Kur’an Bütünlüğünde Melek Anlayışı – Derinlemesine İnceleme

 

Kur’an Bütünlüğünde Melek Anlayışı – Derinlemesine İnceleme

Bilim insanlarının açıklamalarına göre, evrenin başlangıcı yaklaşık 13.8 milyar yıl önce "Büyük Patlama" (Big Bang) ile olmuştur. Bu olaydan sonra gök cisimleri oluşmuş, galaksiler şekillenmiş ve zaman içinde yaşanabilir gezegenler meydana gelmiştir. Kur’an’ın işaret ettiği yaratılış düzeni ile bilimsel veriler arasında çelişki bulunmamaktadır. Çünkü Kur’an, yaratılışın detaylarını açıklarken, Allah’ın her şeyi bir ölçüyle, aşama aşama yarattığını vurgular (Furkan 25:2; Nuh 71:15).

Bu yaratılış düzeni içinde, insan dışında birçok varlık yaratılmıştır. Kur’an’da bu varlıklardan biri de "melekler"dir. Melek kelimesi, güç, kuvvet, elçi ve görevli anlamlarına gelir. Çoğulu "melaike"dir. Kur’an’da meleklerin Allah’ın emriyle hareket eden, görevlerini kusursuz yerine getiren varlıklar oldukları bildirilir. Ancak bu varlıklar genellikle fiziksel değil, işlevsel varlıklar olarak tanımlanır.

Meleklerin Yaratılışı ve Görevsel Varlıklar Olarak Konumu

Allah, kâinatı düzenli bir sistemle yaratmıştır. Güneş'in doğup batması, yağmurun yağması, tohumun filizlenmesi gibi doğa olayları Allah’ın koyduğu düzenin parçalarıdır. Kur’an’da bu düzenin işleyişini sağlayan görevli varlıklar melekler olarak adlandırılır (Mülk 67:5). Örneğin, elma ağacının elma vermesi onun görevini yapmasıdır. Bu sistematik işleyişin her bir öğesi, Allah’ın emrine göre hareket eden birer melek işlevi görür.

Bakara Suresi 30–33. ayetlerinde Allah’ın insanı yaratacağını meleklerine bildirdiği ve meleklerin buna karşı "kan dökecek, bozgunculuk çıkaracak bir varlık mı yaratacaksın?" diyerek sordukları anlatılır. Allah, onların bilmediklerini bildiğini söylemiş, ardından Âdem’e tüm isimleri öğretmiştir. Bu, insana bilgi verilerek diğer tüm yaratılmışlardan üstün kılındığını ve meleklere karşı bir konum kazandığını gösterir.

"Âdem’e bütün isimleri öğretti. Sonra onları meleklere gösterip dedi ki: 'Eğer iddianızda doğruysanız, bunların isimlerini bana bildirin.' Onlar: 'Sen yücesin, bizim bilgimiz yoktur, bize öğrettiğinden başka.' dediler." (Bakara 2:31–32)

Meleklerin Görev Alanları

Kur’an’a göre melekler çeşitli görevlerle sorumludur:

  • Vahiy Taşıyıcıları: Cibril (2:97), Allah’ın kelamını Nebilere ileten güçtür. Cebrail ismi Kur’an’da geçmez, Cibril ve Ruh kavramları yer alır.
  • Doğayı Yöneten Güçler: Yağmur (A’râf 7:84), rüzgâr (Ahzab 33:9), afetler (Hicr 15:73–74) meleklerle ilişkilendirilir.
  • İnsanları Korumakla Görevli Melekler: Ra’d 13:11, İnfitar 82:10, Tarık 86:4 ayetlerinde kişiyi önünden ve arkasından koruyan meleklerden söz edilir.
  • İyilik ve Kötülüğü Kaydedenler: Kaf 50:17–18 ayetinde kişinin sağında ve solunda oturan ve her sözünü kaydeden iki melekten söz edilir.
  • Ölümle Görevli Melekler: En’âm 6:61 ayetinde ölüm meleklerinin hata yapmaksızın canları aldığı belirtilir.

Bu görev dağılımı, meleklerin işlevsel varlıklar olduğunu ve her birinin Allah’ın emirlerini uygulamakla yükümlü olduğunu gösterir.

Ruh ve Melek Ayrımı

Kur’an’da "ruh" kelimesi genellikle vahiy anlamında kullanılır (Nahl 16:2, Şûra 42:52). Allah’ın insana ruhundan üflemesi (Secde 32:9), O’nun bilgi ve bilinç vermesi anlamındadır. Bu, Allah’tan fiziksel bir parça almak şeklinde yorumlanamaz. Bu tür bir yaklaşım şirke kapı aralar. Ruh, Allah’ın insana verdiği ilimdir.

Meleklerin Secdesi ve İblis’in İsyanı

Allah, Âdem’e bilgi verdikten sonra meleklerin ona secde etmesini emreder. Buradaki "secde", fiziki eğilme değil, boyun eğme ve hizmet etme anlamındadır. Melekler secde eder; ancak İblis secde etmez. Kur’an’a göre İblis bir cin idi (Kehf 18:50) ve özgür iradesiyle isyan etmiştir:

"Ben ondan üstünüm, beni ateşten onu çamurdan yarattın." (A’râf 7:12)

Bu ifade, insanın içindeki kibri ve olumsuz eğilimleri temsil eder. İblis kıssası, insanın içsel mücadelelerini temsil eden sembolik bir anlatımdır. Allah’ın İblis’le birebir konuşması değil, insanların bilinçaltındaki zihin kurgusudur. Bu tür anlatımlar temsili açıklamalardır.

Vahyin Meleklerle İlişkisi

Kadir Suresi’nde geçen "Melekler ve Ruh iner" (97:4) ifadesi, fiziksel iniş değil; vahyin ilahi kaynaktan insanların kalbine indirilişini simgeler. Aynı şekilde Enfal Suresi 9–12. ayetlerinde Bedir Savaşı’nda bin melekle destek verildiği bildirilir. Bu melekler fiziksel savaşçılar değil, vahiylerdir. Müminlere cesaret ve moral kaynağı sunmuşlardır.

Kur’an’da “birbiri ardınca meleklerle yardım” ifadeleri, Allah’ın sürekli rehberlik ve destek sağlayan ayetlerinin ve ilkelerinin insanlar arasında yayılmasıyla açıklanabilir. Bedir Savaşı’nda da bu desteğin görünür şekli, ilahi mesajların muhataplar üzerinde oluşturduğu bilinçtir.

Meleklerin İşlevsel Temsilleri

Kur’an’da meleklerin doğrudan tabiat olaylarıyla ilişkilendirildiği bazı ayetler:

  • Yağmur Meleği: “Onlara bir yağmur yağdırdık.” (A’râf 7:84)
  • Afet Meleği: “Güneş doğarken korkunç ses onları yakaladı.” (Hicr 15:73–74)
  • Rüzgâr Meleği: “Bir rüzgâr ve görmediğiniz ordular gönderdik.” (Ahzab 33:9)
  • Koruyucu Melekler: “Kişiyi önünden ve arkasından gözetleyenler vardır.” (Ra’d 13:11)

Bu ayetlerdeki melekler, fiziksel varlıklar olarak değil; doğa yasalarını işleyen ilahi görevliler olarak karşımıza çıkar.

Hafıza Melekleri ve Kıyamet Günü

İnsanların sağında ve solunda görevli hafıza melekleri vardır (Kaf 50:17–18). Bu melekler, insanın sözlerini, düşüncelerini ve davranışlarını kaydeder. Kıyamet gününde bu kayıtlar insanların önüne serilir:

"Kitap ortaya konmuştur. Suçlular onun içindekilerden korkar: 'Vay halimize! Bu nasıl bir kitap ki küçük-büyük hiçbir şeyi bırakmadan hepsini sayıp dökmüş!'" (Kehf 18:49)

Bu kayıt sistemi, insanın kendi hafızasına, DNA’sına ve bilinçaltına işlenmiş yaşanmışlıkları da içerir. Film şeridi gibi bir hesaplaşma süreci yaşanır.

Ölüm Melekleri ve Bilimsel Gerçeklik

Kur’an’da "Azrail" ismi geçmez. Ancak "ölüm melekleri"nden bahsedilir (En’âm 6:61). Bu ifade, biyolojik ve genetik olarak programlı hücre ölümünü yöneten sistemleri de kapsar. Nobel ödüllü bilim insanlarının yaptığı araştırmalar, hücrelerin belirli programlarla ölüm sürecine girdiğini göstermiştir. Bu da ölüm meleklerinin işlevsel anlamda doğadaki düzenli süreci temsil ettiğini gösterir.

Sonuç

Kur’an’a göre melekler, Allah’ın emriyle hareket eden, görevli ve sistemsel varlıklardır. Bu varlıklar, fiziksel değil işlevseldir. Her doğa yasası, her biyolojik işlem ve her ilahi mesaj, bir melek görevi üstlenir. İnsan, aklı ve bilgisiyle bu varlıklardan faydalanabilir. Meleklerin secdesi de, doğanın insana boyun eğmesiyle gerçekleşir. İnsan, bilgiyle melekleri yönetir.

Allah “Ol” der ve olur (Bakara 2:117). Varlıklar da Allah’ın iradesine tabidir. Melekler bu ilahi sistemin taşıyıcılarıdır. İnsan, bu düzeni anlayarak Allah’a yönelirse; hem meleklerin yardımını kazanır hem de içindeki İblis’e karşı zafer kazanır.

Sizin de anladığınız gibi melekler, insan yaratılmadan önce kainatta yaratılmış varlıkların tümü ve insan vücudunda çalışan tüm sistem melektir.

Doğrularım Allah’tandır; yanlışlarım bana aittir. – Aydın Orhon

 

 

Kur’an Işığında Kurban ve Kurban Bayramı

 

Kur’an Işığında Kurban ve Kurban Bayramı

 

Kurban, halk arasında genellikle belirli günlerde hayvan kesmekle sınırlı bir ibadet gibi algılansa da, Kur’an’ın bütünlüğü içinde ele alındığında, bundan çok daha derin ve kapsayıcı bir anlam taşımaktadır. Kurban kelimesi Kur’an’da hem sembolik hem de pratik anlamlar barındırır. Kurban, Allah’a yakınlık vesilesi olan bir teslimiyet, infak, takva, sorumluluk ve hakikate boyun eğme davranışının adıdır.

 

Kurbanın Anlamı: Kur’an’a Göre Yakınlaşma

Kurban sözcüğü, “yaklaşmak, yakın olmak” kökünden türemiştir. Bu yönüyle, kişinin Allah’a yaklaşmak amacıyla yaptığı her türlü samimi eylem, Kur’an’a göre kurban kapsamındadır. Sadece hayvan kesimi değil; kişinin malından, vaktinden, konforundan, nefsinden vazgeçerek Allah’ın rızasına ulaşma çabası birer kurbandır.

 

Kur’an’da kurbanın özünü çok etkileyici biçimde anlatan ayetlerden biri şudur:

 

Maide 27:

“Onlara Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku: Her biri birer kurban sundular. Birininki kabul edildi, diğerininki kabul edilmedi. (Kurbanı kabul edilmeyen:) ‘Seni öldüreceğim’ dedi. (Öbürü:) ‘Allah, ancak muttakilerden kabul eder.’”

 

Bu ayette açıkça görüldüğü gibi, kurbanın kabul edilişinde ölçüt takvadır; yani kişinin samimiyeti, Allah’a karşı duyduğu sorumluluk bilinci ve bilinçli bir tercih ile yaptığı ibadettir. Etin ya da malın miktarı değil, niyet ve ihlâs esastır.

 

Kurban: Sadece Hayvan Kesmek midir?

Hayır. Kur’an’da kurban, yalnızca hac sırasında kesilen hayvanla veya Kurban Bayramı’nda boğazlanan kurbanlıkla sınırlandırılmamıştır. Kur’an’a göre kurban:

 

Allah’a adanmış davranışlardır,

 

Toplumda bozulmaya karşı mücadeledir (Maide 32-34),

 

Zalimden mazlumu kurtarma eylemidir,

 

Nefsi dizginlemek ve sabırla yaşamak gibi kişisel iç disiplin davranışlarıdır.

 

En’am 162-163:

“De ki: Benim namazım, kurbanım (nusukî), yaşamım ve ölümüm yalnızca âlemlerin Rabbi Allah içindir. O’nun ortağı yoktur. Ben böyle emrolundum.”

 

Bu ayet, insanın bütün varlığını Allah’a adayışını “kurban” terimiyle anlatır. Kurban, bir hayvanın boğazlanmasından çok daha önce, kişinin tüm hayatını Allah’a adamasıdır.

 

Kurban ve Tağut Yolculuğu

Kurban konusu aynı zamanda iki farklı dünya görüşünün ayrıştığı noktadır. Bir tarafta Allah’a iman edenler ve Allah’ın belirlediği sınırlar içinde yaşayanlar; diğer yanda tağutları veli edinen, hevâsını ilahlaştıran inkârcılar vardır.

 

Bakara 257:

“Allah, iman edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlerin velileri ise tağutlardır; onları aydınlıktan karanlığa çıkarırlar.”

 

Kur’an’da kurban, iman edenlerin Allah’a yakınlaşmak için sunduğu bir bilinçli adanış biçimi, diğer taraftan inkârcıların ise göstermelik, takvasız eylemleridir. Nitekim Hac 37. ayet bu gerçeği çok açık şekilde ortaya koyar:

 

“Onların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır; O’na sadece sizin takvanız ulaşır.”

 

Yani hayvanın kesilmesi değil, kesilirken taşıdığınız niyet, samimiyet ve Allah’a yöneliş ölçülüdür.

 

Kurban ve Toplumsal Sorumluluk

Kurban sadece bireysel bir ibadet değil, aynı zamanda toplumsal yardımlaşmanın zirvesidir. Allah’ın yeryüzünde insana boyun eğdirdiği nimetlerden biri olan hayvanlar, Allah’ın adını anarak ve bir paylaşım ahlakıyla kesilmelidir.

 

Hac 36:

“İri cüsseli hayvanları sizin için Allah’ın şiarlarından kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Onlar boğazlanırken Allah’ın adını anın. Yan üstü yere yıkıldıklarında onlardan yiyin; kanaatkâra da isteyene de yedirin.”

 

Bu ayet, kurbanın sosyal boyutuna işaret eder. Kurban etini sadece kendi çevresine değil, yoksula ve muhtaca ulaştırmak, bayramın paylaşım yönünü pekiştirir.

 

Kurban Hacla mı Sınırlıdır?

Bazı kişiler, Bakara 196. ayeti gerekçe göstererek kurbanın yalnızca hac sırasında geçerli olduğunu iddia etmektedir. Oysa bu ayet, hac ibadetine özel bazı uygulamaları anlatır; bu durum genel anlamda kurban ibadetini sınırlamaz.

 

Kur’an’da başka hiçbir ibadette olmadığı kadar kurbanın takva, infak, sabır, şükür ve teslimiyet ile iç içe geçtiği açıkça görülür. Hacda da kurban vardır; ancak Kurban Bayramı da müminlerin küresel olarak bir araya gelip infak ve yakınlaşma ruhunu yaşadığı özel günlerdir.

 

Hayvan Katliamı mı, İlahi Emir mi?

Bazı çevreler, kurban ibadetini “hayvan katliamı” gibi sunmaya çalışsa da bu tavır, Allah’ın yeryüzünde kurduğu dengeye karşı bir başkaldırıdır. Kur’an, hayvanların insanın hizmetine verildiğini, nimet olduğunu bildirir:

 

Bakara 29:

“Yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yaratan O’dur.”

 

Kurban, Allah’ın rızası için yapılan ve doğal döngüye zarar vermeyen bir ibadettir. Kaldı ki, her gün milyonlarca hayvan insanlar tarafından kesilirken kimse buna “katliam” dememektedir. Mesele et yemek değil, Allah adına kesmeye olan tepkidir.

 

Kurban Bayramı: Bir Bilinç ve Şükür Bayramı

Kurban Bayramı, sadece et kesme bayramı değil, Allah’ın verdiği nimetlere karşı bir şükür, infak, tefekkür ve iman tazeleme bayramıdır. Aynı zamanda, imkânı olanın olmayanla buluştuğu, varlıklı olanın yoksulu gördüğü, toplumsal dengenin yeniden inşa edildiği günlerdir.

 

Sonuç: Kurbanın Gerçek Ruhu

Kurban, bir et ibadeti değildir. Takva ile kesilmemiş bir hayvan, sadece kesilmiş olur; kurban olmaz. Allah’a yaklaşmak niyetiyle, içten gelen bir teslimiyetle yapılan her davranış bir kurbandır. Kur’an, kurbanın simge değil, bir bilinç olduğunu öğretir.

 

Bu bilinçle yaşanmış ve takva ile kesilmiş kurbanlar, yalnız bayram günü değil, insanın hayatı boyunca süren bir kulluk nişanesi olarak kalacaktır.

 

Doğrularım Allah’ın yanlışlarım benimdir.

 

Aydın Orhon

İslam’da Kurban Ne Demektir?

 İslam’da Kurban Ne Demektir?

Kurban, Allah’a yakın olmak amacıyla yapılan bilinçli bir teslimiyet ve infaktır. Kur’an’a göre kurban, yalnızca bir hayvan kesimi değil; Allah’a adanmış bir davranış, bir fedakârlık ve bir değer sunumudur. Asıl olan, yapılan işin ardındaki bilinçtir: Allah’a yaklaşmak. Yani kurban, Allah’a olan sevginin ve bağlılığın somut bir göstergesidir.


Kur’an’da Kurbanın Anlamı

Kurbanın özü, Allah’a yaklaşmak için değer verdiğimiz şeylerden vazgeçmektir. Kur’an’da bu bağlamda ilk örnek, Nebi Âdem’in iki oğlunun kıssasıdır:

“Onlara Âdem’in iki oğlunun haberini gerçeğe uygun olarak anlat: Hani birer kurban sunmuşlardı da birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen,) ‘Seni mutlaka öldüreceğim’ demişti. (Diğeri de,) ‘Allah, yalnızca muttakilerden kabul eder’ demişti.”
(Maide 5:27)

Bu ayetten anlaşıldığı üzere Allah, ancak takva ile yapılan sunuları kabul eder. Buradaki takva, Allah’a içtenlikle yönelme, infak edilenin değerli olması ve kişinin niyetindeki samimiyettir. Kabil’in problemi, Allah’a en kıymetsizi sunmasıydı. Bu, aslında Allah’a verdiği değerin de göstergesidir.


Her Güzel Davranış Bir Kurbandır

Kurban sadece belli günlerde hayvan kesmekten ibaret değildir. Kur’an’da müminin her güzel davranışı, infakı, yardımı birer kurban niteliğindedir. Nitekim Bakara 264. ayette şöyle buyrulur:

“Ey iman edenler! Sadakalarınızı, insanlara gösteriş için malını harcayan ve Allah’a ve ahiret gününe inanmayan kimse gibi başa kakarak ve eziyet ederek boşa çıkarmayın...”
(Bakara 2:264)

Gösterişsiz, içten, samimi her infak bir kurbandır. Allah katında değerli olan; yapılan işin ardındaki niyet, bilinç ve Allah’a yaklaşma gayesidir.


Hac ve Kurban: Simgesel Değer ve Bilinç

Hac ibadetinde de kurban önemli bir yer tutar. Ama burada da asıl vurgu edilen şey kurbanın eti ve kanı değil, Allah’a ulaşan takvadır:

“Onların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır; fakat O’na sadece sizin takvanız ulaşır.”
(Hac 22:37)

Bu ayet, kurbanın fiziksel yönüne değil, onun ardındaki takva ve teslimiyet bilincine dikkat çeker. Bir başka ayette ise kurban edilen hayvanların faydalarına dikkat çekilir:

“Biz o büyükbaş hayvanları da sizin için Allah’ın (dini) nişanelerinden kıldık; sizin için onlarda hayır vardır. Onlar (kurbanlıklar) saf saf dizili dururlarken üzerlerine Allah’ın adını anın...”
(Hac 22:36)

Bu da gösteriyor ki kurban hem bireysel hem toplumsal yönü olan bir ibadettir. Paylaşmak, infak etmek ve bu sayede Allah’a yakınlaşmak…


Kurban, Allah’a Verdiğiniz Değerin İfadesidir

İnsanın Allah’a yakınlaşma arzusu, kendince en kıymetli olanı Allah yolunda harcamasını gerektirir. Yani bir insan Allah’a ne kadar değer veriyorsa, Allah’a yaklaşmak için o kadar değerli bir şeyi sunar. Kur’an’da şöyle buyurulur:

“Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar iyiliğe erişemezsiniz. Her ne infak ederseniz Allah onu bilir.”
(Ali İmran 3:92)

Bu ayet, kurbanın aslında bir “ölçü” olduğunu ortaya koyar: Sen Allah’a ne kadar değer biçiyorsun? İşte, sunduğun şey bu değerin ifadesidir.


Kurban Ruhsuz Bir Ritüel Değildir

Kur’an, yapılan ibadetlerin içinin boşaltılmasına karşı uyarılarda bulunur. Eğer infak, dua veya kurban bir bilinç ve bağlılık olmadan yapılırsa, Allah katında değersizdir. Hayvan keserek Allah’a yaklaşmak isteyen, ama sosyal adaleti yok sayan bir zihniyet Kur’an’a terstir. Bu, Enam 162–163 ayetlerinde şöyle açıklanır:

“De ki: Benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi Allah içindir. Onun ortağı yoktur. Bana böyle emrolundu ve ben Müslümanların ilkiyim.”
(Enam 6:162-163)


Kurban, Vicdanlı Bir İman Eylemidir

Kurban aynı zamanda bir vicdan muhasebesidir. Allah’a yakın olmak için bedel ödemeyenler, insanlıktan da uzaklaşabilir. Tıpkı Kabil gibi... Bu yüzden kurban, Allah’a olduğu kadar insanlara da yönelik bir yaklaşımdır: Kardeşini öldürmeyen, bilakis ona hayat olan bir iman.


Sonuç: Kurban, Bilinçli Yakınlaşmadır

İslam’da kurban, sadece hayvan kesimi değil; bir değer sunumu, Allah’a yaklaşma gayreti, içten bir bağlılık ve takva göstergesidir. Kur’an’ın mesajı açıktır: Allah’a yaklaşmak, sevdiğimiz şeylerden O’nun rızası için vazgeçmeyi gerektirir. Herkes kendi iç dünyasında şu soruyu sormalıdır: “Ben Allah’a yakın olmak için neyi feda ediyorum?”

 

Doğrularım Allah’ın yanlışlarım benimdir.

Aydın Orhon

 

 

 

Kur’an’dan Başka Yol Tanımayan Din: Gerçek İslam

Kur’an’dan Başka Yol Tanımayan Din: Gerçek İslam

İslam, adını Allah’tan alan, kaynağını yalnızca Allah’ın indirdiği vahiyden, yani Kur’an’dan alan bir dindir. Ancak tarihsel süreçte bu saf kaynak; hadisler, mezhepler, tarikatlar ve geleneksel anlayışlarla gölgelenmiş, parçalanmış ve asıl mecrasından uzaklaştırılmıştır. Bugün Müslüman olduğunu söyleyen milyarlarca insanın çok azı gerçekten yalnızca Allah’ın indirdiği dine uymaktadır. Oysa Allah açıkça şöyle buyurur:

“Rabbinizden size indirilene uyun! O'nun peşi sıra başka dostlara uymayın! Ne kadar da azınız gerçeği hatırlıyor!”
(A’râf 7:3)

Bu ayet, tüm insanlığa hitap eden bir çağrıdır. Allah, “size indirilene” yani Kur’an’a uymamızı emretmektedir. Kur’an dışında bir yol arayanlar, Allah’ın çizdiği sınırları ihlal eder. Allah bu çağrısında, O’nun dışında veli (dost, rehber, hami, yasa koyucu) edinilmemesi gerektiğini de vurgulamaktadır. Tarikat şeyhlerine, mezhep imamlarına, kutuplara, gavslara tabi olunmaması gerektiğini apaçık beyan eder. Onlara bağlılık, Allah’ın kitabına değil; insanların uydurduğu hurafelere bağlanmaktır.

Allah'ın İpi: Yalnızca Kur’an

“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, ayrılmayın.”
(Al-i İmrân 3:103)

Bu ayette geçen “Allah’ın ipi”, geleneksel yorumlarda farklı şekillerde saptırılmışsa da Kur’an’ın kendi içinde açık bir şekilde vahiy, yani Kur’an’ın ta kendisi olduğu anlaşılır. (Bkz: Zümer 39:55, En'âm 6:106, Ahzâb 33:2). Allah, insanları Kur’an’a çağırırken başka hiçbir şeyi dinin kaynağı olarak sunmaz. Mezhep kitapları, hadis külliyatları ya da şeyhlerin keramet kitapları asla “Allah’ın ipi” olamaz. Aksine bunlara sarılanlar, Allah’ın ipini bırakıp başka iplere, başka kaynaklara yönelenlerdir.

“Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Ona uyun! Başka yollara uymayın; yoksa sizi O’nun yolundan ayırır.”
(En‘âm 6:153)

Tarikatlar, mezhepler ve uydurma rivayetler işte bu başka yollardır. Bu yollar, dini parçalayan, müminleri ayrı ayrı gruplara bölen yollardır. Allah'ın dini bir iken, bugün her mezhebin farklı bir şeriatı, her tarikatın farklı bir dini vardır. Bu parçalanmışlık Allah’ın emrine isyandır:

“Dinlerini parça parça edip fırka fırka olanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır.”
(En‘âm 6:159)

Bu ayet, hem mezheplerin hem tarikatların meşruiyetini reddeder. Nebi’nin bile bu gruplaşmalarla bir ilgisinin olmadığı belirtilirken, Müslüman olduğunu iddia edenlerin hâlâ bu yapıları savunması ancak Kur’an’a kör kalmakla açıklanabilir.

Resul'e Düşen: Sadece Vahyi Tebliğ Etmek

Kur’an, Resul Muhammed’in görevini şu netlikle tanımlar:

“Ben ancak bana vahyedilene uyarım. Ben apaçık bir uyarıcıdan başkası değilim.”
(Ahkâf 46:9)

Bu ifadeden açıkça anlaşılır ki Nebi Muhammed, kendisine vahyedilen Kur’an’dan başka bir bilgi kaynağına sahip değildir. O, yeni hükümler koyan değil, Allah’tan gelen mesajı aktaran bir elçidir. Ne kendi sözleri, ne kişisel kararları dinin kaynağı olabilir. Ancak ne yazık ki bugün “hadis” adıyla aktarılan rivayetlerin çoğu, onun ölümünden yüzlerce yıl sonra uydurulmuş, dinin kaynağıymış gibi gösterilmiştir.

Hadisler: Resule Atılan İftiralar

Muhammed’in ölümünden yaklaşık 200 yıl sonra yazıya geçirilen hadis kitapları (örneğin Buhari, Hicri 256’da öldü), dine dair her konuda Muhammed’e sözler isnat etmiştir. Ancak bu rivayetlerin doğruluğu kesin değildir. Allah, insanların yazdığı bu kitaplara değil, kendi kelamına güvenilmesini ister:

“(Ey Muhammed!) Sana bu Kitab’ı (Kur’an’ı) her şeyin açıklayıcısı, bir hidayet, bir rahmet ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.”
(Nahl 16:89)

Her şeyin açıklaması Kur’an’daysa, hadis külliyatına ne gerek vardır? Hadisler, Kur’an’ın açıklamadığını iddia ederek Allah’a iftira atar; “Kitap eksik” demeye gelir. Bu da küfürdür:

“Allah hakkında bilginiz olmayan şeyleri söylemeyin.”
(A’râf 7:33)

Kur’an dışı dini kaynaklar, Allah hakkında bilgi sahibi olmadan konuşmaktır. Bu da hem Resul’e hem Allah’a iftiradır.

Gerçek Din, Yalnız Kur’an’dır

Allah, insanların önüne birden fazla kaynak koymaz. Tüm insanlığı sadece bir kitaba çağırır:

“Bu da, indirdiğimiz mübarek bir Kitaptır. Ona uyun, Allah’tan sakının ki size merhamet edilsin.”
(En‘âm 6:155)

Tarikatların bâtıl törenleri, şeyhlerin kerameti, mezheplerin ictihatları ya da hadislerdeki çelişkili rivayetler değil… Gerçek İslam sadece bu “mübarek kitap”ta vardır. Ona uyulmadığı sürece ne zikir halkalarının ne de fıkıh kitaplarının bir faydası yoktur.


Kur’an dışı her kaynak, dine zarar verir. Tarikatlar insanları Allah’tan uzaklaştırır, şeyhler Kur’an yerine kendi sözlerini yüceltir, mezhepler dini bölüp parçalar. Hadisler, Muhammed’e atılmış iftiralarla doludur. Gerçek mümin, yalnızca Allah’a yönelir, sadece O’nun indirdiği vahye sarılır.

“O halde sen de emrolunduğun gibi dosdoğru ol; seninle birlikte tevbe edenler de dosdoğru olsun. Aşırı gitmeyin. Şüphesiz O, yaptıklarınızı görmektedir.”
(Hûd 11:112)

 

Doğrularım Allah’ın, yanlışlarım benimdir.

Aydın Orhon

 


KABİR AZABI, TELKİN VE DİNİ PARÇALAMA: KUR’AN MERKEZLİ BİR ELEŞTİRİ

 

KABİR AZABI, TELKİN VE DİNİ PARÇALAMA: KUR’AN MERKEZLİ BİR ELEŞTİRİ

Kur’an’a Göre Ölüm, Diriliş ve Azap Süreci

Kur’an’a göre ölümle birlikte insanın dünya hayatı sona erer. İkinci hayat ise kıyametin kopmasıyla başlar. Ölümle kıyamet arasındaki sürede insanlar herhangi bir azap ya da bilinçli bir bekleyiş yaşamazlar. Kur’an, azabın yalnızca dünyada ve ahirette gerçekleşeceğini net biçimde bildirir:

“Dünya hayatında onlara azap vardır. Ahiret azabı ise daha şiddetlidir.” (Ra’d 34)
“Ahiret azabı ise elbette daha büyüktür.” (Kalem 33)
“Kıyametin kopacağı gün... her ümmet diz üstü çöker... Bugün yaptıklarınızla cezalandırılacaksınız.” (Câsiye 27-28)

Mücadele 7. ayeti ise açıkça ölüm sonrası herhangi bir hesap ya da cezanın olmadığını bildirir:

“Sonra kıyamet günü Allah onlara yaptıklarını haber verecektir.”

Rum 55-56 ve Yasin 52. ayetler de, ölüm ile diriliş arasındaki sürenin insanlar için bir "an" gibi geçtiğini, bilinçli bir azap sürecinin yaşanmadığını gösterir.


Kabir Azabı İnancı Kur’an’da Yoktur

Kabir azabını savunanlar genellikle Mü’min 46. ayeti delil getirirler. Ancak bu ayetin bağlamı incelendiğinde azabın kıyametle birlikte başladığı açıkça görülür:

“Sabah akşam ateşe arz edilirler. Kıyamet günü de: ‘Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun’ denir.” (Mü’min 46)

Firavun’un kıyamet gününde halkını ateşe sürükleyeceği Hud 98. ayetinde vurgulanarak bu anlayışı pekiştirir. Eğer kabir azabı gerçek olsaydı Kur’an’da bunun tıpkı cehennem azabı gibi detaylı biçimde açıklanması gerekirdi. Ancak Kur’an’da kabir azabına dair tek bir açık ayet bile yoktur.


Kabirde Telkin Uygulaması Kur’an’a Aykırıdır

Kur’an’a göre ölen bir kişiyle iletişim kurulamaz. Ona telkinde bulunmak, ona Kur’an okumanın fayda edeceğini zannetmek, açıkça Kur’an’a aykırıdır:


“Bizi kabrimizden kim kaldırdı?” (Yasin 52)

Bu ayet, ölüm sonrası bilinçli bir azap ya da yönlendirme sürecinin olmadığını, kişinin doğrudan kıyamet günüyle karşılaştığını göstermektedir.


Rivayet Kültürü ve Uydurma Dini Pratikler

Kabir azabı, telkin gibi uygulamalar Kur’an’dan değil, hadis kitaplarından ve mezhep yorumlarından alınmaktadır. Ancak Allah şöyle soruyor:

“Neden Ben’im peşim sıra dostlar edindiniz? Benim dinimi Bana has kılmadınız?” (Zümer 3)

“Allah göklerde ve yerde olanları bilmekteyken siz dininizi Bana mı öğretiyorsunuz?” (Hucurat 16)

“Neden, Ben’den başka dini hüküm belirleyen otoriteler edindiniz?” (Şura 21)

Allah indirdiği kitabın apaçık olduğunu, açıklamasının kendisine ait olduğunu bildirirken (Ali İmran 7), birçok kişi bu açıklamaları yeterli bulmamış, Kur’an’ı bırakıp rivayetleri esas almıştır. Mezhepler, tarikatlar ve cemaatler dini paramparça etmiştir:

“Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin!” (Şura 13)


Kur’an’ın Yeterliliğini Reddetmenin Bahaneleri

Yarın Allah sorduğunda insanlar ne cevap verecek?

“Allahım, seni yeterli bulmadık.
Sen kolay dedin, bize zor geldi.
Sen tamam dedin, biz eksik bulduk.
Sen açıkladın, biz beğenmedik.
Rivayetlerle neshettik.
Gerçekler uyutmadı, biz masalları tercih ettik...” mi diyecekler?

Kur’an uyarıyor:

“Allah'a yalan uyduran veya O'nun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kim olabilir?” (En’am 21)

“Yazıklar olsun onlara ki, kitabı kendi elleriyle yazıp da ‘Bu Allah katındandır’ derler.” (Bakara 79)

“İndirdiğimiz apaçık belgeleri gizleyenlere hem Allah hem de bütün lanet ediciler lanet eder.” (Bakara 159)


 

Kur’an’a göre:

  • Kabir azabı yoktur.
  • Kabir telkini uygulaması Kur’an’a aykırıdır.
  • Din yalnız Allah’a has kılınmalıdır, Kur’an dışında otoritelerle din oluşturulmamalıdır.
  • Dini rivayetlerle değil, apaçık kitapla yaşamak gerekir.

Dini, Allah’tan başkasından öğrenen, Kur’an yerine mezhep kitaplarını rehber edinen, Kur’an’ı yetersiz gören herkes büyük bir sorumluluk altındadır. Gerçek din, Kur’an’dır; rivayetler değil. Gerçek rehber, Allah’ın indirdiğidir; insanların uydurduğu sözler değil.

 

Doğrularım Allah’ın yanlışlarım benimdir.

Aydın Orhon
aydinorhon.com


Formun Altı

 

Kur’an’a Göre Kadın-Erkek Eşitliği:

 

Kur’an’a Göre Kadın-Erkek Eşitliği:


Kur’an’da kadın ve erkek arasındaki ilişki, sadece biyolojik ya da toplumsal rollerle değil, ahlaki sorumluluklar ve adalet ilkesiyle birlikte ele alınır. Kur’an’da mutlak anlamda eşitlik mi söz konusudur, yoksa sorumluluk temelli bir denge mi? Bu makalede, Kur’an ayetlerine dayanarak bu soruya cevap aranacaktır.

 

1. Yaratılışta Eşitlik ve Değer Ölçüsünde Eşitlik

Kur’an, kadın ve erkeğin aynı özden yaratıldığını bildirerek yaratılışta mutlak bir eşitlik ortaya koyar:

“Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık...” (Hucurât 49/13)

Ayetin devamı, üstünlüğün biyolojik değil ahlaki olduğunu açıklar:

“Şüphesiz Allah katında en üstün olanınız, en çok takvâ sahibi olanınızdır.”

Dolayısıyla değer ölçüsünde üstünlük takva ile belirlenir; ne cinsiyet ne mal ne de fiziksel güç bu anlamda üstünlük sebebi olamaz.

 

2. Amel ve Ahiret Karşılığında Mutlak Eşitlik

Kadın ve erkek arasında ahiret ödüllerinde hiçbir ayrım yapılmaz:

“Kim mümin olarak iyi işler yaparsa –ister erkek ister kadın olsun– onu mutlaka güzel bir hayatla yaşatırız...” (Nahl 16/97)

“Ben erkek olsun kadın olsun, içinizden çalışan hiçbir kimsenin emeğini zayi etmeyeceğim.” (Âl-i İmrân 3/195)

Bu ayetler, Allah katında emek, iman ve ahlakın esas ölçü olduğunu ve cinsiyet farkı gözetilmediğini açıkça belirtir.

 

3. Toplumsal Rollerde Farklılık ve “Bir Derece” Meselesi

Kur’an bazı ayetlerde erkeklere kadına karşı bazı sorumluluklar verir. Bu durum sıklıkla “üstünlük” olarak algılansa da bağlamlar dikkatle incelendiğinde aslında öncelik verilen sorumluluklar olduğu görülür.

a. Nisa 34: Koruyuculuk (Kavvam) Ayeti

“Erkekler, kadınların kavvamıdır. Çünkü Allah, kimini kiminden farklı kılmıştır ve çünkü erkekler mallarından harcarlar.” (Nisâ 4/34)

Bu ayette geçen kavvam kelimesi, hükmetme değil koruma, yönetme ve sorumluluk taşıma anlamındadır. Neden olarak da erkeğin maddi yükümlülüğü gösterilmiştir. Yani bu üstünlük değil, ekstra yükümlülüktür. Erkek güçlü olabilir ama bu güç, ayrıcalık değil sorumluluk getiren bir farklılıktır.

b. Bakara 228: “Bir Derece” Ayeti

“Kadınların, erkekler üzerinde olduğu gibi hakları vardır. Ancak erkeklerin onlara bir derece fazlası vardır.” (Bakara 2/228)

Bu “bir derece”, bağlam olarak boşanma sürecindeki barışma hakkı üzerinden bir düzenlemedir. Erkek, boşama yetkisini kullandığı için barışma noktasında inisiyatif alması beklenmiştir. Bu bir adalet ilkesidir, mutlak bir erkek üstünlüğü ilanı değildir.[AO1] 

 

4. Güç Farkı Üstünlük Müdür?

Evet, erkekler biyolojik olarak kadınlardan genellikle daha güçlüdür. Ancak Kur’an bu durumu da mutlak üstünlük olarak sunmaz.

Fiziksel güç, sadece bazı görevlerde avantaj olabilir; fakat Kur’an’ın ölçüsü takva, adalet ve merhamettir. Bu nedenle bir erkek güçlü olabilir ama eğer zalimse, haksızsa ya da duyarsızsa, Allah katında takva sahibi bir kadının gerisindedir.

“Kim bir kötülük yaparsa ona (yaptığının) karşılığı verilir... Erkek veya kadın kim mümin olarak iyi işler yaparsa, onlar cennete girer.” (Nisâ 4/123–124)

Bu da gösteriyor ki, gücün değil, niyetin ve davranışın karşılığı vardır. Dolayısıyla takva sahibi olmayan bir erkek, kadından üstün değildir.


5. Kadın ve Erkeğin Ortak Sorumluluğu

“Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin dostudurlar...” (Tevbe 9/71)

Kur’an, toplumsal hayatta kadını ve erkeği eşit sorumluluk taşıyan dostlar olarak tanımlar. Bu ortaklık, sadece ahirete değil, dünyaya dair sorumluluklar için de geçerlidir.


Kur’an’da Üstünlük, Cinsiyetle Değil Takva ile Ölçülür

Kur’an, kadın ve erkek arasında mutlak eşitlik yerine, adalet ve dengeyi esas alır. Erkek bazı alanlarda daha güçlü olabilir, bazı toplumsal roller ona verilebilir. Ancak bu, erkeğin kadın üzerinde mutlak üstünlüğü olduğu anlamına gelmez. Çünkü Kur’an’ın temel ilkesi açıktır:

“Allah katında en üstün olanınız, en çok takvâ sahibi olanınızdır.”

Dolayısıyla takva sahibi olmayan bir erkek, sırf erkek olduğu için kadından üstün sayılamaz. Sorumluluk, üstünlük değil yükümlülüktür. Kur’an’a göre üstünlük, sadece ahlakta, bilinçte ve sorumlulukta aranmalıdır.

 

Doğrularım Allah’ın yanlışlarım benimdir.

Aydın Orhon


aydinorhon.com


 [AO1]

  Kur’an Bütünlüğünde Melek Anlayışı – Derinlemesine İnceleme Bilim insanlarının açıklamalarına göre, evrenin başlangıcı yaklaşık 13.8 mil...