarından daha yakın olan Allah’a yöneltmeliyiz (50/16) . Yalnızca O’na ibadet edip, yalnızca O’ndan yardım dilemeliyiz (1/5). Kur'an’a değer vermek budur. Allah’ın kitabının minyatürü de olsa, arabanızın aynasının altında sallandırmanız sizi kazadan korumaz. Eğer kazadan korunmak istiyorsanız, önce trafik kurallarına uymanız gerekir; ardından da Allah’a dua edersiniz.

Ağaç hamuru ve mürekkepten oluşan kitabı kutsallaştırmak, Kur'an’ın içini boşaltmaktır. Önemli olan selüloz ve boya değil; Yüce Allah’ın buyruğudur. Bu buyruğa göre hayatı idame ettirmek esastır. Kur'an’ın şifa kaynağı olması da buradan gelir. Kur'an, anlaşıldığı dilde okunduğunda, yaşadıklarını sanan ölmüşlere şifa verir; hayat verir. Yoksa boynumuza, arabamıza, evimize veya işyerimize taktığımız Arapça cümlelerin olduğu objelerin hiçbir yararı yoktur. Eğer onlardan dolayı kazadan, beladan korunacağımızı veya bereket getireceğini düşünüyorsak, şirkimizin bereketlendiğini bilelim. Unutmayalım ki, Allah’ın tek affetmediği günah da şirktir.

Doğrularım Allah’ın, yanlışlarım benimdir.


Aydın ORHON


ALLAH’A DİNİNİ ÖĞRETENLER...

ALLAH’A DİNİNİ ÖĞRETENLER…

            “İhtilafta rahmet vardır.” Diyerek dini bölüp parçalara ayırdılar. (6/159) Mezhep âlimlerinde ki farklı görüşlerde, doğrulu yanlışlı sevap furyası var. İstikamet olarak Allah’ın kitabını işaret edildiğine rağbet görmez. Nebiler için “Günah işlediler” derseniz pek sorun olmaz; fakat Buhari, Müslim hakkında bir söz söyleseniz, lafı ağzına tıkarlar. Kur’an’a ters düşen bir rivayeti söylediğinizde de hadis inkârcısı olup çıkarsınız. Buhari ve Müslim binlerce hadisi elinin tersiyle itiyor ama onlara sorun yok.
            Bakınız günümüzün profesörlerinden Ebubekir Sifil ne diyor?
“…Tek başına ayete dayandırılıyor olması ona meşrutiyet kazandırmaz. İsterse 500 tane ayet okusunlar. Kur’an’da şu vardır, bu vardır diye 500 tane ayeti delil gösterseler, sünnetten ve senetten dayanağı, tasdiki yoksa bidat tır.”
            Ben bu söylemden Kur’an’ın haşa süs eşyası gibi görüldüğünü anlıyorum. 500 ayet bir rivayet etmiyorsa bu cümleyi kuran kardeşimiz Kur’an’a iman ediyor olabilir mi? Yorumu size bırakıyorum.
           
Yüce Allah’ın yasası değişmediğine göre(48/23) Allah’ın kitabına alternatif olmamalı. Herkes Kur’an’a iman eder ve hayatına taşırsa, parçalara bölünmek mümkün olmaz. Ayrıca bizi kimse de aldatamaz. Herkes benim yaşadığım din doğrudur derse, tetiği çekenin de ölenin de kendisinin Müslüman olduğunu sanması kaçınılmazdır.
           
Araştırmalara göre savaşların %60’ı İslam dünyasındadır. Yetersiz beslenenlerin %27’si yine İslam dünyasında. Savaşlarda ölenlerin %80 Müslüman ülke vatandaşlarıdır. İslam ülkelerinin 1,6 trilyon dolarlık borcu var. 21 İslam ülkesi “Ağır borçlu fakir ülke” kategorisinde bulunuyor. Düşünüp aklımızı kullanmanın zamanı geldi, geçiyor.
           
İnsan eliyle bu sahihtir, bu değildir gibi hadisler ayıklanmış. Sonra bunlara Allah’tan gelen vahiydir denilmiş. Ne olmuş oldu?  Rivayetler insanların kararıyla vahye dönüşmüş oldu.  İşte böylece de din ekseninden çıkıyor; yani rota değiştiriyor. Paralel dinin temelleri atılmış oluyor. Eğer beşerin yazdıkları Allah’ın kitabını onaylamıyorsa o ayet yok hükmüne geçiyor. Bunun tam tersi olmalı değil mi? Hüküm Allah’ındır. (12/40)  Buna iman ediyoruz. Tercih her kişinin kendisini bağlar. İman edilmesi gereken Allah’ın kitabı mı; yoksa beşerlerin yazdığı kitaplar mı?
           
Sahabeye Kur’an yeterken nasıl oluyorsa 200-250 yıl sonra Kur’an yetmiyor. Dört halifeye yetti. Bize yetmiyor.  Allah kitabında dinimi tamamladım, (5/3) eksiksiz, anlaşılır, detaylarıyla açıkladım, tefsiri bana ait, aklınızı kullanın demesine rağmen olacak iş değil
           
Her namaz sonrası otuz üç defa “suphanallah” diyen insanlar; gerçi böyle başlarlar da “sup, sup” diye bitirirler. Çoğunluk 33 defa “Allah’ım her türlü eksiklikten münezzehsin” dediğini de bilmez. Aynı kişiler Kur’an’ın yetersiz olduğunu savunurlar. Her türlü eksiklikten münezzeh olan Allah’ın kitabı eksik olamaz. (5/3); (6/38) Maalesef eksik olduğunu düşünürler; onun yerine başka kitaplara yönelirler.
Yunus Suresi 15. Ayet:
 Ve (hal böyleyken:) ne zaman ayetlerimiz bütün açıklığıyla kendilerine okunup ulaştırılsa, o Bizim huzurumuza çıkacaklarına inanası gelmeyen kimseler, "Bize bundan başka bir söylem/bir öğreti getir; ya da bunu değiştir" diyecek olurlar. (Ey Resul) de ki: "Onu kendiliğimden değiştirmem olacak şey değil; ben ancak bana vahyedilene uyarım. Bakın, (bu konuda) Rabbime baş kaldıracak olursam, dehşet veren o (Büyük) Gün (gelip çattığında) azabın (beni bulmasın)dan korkarım!"

            Şeyhe kul olunmadan Allaha kul olunmazmış. Allah Nebi’mize kitabı, hikmeti, doğruyu, yanlışı ayırt etme yeteneğini vermiştir. Nebi Muhammed aynı zamanda beşerdir. Hem nebi, hem de elçidir. Hiçbir elçimiz; Allah’a değil bana kulluk edin, ibadet edin demeye kalkışmaz. Allah’tan başka kul edinmemelerini önerir. Kur’an’dan bildirdiklerine sadık kalmalarını, ona uymalarını söyler. 3/79)
            İnsanlar nasıl bir küfür ve şirk bataklığına düştüğünün farkında bile değildir. “Muhammed’e kul olunmadan Allaha kul olunmaz. Âlimler nebinin varisidir.” demelerinin sebebi, kendilerine kapı aralamalarındandır. Bitmiyor… Hemen arkasından “Şeyh şeriate uymazsa şeriat şeyhe uydurulur.” deyip kendilerini ilahlaştırırlar.

Araf Suresi 188. Ayet:
(Ey Muhammed) de ki: "Allah dilemedikçe, kendime bir yarar sağlamak ya da kendimden bir zararı uzaklaştırmak benim elimde değil. Eğer insan kavrayışının ötesinde olanı bilseydim, muhakkak ki, bahtiyarlık adına ne varsa ondan payıma daha çoğu düşerdi ve kötülük asla yaklaşamazdı bana. (Ama) ben sadece bir uyarıcıyım ve inanan bir topluma iyi haberler getiren müjdeci".

            Hz Musa’ya yükü ağır geliyor. Kardeşi Harun’un yardımcısı olmasını istiyor. (26/13) Nebi Muhammed kimseye ne zarar, ne fayda yağlayabileceğini, Allah’tan başka hiçbir kimsenin sığınacak kimse olmadığını, koruyanın da yalnız Allah olduğunu belirtmesine rağmen, (72/21-22) siz kim oluyorsunuz… “Ete kemiğe bürünüp Mahmut diye göründü.” diyenler Müslüman, “Allah İsa’da tecelli etti” diyenler Hristiyan. Bence 2 zihniyet de hem hakikati örttükleri için kâfir, hem de Allah'a ortak koştukları için müşriktir.
            Peki ya İbni Arabi’nin, Said-i Nursi’nin, Celalettin Rumi’nin kitaplarının Allah katından olduğuna, Allah tarafından yazdırıldığına nasıl tepki veriyorsunuz?
            İbrahim Ethem eşini, şeyhine hediye ettiği için evliya makamına rütbe atladığını duymuş muydunuz?
Bu olayı kısaca aktarmak istiyorum:
İbrahim Ethem için imtihan devresi başlamıştır artık. Şeyh onu tecrübelerinden geçirmektedir. Şeyhi İbrahim Ethem’i çağırarak, “canım güzel bir kadın istiyor” der. İbrahim Ethem “Peki kurban” diyerek huzurundan çıkar. Düşünmeye başlar, “Şeyhimin emrini acaba nasıl yerine getireceğim” diye. “Eskiden olsaydı padişahlık zamanında etrafımda birçok güzel kadın vardı. Fakat şimdi ne yaparım? Şeyhimin arzusunu nasıl yerine getireceğim?” diye düşüne düşüne eve varır. Eve girer, karısına “Hanım kalk, en iyi elbiselerini giyin. Ziynetini tak, beraberce şeyhimin yanına gideceğiz” der. Hanımı hazırlanır, beraberce çıkarlar. Şeyhinin huzuruna vararak “Efendim, emriniz üzere getirdim” der. Şeyhi “Neyi getirdin?” diye sorunca: “Siz benden genç ve güzel bir kadın istememiş miydiniz? Kendi hanımımdan daha güzelini bulma imkânım olmadığından onu getirdim” diye durumu arz eder. Şeyhi İbrahim Ethem'in hanımını hemen geri gönderir. Yapmış olduğu bu tecrübeyi kâfi görür. İtikadını, teslimiyetini tam olarak ölçen şeyh, hemen İbrahim Ethem'e halifelik verir. İbrahim Ethem zamanın en büyük evliyası olur.
(Sohbetler, Seyyid Abdul Hakim el-Huseyni, s.126)
            Sorgusuz sualsiz tam bir teslimiyet. Yorumu size bırakıyorum… Geylani’nin kabrinin paralel Kâbe olduğunu ve tavaf edenlerin de bulunduğunu biliyor muydunuz? Araya hiçbir kişi, eşya veya nefsi sokmadan yalnız Allah’ın anılması zorlarına gitmektedir. O’ndan yardım istenmesi çoğunun içine sıkıntı verir. Fakat Allah dışında şirk koştukları anıldığı zaman hemen sevinir yüzleri gülmeye başlarlar. (39/45) Şuna dikkatinizi çekerim ki, Allah’a içtenlikle iman edenler, bildirdiği buyruklara uyarlar. Bu iman sahipleri hayatlarına taşıdıkça kalplerini bir ferahlık kaplar. Sadece rablerine güvenirler ve tevekkül ederler. İmanları daha da pekişir. (8/2)
            Bir de “Buhari. Müslim çökerse İslam çöker.” demiyorlar mı? Bu düpedüz ruhbanları Rab edinmektir. (9:31), rivayetleri Kur'an'a, ruhbanları Allah'a ortak etmektir. Hele bir de işin içine tarikat ve tasavvuf girdiğinde trafoları patlıyor:

Seyyidu ssadat: Efendilerin efendisi.
Gavsul evtad: Orduların imdadına yetişen.
Gavsu ssakaleyn: İki cihanda imdada yetişen.
Kutbul aktab: Zirvelerin en zirvesi.
Kutbul medar: Tüm zamanların en yüce zirvesi.
Vahidu zzaman: Zamanın tek ve biri.
Bediu zzaman: Zamanın yoktan var edeni.
Feridul asr: Asrın biriciği.
Hadil enam: Yaratılmışları hidayete erdiren...
Bir de kudduse sirruhul aziz (Allah sırrını kutsasın)  demezler mi? Artık kutsanacak ne sırları varsa...
            Balık baştan kokar derler ya… Daha kendilerine yakıştırdıkları isimlerde şirk kokuyor. Allah dostu diyerek Allaha dost tayin etme cüretini göstermeleri de cabasıdır. Biliyor muydunuz? Gavsın izni olmadan bir kedi fare bile yakalayamazmış.
            “Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır” diyen şeytanın kendisi değilse nedir. “Velayet nübüvvetten üstündür.” Diyerek, Nebi’ye karşı kutuplar, şeyhler,  gavslar, Kur’an’a karşı, kitaplar, Kabe’ye karşı sahte kabe… Paralel din işte budur. Allah'a dininizi mi öğretiyorsunuz? (49:16)
            Duymuş olabilirsiniz, Tel Aviv’de Tel Aviv İslam Üniversitesi 61 yıldır âlimler yetiştiriyor! İsrailoğulları Müslüman mı oluyorlar. Kendilerini özel, farklı gören Yahudiler’de böyle bir durum yoksa, bu İsrail ajanları nerede? Bu bugün kurulmuş bir üniversite değil 1960 yılından beri faaliyet göstermektedir. Her sene ne kadar mezun verdiğini düşünmenizi ve 61 le çarpmanızı istiyorum. Gördüğünüz gibi ne kadar korkunç bir rakam çıkıyor. Bu bilinen, bilinmeyenleri düşünmek bile istemiyorum. Bir de buna satılmışlarımızı katın, işte Müslüman neden Müslümanın kanını döküyor; neden parçalara bölündük sorun ortada.(3/103)
            Yüce Rabbimden Kur’an’ı okuyup anlayan, anladığını hayatına taşıyan kullarından eylemesini dilerim.


Doğrularım Allah’ın yanlışlarım bana aittir.                                              Aydın Orhon

 

 

 


ALLAH I BIRAKIP DÜZME İLAHLAR MI İMAN EDECEKSİNİZ?

 

Bazı kişiler, Allah hakkında yalan uyduran kişilerin peşinden giderler. Kur’an her kişi için inmiştir. Yoksa yalnız hacılara, hocalara, ilahiyatçılar inmemiştir  Herkes de ondan bireysel olarak sorumludur. Allah’tan başka ilah edinmeyi farklı algılıyoruz. Genellikle ağaçtan, taştan beşer yapılmış objeler (putlar) ilahtır diye düşünüyoruz. İlah edinmiş kimsede ilah edindiğinin farkında değildir. Kabe’de Mekkeli müşrikler tarafından tapınılan da oradaki nesneler değildir. O objeler sadece semboldür. Onun arkasında ki kişileri Allah’a yaklaştırsın diye ilah edinmişlerdir.

Eğer Allah’ın helal kıldığı her hangi bir şeyi başka bir kimse haram der siz de onun sözüne itibar ederseniz o kişi sizin ilahınızdır. Allah’tan daha çok herhangi bir şeyi sever, önemserseniz o da ilahınızdır. İlahınız çocuğunuz, babanız, anneniz, arkadaşınız, eşiniz, kendiniz, malınız, mülkünüz, servetiniz, paranız, şeyhiniz, kutbunuz, olabilir.

 

İnsanlarımız da İslam inancına ve akla ters düşmesine rağmen bazı kişilerin söylediklerine göre dinlerini yaşamaktadırlar. Bu Allah’tan başka ilah edinmekten başka bir şey değildir.(18:15) Herkes din gününde Kur’an’dan sorulacaklardır. (43:44)

Allah’tan başka varlık ve güçleri veliler edinirler. Bunların durumu kendine ev edinen örümcek örneğine benzer. Evlerin en dayanıksız olanı örümcek evidir.(29:41)  Bizi yaratan Yüce Allah bize şah damarımızdan daha yakındır.(50:16)   Böyle olmasına rağmen; güya kendilerini O’na yaklaştırmak ümidiyle Allah’tan başka ilah seçerler. Kendilerine fayda sağlayıp sağlamadığını din gününde göreceklerdir. O gün yüzüstü bırakılacaklardır. Bu yaptıkları kendilerini kandırmalarından ve düzmeceden başka bir şey değildir. (46:28)

Allah çirkin işleri, günah işlemeyi, haksız saldırmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği her hangi bir şeyi, Allah'a ortak koşmanızı ve Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır."(7:33) Lokmân, oğluna öğüt vererek şöyle demişti: "Yavrum! Allah'a ortak koşma! Çünkü ortak koşmak elbette büyük bir zulümdür."(31:13) Şirk Allah'tan başkasına itaattir.(33:67) Onlar, Allah'ı bırakıp, hakkında Allah'ın hiçbir delil indirmediği, kendilerinin de hakkında hiçbir bilgilerinin bulunmadığı şeylere kulluk ederler. (22:71)  O, din gününde Allah şunu haram kıldı diye tanıklık yapacak şahitlerinizi getirin” diyecek. (6:150) Allahtan başka şeylere ilahlık yakıştırmış olanların, o ana kadar yaptıkları bütün iyi şeyleri boşa gitmiş olur.(6:88)

 

Bizi ölüyken yaratan dünya nimetleri veren Allah’a, nimetleri terk edip teker teker geri döneceğiz. O zaman Yüce Allah  “Ortakları olduğunu zannettiğiniz şefaatçilerinizi de yanınızda görmüyoruz?” diyecek. İşte o an fark edilecek ki, artık aradaki bağlar tamamen kopmuştur. Allah'ın ortağı olduklarını iddia edenler yüzüstü bırakıp kaybolmuşlardır.(6:94) Kendi asılsız uydurmalarını Allaha yakıştıran, ya da Allah’ın ayetlerini yalanlamaya kalkışan kimselerden daha zalim kim olabilir? Canlarını almak için Allah’ın elçileri geldiğinde onlara: "Hani, nerde Allahtan başka çağırıp durduğunuz varlıklar?" diyecektir. Günahkârlar: "Bizi yüzüstü bıraktılar!" diye karşılık verecekler ve böylece, hakkı inkâr eden kimseler oldukları konusunda kendi aleyhlerine tanıklık etmiş olacaklar.(7:37) Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan günahları ise dilediği kimseler için bağışlar. Allah'a şirk koşan kimse, şüphesiz büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur.(4:48)

 

Çirkin bir iş işledikleri vakit, "Biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk, Allah da bize bunu emretti" derler. "Şüphesiz, Allah çirkin işleri emretmez. Siz bilmediğiniz şeyleri Allah'ın üzerine mi atıyorsunuz?"(7:28) Gerçek dua ancak O'nadır. O'ndan başka yalvardıkları ise onların isteklerine ancak, ağzına ulaşmayacağı hâlde, ulaşsın diye avuçlarını suya uzatan kimsenin isteğine suyun cevap verdiği kadar cevap verirler. 13:4)

 

Allah'ı bırakıp, kendilerine ne zarar, ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve "İşte bunlar Allah katında bizim şefaatçılarımızdır" diyorlar. "Siz, Allah'a göklerde ve yerde O'nun bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz?"(10:18)

 

 Ahzap 38. Ayet:

Allah, şöyle der: "Sizden önce gelip geçmiş cin ve insan toplulukları ile birlikte ateşe girin." Her topluluk (arkasından gidip sapıklığa düştüğü) yoldaşına lânet eder. Nihayet hepsi orada toplandığı zaman peşlerinden gidenler, kendilerine öncülük edenler için, "Ey Rabbimiz! Şunlar bizi saptırdılar. Onlara bir kat daha ateş azabı ver" derler. Allah, der ki: "Her biriniz için bir kat daha fazla azap vardır. Fakat bilmiyorsunuz."

 

Doğrularım Allah’ın yanlışlarım ise bana aittir.                                                      Aydın ORHON

NEDEN NÜZUL?

                NEDEN NÜZUL…

                Nüzul, Nüzul etmek yukardan aşağı inme, nazil olma anlamındadır. Nüzul sırası da iniş sırası anlamına gelmektedir. İniş sırasına göre okunan Kur’an’ın daha iyi anlaşılabileceği kanaatindeyim.

Bir insan düşünelim. Kur’an’ı eline almamış. Namaz, oruç, zekât, yardım, destek vb. hiçbir şey yapmamış. Allah neyi de yapma demişse yapmış. İçki, kumar, zina, hakka tecavüz, faiz vb. yapılmaması gereken her şeyi yapmış. Bir gün ” Ben ne yapıyorum? “ demiş. Pişman olmuş. Bir süre sonra tevbe etmiş.  Allah’ın mesajlarını öğrenmek ve hayatına taşımak adına Allah’ın kitabını eline almış. Okumaya başlamış. Kur’an Fatiha suresinden sonra,  Bakara Suresi ile başlar;

Rahman, rahim olan Allah’ın adıyla.
 Bakara 1. Âyet: Elif Lam mim.
Bakara 2. Âyet: Doğru olduğu kuşkusuz olan bu kitap, takva sahipleri için hidayet kaynağıdır.
Bakara 3-4. Âyet:  Onlar görmediklerine inanırlar, namazı kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan başkalarına verirler. Yine onlar gerek sana ve gerekse senden önce indirilen kitaplara inanırlar. Ve  ahiretten hiç kuşku duymazlar.
 Bakara 5. Âyet: İşte onlar Rablerinden gelen hidayet yolundadırlar. Ve kurtuluşa erenlerdir.

Buraya kadar çok güzel bir şekilde gelir; ancak altıncı ayette Kur’an’la bağlantıyı kopartır.

Bakara 6-7. Âyet: Kafirlere gelince onları uyarsan da uyarmasan da fark etmez; onlar iman etmezler. Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir, onların gözlerinde perde vardır. Onları büyük bir azap beklemektedir.
Bu ayeti okuduğunda kendisinin işinin bittiğini daha iflah olmayacağını düşünür. Mesaj almaya son verir.

                Muhammed nübüvvetinden sonra 13 yıl Mekke’de, 10 yıl da Medine’de görevini ifa etmiştir. Bakara suresi medeni dönemde inmiştir.  Yani dinin tamamlanmasına yakın dönemde inmiştir. Bu Sureye kadar  ikazlar, tembihler, emirler, uyarılar mevcut. Bunlara rağmen değişikliğe uğramayanlar, ümit kesilmiş kişiler için inen bir ayettir. (Bakara 6-7)
Daha ilerilere gitse zaten tevbenin kabulü ile ilgili ayetle karşılaşacak.
Bakara 37. Âyet:   …Allah tevbeleri kabul eden ve merhameti bol olandır.

                Kur’an’ın iniş sırasına göre (nuzül sırasına göre) okuduğumuzda Mekki dönemden başlayıp Medeni döneme doğru okumamızda fayda görüyorum. 
Yüce Allah önce Nebi ve dolayısıyla bizleri sporcu gibi ısıtıyor. Sonra talimatları veriyor. Mekke’de geçen sıkıntılı dönemde inen sonra daha rahat Medine’de ki dönemi içinize nakşedebilirsiniz.

Elinde nuzul sırasına göre Kur’an meali bulunmayan arkadaşlar için aşağıda nüzul sırasına göre sure isimlerini paylaşıyorum.   

Doğrularım Allah’a yanlışlarım bana aittir…

                                                                                                                                  Aydın ORHON

Vahyin indiriliş sırasına göre süre isimleri
Mekki Sureler
Sure Adı - İniş Sırası - Kuran'daki Sırası

Alak Suresi - 1 – 96
Kalem Suresi - 2 – 68
Müzzemmil Suresi - 3 – 73
Müddessir Suresi - 4 – 74
Fatiha Suresi - 5 – 1
Tebbet Suresi - 6 – 111
A'la Suresi - 8 – 87
Leyl Suresi - 9 – 92
Duha Suresi - 11 – 93
İnşirah Suresi - 12 – 94
Asr Suresi - 13 – 103
Adiyat Suresi - 14 – 100
Kevser Suresi - 15 – 108
Tekasür Suresi - 16 – 102
Ma'un Suresi - 17 – 107
Kafirun Suresi - 18 – 109
Fil Suresi - 19 – 105
Felak Suresi - 20 – 113
Nas Suresi - 21 – 114
İhlas Suresi - 22 – 112
Necm Suresi - 23 – 53
Abese Suresi - 24 – 80
Kadr Suresi - 25 – 97
Şems Suresi - 26 – 91
Büruc Suresi - 27 – 85
Tin Suresi - 28 – 95
Kureyş Suresi - 29 – 106
Kari'a Suresi - 30 – 101
Kıyame Suresi - 31 – 75
Hümeze Suresi - 32 – 104
Mürselat Suresi - 33 – 77
Kaf Suresi - 34 – 50
Beled Suresi - 35 – 90
Tarık Suresi - 36 – 86
Kamer Suresi - 37 – 54
Sad Suresi - 38 – 38
A'raf Suresi - 39 – 7
Cin Suresi - 40 – 72
Yasin Suresi - 41 – 36
Furkan Suresi - 42 – 25
Fatır Suresi - 43 - 35 -
Meryem Suresi - 44 – 19
Ta-Ha Suresi - 45 – 20
Vakıa Suresi - 46 – 56
Şu'arâ Suresi - 47 – 26
Neml Suresi - 48 – 27
Kasas Suresi - 49 – 28
İsra Suresi - 50 – 17
Yunus Suresi - 51 – 10
Hud Suresi - 52 – 11
Yusuf Suresi - 53 – 12
En'am Suresi - 55 – 6
Saffat Suresi - 56 – 37
Lokman Suresi - 57 – 31
Sebe Suresi - 58 – 34
Zümer Suresi - 59 – 39
Mü'min Suresi - 60 – 40
Fussilet Suresi - 61 – 41
Şura Suresi - 62 – 42
Zuhruf Suresi - 63 – 43
Duhan Suresi - 64 – 44
Casiye Suresi - 65 – 45
Ahkaf Suresi - 66 – 46
Zariyat Suresi - 67 – 51
Gaşiye Suresi - 68 – 88
Kehf Suresi - 69 - 18

Nahl Suresi - 70 - 16

Nuh Suresi - 71 - 71

İbrahim Suresi - 72 - 14

Enbiya Suresi - 73 - 21

Mü'minun Suresi - 74 - 23

Secde Suresi - 75 - 32

Tur Suresi - 76 - 52

Mülk Suresi - 77 - 67

Hakka Suresi - 78 - 69

Me'aric Suresi - 79 - 70

Nebe Suresi - 80 - 78

Nazi'at Suresi - 81 - 79

İnfitar Suresi - 82 - 82

İnşikak Suresi - 83 - 84

Rum Suresi - 84 - 30

Ankebut Suresi - 85 - 29

Mutaffifin Suresi - 86 - 83

 

Medeni Sureler

Sure Adı - İniş Sırası - Kuran'daki Sırası

Bakara Suresi - 87 - 2

Enfal Suresi - 88 - 8

Al-i İmran Suresi - 89 - 3

Ahzab Suresi - 90 - 33

Mümtehine Suresi - 91 - 60

Nisa Suresi - 92 - 4

Zilzal Suresi - 93 - 99

Hadid Suresi - 94 - 57

Muhammed Suresi - 95 - 47

Ra'd Suresi - 96 - 13

Rahman Suresi - 97 - 55

İnsan Suresi - 98 - 76

Talak Suresi - 99 - 65

Beyyine Suresi - 100 - 98

Haşr Suresi - 101 - 59

Nur Suresi - 102 - 24

Hac Suresi - 103 - 22

Münafikun Suresi - 104 - 63

Mücadele Suresi - 105 - 58

Hucurat Suresi - 106 - 49

Tahrim Suresi - 107 - 66

Teğabun Suresi - 108 - 64

Saff Suresi - 109 - 61

Cuma Suresi - 110 - 62

Fetih Suresi - 111 - 48

Maide Suresi - 112 - 5

Tevbe Suresi - 113 - 9

Nasr Suresi - 114 - 110

 


ALLAH'TAN BAŞKA KİMSE HELAL/HARAM BELİRLEYEMEZ...

                         ALLAH'TAN BAŞKA KİMSE HELAL/HARAM BELİRLEYEMEZ...

 

            Dinimizce yapılması, yenilmesi, içilmesi Yüce Allah tarafından yasak olanlara haram, haram dışında kalan her şeye de helal denilir. Dinin emir ve yasakları vahy ile beslenmiştir. İslam’da helal-haram koyma yetkisi, sadece dinin tek sahibi Yüce Allah’a aittir. Böyle bir yetkiyi kendisinde bulanlar, kendilerini ilah konumuna sokanlardır. Kur’an bu yetkiyi kendisinde görenleri, ilahlık iddiasında bulunmakla suçlamıştır. Haramı helal, helali de haram kılmayı şirke eş tutmuştur. Biz ne kadar bunlara sadığız bakıp göreceğiz.
            Yüce Allah’ın haram kıldıkları şeyler çok az olup, bunların dışındakilerin tamamı helaldir. İlk ayetle başlayalım:
Maide Suresi 3. Âyet:
Ölü eti, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına kesilen, boğulmuş, vurulmuş, yüksek bir yerden düşmüş, boynuzlanmış yırtıcı hayvan tarafından yenmiş, -(henüz canlıyken yetişip) kestikleriniz hariç,- dikili taşlar üzerine boğazlanan (hayvanlar) ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. Bunlar fısktır (günahla yoldan sapmadır.) Bugün inkâra sapanlar, sizin dininizden (dininizi yıkmaktan) umut kesmişlerdir. Öyleyse onlardan korkmayın, yalnız Benden korkun. Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı seçip beğendim. Kim 'şiddetli bir açlıkta kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalırsa' -günaha eğilim göstermeksizin- (bu haram saydıklarımızdan yetecek kadar yiyebilir.) Çünkü Allah bağışlayandır, esirgeyendir.

            Dinimiz kolaylık dinidir. Bir kimsenin elinde olmayan sebeplerden dolayı haram yemesinin mahsuru yoktur. Ancak yediğini helal saymaması gerekmektedir. Çünkü zorunluluk bittiği an o haram hükmü yine devreye girer.
Bakara Suresi 173. Ayet:
Allah, size ancak leş, kan, domuz eti ve Allah'tan başkası adına kesileni haram kıldı. Ama kim mecbur olur da, istismar etmeksizin ve zaruret ölçüsünü aşmaksızın yemek zorunda kalırsa, ona günah yoktur. Şüphesiz, Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

            Normal şartlarda iyi ve temiz şeyler helal, kötü ve pis şeyler haramdır. (7/157) Allah’ın rızık olarak bağışladığı meşru güzelliklerden yararlanmamızı, bunları yaparken de, Allah’a karşı sorumluluk bilincinde olmamızı buyuruyor. (5/88)

            İlahi emirlere aykırı davranışa günah denir. Kur’an’da yasaklanan şeyleri yapmak günahtır. Bütün kötülüklerden ve haramdan sakınmak, iffetli namuslu ahlaklı olmak dinimiz İslam’ın gereğidir. Bu kişiler günahsız olma yolunda yürüyen kişilerdir.

Araf Suresi 157. Ayet:
Onlar, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de yazılı buldukları Resûle, o ümmî nebilere uyan kimselerdir. O, onlara iyiliği emreder, onları kötülükten alıkoyar. Onlara iyi ve temiz şeyleri helâl, kötü ve pis şeyleri haram kılar. Üzerlerindeki ağır yükleri ve zincirleri kaldırır.  Ona iman edenler, ona saygı gösterenler, ona yardım edenler ve ona indirilen nura (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.
            Bu ayette Resulün, iyiliği emredip, kötülüğü yasaklaması, temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılması, insanların üzerlerindeki ağır yükleri kaldırıp zincirleri kırmasını anlayabilmemiz için “resul ve nebi” kavramını iyi bilmemiz gerekiyor. Nebi Muhammed’in kendisinin hüküm koyma yetkisi yoktur. Resul Muhammed’in görevi, nebi sıfatıyla Yüce Allah’tan aldığı vahyi bize aktarmaktır. Yani Muhammed Kur’an’da var olanları bildirmesiyle, elçilik görevini gerçekleştirmiştir.

             Resul Muhammed ilk resul değildir, kendisine ve bize ne yapılacağını da bilmez. O, yalnızca kendisine vahyedilmekte olana uymaktadır. Hz. Muhammed apaçık bir uyarıcıdan başkası da değildir. (46/9) 'Allah’ın resulü, hiçbir şekilde Allah’ın kendisine bildirdiği emir ve yasaklara, herhangi bir ilave veya çıkarma yapmadan, olduğu gibi aktarandır. Çünkü Allah, Resulüne kendisine indirdiği Kur’an ile hükmetmesini buyurmuştur. (5/48 - 49) Elçinin haram kıldığını haram saymayanlar, Yüce Allah tarafından tehdit ediliyor. “Resule itaatin Allah’a itaattir.” (4/80)  ayetini hatırlayalım. Resule itaat şartı var; fakat nebiye itaat şartı yoktur. Yukarıda paylaştığım Araf 157. Ayet de nebinin de resulün de aynı kişi, Muhammed olduğunu vurgulanmaktadır.

            Yüce Allah’ın yeni kitap göndermesinin sebebi bir öncekinin tahrifata uğramasından kaynaklanmaktadır. Biz aşağıdaki ayeti anlamaya çalışırken, kendimizi de kontrol edelim. Yüce Allah’ın bize gönderdiği, koruması altında olan kitaba (15/9) ne kadar iman ediyoruz. Dinimizi, Allah’ın mı, yoksa başkalarının hükmüne göre mi yaşıyoruz. Kendinizi kontrol etmek için Maide 6. Ayete bir bakalım. Bu basit bir örnek, Allah’ın vahyini anladığımız dilde okuduğumuz sürece nicelerini göreceğiz. Ayette abdestin nasıl alınacağı ve abdesti bozan şey hakkında Rabbimin buyruğunu okuyalım:

Maide Suresi 6. Ayet:
Ey iman edenler, namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın, başlarınızı meshedin ve her iki topuğa kadar ayaklarınızı da. Eğer cünüpseniz temizlenin (gusül edin); eğer hasta veya yolculukta iseniz ya da biriniz ayak yolundan (hacet yerinden) gelmişse yahut kadınlara dokunmuşsanız da su bulamamışsanız, bu durumda, temiz bir toprakla teyemmüm edin (hafifçe) yüzlerinize ve ellerinize ondan sürün. Allah size güçlük çıkarmak istemez, ama sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimeti tamamlamak ister. Umulur ki şükredersiniz.

            Bu ayetin bile kafamızda şimşekler çaktırması lazım. Ne yazık ki, çoğumuzun bu ayeti önemseyeceğini düşünmüyorum. (12/106) Çoğumuz, Allah’ın kitabına güvenmeyip, bizi yanıltsa da atalarımızın gittiği yoldan gideriz. (2/170)          

            Ben ömrümün büyük bir bölümünde bu ayete iman etmedim. Anladığı dilden Allah’ın emirlerine bakmayan, okumayan kişiler için bu yanlış gayet doğaldır. Fakat din gününde Yüce Allah’a beni yanılttılar bahanesini sunsak da fayda vermez. (7/38-39)

Al-i İmran Suresi 50. Ayet:
"Benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri helâl kılmak için gönderildim ve Rabbiniz tarafından size bir mucize de getirdim. Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin."

            Yüce Allah’ın emri doğrultusunda Resul Muhammed, Tevrat’ı onaylıyor. Fakat Yahudilerin kendilerine haram kıldıklarını, (3/93) tekrar helale, yani orijinal haline dönüştürüyor. Burada geçen mucize kelimesinin karşılığı da Kur’an ve kâinatta ki tüm varlıkların yaratılışıdır. (29/49-51)

            Allah'ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın. (48/23) Eğer böyle ise aşağıdaki Âyet ne anlama geliyor: Her şeyi Yüce Allah ben yaptım diyor. Nedeni malum, Yüce Allah’ın izni olmadan bir yaprak bile düşmez. (6/59) Bundan dolayı olacak ki “savaşta oku sen atmadın ben attım. Onları sen öldürmedin, Allah öldürdü.”(8/18) diyor.
Yüce Allah insanlara ön onay vermiş olup, buna da rağmen her şeyin hâkimi olduğunu hatırlatmaktadır.

En’am Suresi 146. Âyet:
Biz (yalnızca) yahudi itikadını benimseyenlere bütün tırnaklı hayvanları yasakladık; ve onlara koyun ve ineğin iç yağlarını da yasakladık, (hayvanların) sırt tarafındaki veya bağırsaklarındaki yağlar ile kemiğin içindekiler hariç: böylece işledikleri zulümler yüzünden onları cezalandırdık; zira, unutmayın, Biz sözümüzde dururuz!
            Bakın bu ayette de Yüce Allah “yasakladık” diyor. Buradaki yasak Yahudilerin kendilerine koyduğu yasaktan kaynaklanmıştır. Yahudiler de aynı şekilde ineğin iç yağlarını, deve, tavşan, yirmi kuş dışında kuşların yenilmesini kendilerine haram ettiler.
            Bizler
deniz ve su mahsullerini tamamı helalken, çoğunu kendimize haram etmedik mi?

Maide Suresi 96. Ayet:
Sizin için de yolcular için de bir geçimlik olmak üzere deniz avı yapmak ve deniz ürünlerini yemek sizlere helâl kılındı. Kara avı ise ihramlı olduğunuz sürece size haram kılındı. Huzurunda toplanacağınız Allah'a karşı gelmekten sakının.


            Hz. Musa döneminde gördüğümüz gibi Yüce Allah’ın yasaları delindi. Yüce Allah Hz. İsa’yı gönderdi. İsa’nın ölümünden sonra o da tahrifata uğratıldı. Son elçisi Hz. Muhammed’i gönderdi. Muhammed’in son Nebi olması dolayısıyla bir daha gelecek nebi de yok; fakat Resul Muhammed’in bize bıraktığı Resul Kur’an-ı Kerim hayattadır. İnşallah mahşere kadar da yaşayacaktır.


            Mümin, münafık, müşrik ne olursan ol, Yüce Allah müdahale etmeyeceğini din gününe kadar erteleyeceğini buyuruyor.
Fatır Suresi 45. Âyet:
Eğer Allah, insanları kazandıkları yüzünden hemen cezalandıracak olsaydı, yerkürenin sırtında hiçbir canlı bırakmazdı. Ne var ki, onları belirli bir süreye kadar erteliyor. Nihâyet süreleri gelince, (gerekeni yapar). Çünkü Allah, kullarını hakkıyla görmektedir.
         

            Yahudilerin helali haram yapmalarından dolayı cezaları erteleniyor. Yaptıkları yanlış harekette Allah onlara onay veriyor. Son Elçi, Nebi Muhammed’e de Yüce Allah’ın yasalarını ve insanlar tarafından yapılmış değişiklikleri düzeltilmesi için görevlendirilmiştir. (35/45)

Başka bir Âyette de yanlış anlamaya mahal verilmemesi adına İsrailoğullarının kendilerinin yasak koyduğu belirtiyor.
Al-i İmran Suresi 93. Âyet:
Tevrat indirilmeden önce, İsrailoğulları'nın (günah diyerek) kendine yasakladığı şeyler dışında bütün yiyecekler onlara helal idi. De ki: "Eğer söylediklerinizde samimi iseniz Tevrat'ı getirin de onu okuyun!"

            Yüce Allah istemediği takdirde hiçbir şey yerinden kıpırdayamaz. Yaptığınız her icraat Allah istediği için gerçekleşiyor. (6/59) Buradan da şu anlam çıkıyor. “Allah aynı zamanda her şeye müdahildir. (55/29) Yahudilerin kendiliklerinden haram kıldığı şeyleri Allah da kerhen onaylamıştır. Onayı belirli bir süre (din gününe kadar) olacaktır. (35/45) Yahudilerin kendiliklerine helali haram kılmalarından dolayı cezalarını din gününde çekeceklerdir.

            Kur’an’dan bir âyeti cımbızla alıp anlam vermek yanlıştır. O âyetin önü ve sonundaki âyetlere de bakmamız gerekir. Bazen o da yetmez Kur’an bütünlüğünde düşünmemiz gerekir. Nebi Muhammed de dâhil, hiçbir kimse Allah’ın helal kıldığını haram kılamaz. (66/1)

            Geleneksel dinde ne yazık ki haramlar havada uçuşuyor. Allah’ın helal dediğine, birisi mekruh derken, diğeri haram diyebiliyor. Geleneksel din, din değildir. Bu gelen ekler on dört asır boyunca devam etmiştir. Bu zaman zarfında köprünün altından çok sular geçti. Din geleneğin koyduğu yasaklarla değil; Yüce Allah’ın koyduğu yasalarla yaşanırsa dindir. Fakat bilerek veya bilmeyerek sokuşturulmuş haramlar, dinin gereği olarak kabul edilmiştir. Allah'ın size rızık olarak indirdiklerinin bir kısmını helal, bir kısmını haram kılmışlardır. Sanki Allah’tan izin almışlar gibi, kendi tahminlerini Allah'a yakıştırmışlardır. (10/59) Allah'ın sizin için helal kıldığı güzel şeyleri haram kılarak, hadlerini aşmaktan da geri kalmamışlardır. (5/87)

            Kendi yalanını Allah'a isnat ederek öyle diline geldiği gibi kimse yalan, yanlış "Bu helaldir, şu haramdır." diyemez. Allah'a yalan isnat edenler asla kurtuluşa erişemezler! Allah’a karşı yalan uyduranlar iflah olmazlar. Bunlar az miktarda fayda sağlasalar da onlar için can yakıcı azap beklemektedir. (16/116-117)  Allah, kendisinin belirttikleri dışında helal/haram uydurup haddi aşanları sevmez. Bu Allah'a ortak koşmaktır. Allah, kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalmanız dışında, yemenizi yasakladığı şeyleri size ayrıntılı olarak açıklamıştır. Üzerinde O’nun adının anıldığı şeyleri neden yemiyorsunuz? Ama bakın, bu tür konularda birçok insan diğerlerini hiçbir gerekçeye dayanmaksızın, kendi temelsiz görüşleriyle saptırmaktadır. (6/119) Bu kişiler gerçekten ziyana uğrayanlardandır. Allah’ın onlara rızk olarak sağladığı şeyleri yasaklarlar. Bu tür yasakları da haksız yere Allaha yakıştırırlar. (6/140) Sonra da Allah’ın izni olmasaydı, hiçbir şeyi yasaklamazdık derler. Bunlar sadece başka insanların zanlarına uyarlar. Tahminde bulunmaktan başka bir şey yapmazlar. (6/148) Boşadığınız kadınlara verdiklerinizden herhangi bir şey (geri) almanız size helal değildir. (2/229) Fasıklık yapılarak üzerine Allah’ın adı anılmamış olduğu kesin olandan yemeyin! (6/121)

En’am Suresi 150. Âyet;
“Müşriklerin kendi zanlarınca “şu helaldir, bu haramdır” diye yaptıkları sınıflamayı, neye ve hangi kanıta göre yaptıklarının sorulması, bu konuda tanıkları varsa, bunu göstermeleri gerektiği belirtilmektedir. Onlar yalan yere, yasaklamanın Allah tarafından yapıldığını söyleseler bile, Hz. Muhammed’in bunlara katılmaması istenmektedir. Burada müşriklerin tanıkları; onları bu batıl yola ileten önderleri, din adamları olup, putların bakıcıları, Kâbe’nin bekçileri ve Arapların dini lider saydıkları kişilerdir.”

            Birçok ayette haram helal koyma yetkisinin Allah’a ait olduğu buyurulmuştur. İnsanların böyle bir yetkilerinin olmadığı önemle vurgulanmıştır.
Yunus Suresi 59-60. Ayet;
De ki: "Allah'ın size indirdiği; sizin de, bir kısmını helâl, bir kısmını haram kıldığınız rızıklar hakkında ne dersiniz?" De ki: "Bunun için Allah mı size izin verdi, yoksa Allah'a iftira mı ediyorsunuz?"
Allah'a karşı yalan uyduranların, kıyamet günü hakkındaki zanları nedir? Şüphesiz Allah insanlara karşı çok lütufkârdır, fakat onların çoğu (O'nun nimetlerine) şükretmezler.

            Yüce Allah hüküm indirmediği konularda O’na iftira etmeleri anlamına gelecek şekilde kişilerin helal-haram değerlendirilmesinde bulunmasını yasaklamaktadır. (69/44-47;  66/1; 5/87; 6-143-146)

Nahl Suresi 116. Ayet:
Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak "Şu helaldir, şu da haramdır!" demeyin; sonunda Allah'a yalan uydurmuş olursunuz. Allah'a yalan uyduranlar kurtulamazlar.
            Yüce Allah’a yalan isnat edenlerin başarıya ulaşması mümkün değildir. (10/69) Ancak dünya hayatında Allah’ın müdahale etmemesinden dolayı problem yaşamazlar. İnsanların dönüp dolaşım gideceği yer Allah’ın huzurudur. Sonra da şiddetli azabı tadarlar. (10/70) Fakat gerçeği onaylayan ve o doğrultuda yaşayanlar, başarıyı sağlayanlardır. (64/9)

            Yüce Allah’ın belirttiği haramlar dışında aklımıza ne geliyorsa, hayatın bütün güzel, hoş ve temiz şeyler helaldir. (5/4) Gizli dost tutmamak, zina yapmamak şartıyla Mü’min kadınlardan iffetli olanlarından mehirlerini vermeniz kaydıyla evlenmek helaldir. (5/5) Apaçık düşmanınız olan şeytanın izinden gitmeden, yeryüzünde meşru ve iyi ne varsa temiz olarak yiyip içilebilir. (2/168) Allah’ın size rızık olarak bahşettiği temiz ve meşru şeylerden, payınızı alırken, nimetinden dolayı Allah’a şükrünüzü gösterin. Av hayvanlarını da yiyin; ancak Allah’ın adını anmayı ihmal etmeyin. (5/4) İhramlı iken kara avı yasaktır. (5/1) Hac esnasında menzilinize giren av hayvanlarıyla sınanacaksınız. (5/94) Sularda yapılan her türlü avlanma meşrudur. İhramlı olanlara da, su mahsullerinin (5/96) ve denizdeki bütün canlıların tamamı helaldir. (16/14)  Kulları için yarattığı güzelliği, rızkın iyisini, temizini Allah yasaklamıyor. Allah’ın yasaklamadığını kim yasaklayabilir? (7/32) İçki ve kumarın her türlüsü büyük günahlardandır. (2/219) Sarhoşluk veren şeyler, şans oyunları, putperestçe uygulamalar ve gelecek hakkında kehanette bulunmak, şeytan işi iğrenç kötülüklerden başka bir şey değillerdir. (5/90) Şeytan, içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokar. Bizi, Allah'ı anmaktan ve salattan alıkoymak ister. Böyle davranışta bulunanlar bir an önce vazgeçmelidir. (5/91) İçki ve kumarda büyük bir günah ve insanlar için bazı faydalar vardır. (2/219)

             Bakara Suresi 219. Âyetin biraz üzerinde durmak istiyorum. İçki ve kumarın az da olsa faydalar nelerdir: Bana göre alkolün dezenfektan oluşu ve tıp dünyasında özellikle ilaç yapımında ve anestezi vb. gibi yerlerde kullanılmasıdır. Kumarda da genellikle kumarhane sahiplerinin, nadiren de oynayanların para kazanmalarıdır. Faydalar içki ve kumarın meşruluğu için yeterli değildir. Bu durumda içki, uyuşturucu vb. aklı örtücü maddelerin kullanımı, kumarın her türlüsü haramdır. İnsanın faydasına olabilecek yerlerde kullanılabilir. Uyuşturucu haplar yasaktır. Ancak ağrılardan, sancılardan inim inim inleyen hastasına doktor o hapı önerebilir. Bu da faydalı yanıdır.

            Müminler, Allah’ın size helal kıldığı şeylerden hoşunuza gidenleri kendinize haram kılmayın. Aşırı da gitmeyin; Allah aşırı gidenleri sevmez. (5/87) Yeryüzünde helal, iyi ve temiz ne varsa ondan nasibinizi alın. Bunları haram sayan şeytanın yolundan gidiyor demektir. (2/168) Hiçbir gerçek bilgiye dayanmadan kendiliklerinden haram uydururlar. Bu yalanları da Allaha isnat ederler. (6/144) Kendi tahminlerini mi Allah'a yakıştırılıyor. Allah’ın bizim için indirdiği rızıkların bir kısmını meşru görülürken, bir kısmı da yasaklıyorlar. Sanki Allah’tan izin aldılar. Yoksa Allah hakkında yalan uydurup iftira mı ediyorlar. (10/59) Bu tür yasakları da haksız yere Allah’a yakıştırırlar. Onlar sapkınlığa düşmüşler ve doğru yolu bulamamışlardır. (6/140)  Allah adına yalan uyduranlar zalimlerin ta kendileridir. (3/94)

            Dinimizdeki haramları Yüce Allah kitabında detaylı şekilde açıklamıştır. Kısaca yiyecekler için: Leş, akıtılmış kan, domuz eti, Allah’tan başkası anına kesilen hayvanlar, kötü ve pis şeylerdir.
İçeceklerden: Her türlü kafa yapıcı içkiler ve uyuşturucu maddelerdir.
Diğer haramlar: Şirk koşmak, riba, kumar, fal okları, karaborsacılık, zina, eşcinsellik, ensest ilişki, rüşvet, kantarda yapılan hile, Yoksulluk korkusuyla çocuklarını öldürmek, intihar etmek, haksız yere cana kıymak, ihramlıyken su mahsulü dışında avlanmak, kötülük yapmak vb. gibi şeylerdir. Bunlar dışında her şey helaldir.

Doğrularım Allah’a Yanlışlarım bana aittir.                                                     Aydın ORHON 

  Kur’an Bütünlüğünde Melek Anlayışı – Derinlemesine İnceleme Bilim insanlarının açıklamalarına göre, evrenin başlangıcı yaklaşık 13.8 mil...